ADANA’YA
GİDEK Mİ?
BİR
İZMİRLİNİN GÖZÜNDEN ADANA
Henüz
karga b.kunu yemeden Adnan Menderes Havaalanına doğru yola düştük. Saat tam
06.00 da uçağımız havalandı ve muhtemelen Adanalılar güne yeni uyanırken biz
Adana’ya inmiştik. Hemen taksiye atlayıp, bagajımızı bırakmak üzere otelimize
gitmek için Adana’nın sabah trafiğine karıştık.
–
Bu olmasın, dedi
Ben
de;
- Hadi canım, baksana o bankanın reklamı
dedim.
Sonradan öğreniyoruz ki; Tarihi Küçük
Saat gerçekten oymuş. 1925 yılında Türkiye İş Bankası’nın Adana’ya gelmesi
anısına dikilmiş.
Eh
yaşımız henüz genç yeni bir şey daha öğrendik. Küçük Saati bulup meydanı da
geçtiğimize göre önce Yağ Camiini ardından Kazancılar Çarşısını buluyoruz.
Kazancılar Çarşısı henüz gecenin mahmurluğu içinde. Çarşının devamında ise
kebap dumanları ortalığı sarmış velev ki aradığımız yer orası. Masalar tıklım
tıklım dolu. Adana misafirperverliği ile hemen bize bir yer ayarlıyorlar. Tam
biz masamıza oturacakken kıyamet kopuyor.
“
Adana’ya gidek mi?
Şalvarından
giyek mi?
….”
Bir
gurup sabahın sekizinde hem söylüyor hem oynuyor. Aha işte o andan itibaren
bizim de dilimize yapışıyor: Adana’ya gidek mi türküsü…
Racona uygun ciğerli / şalgamlı kahvaltımızın ardından rotamızı Tarihi Büyük Saate çeviriyoruz. 32 metre yüksekliğindeki saat 1882 yılında Abidin Paşa tarafından yaptırılmış. Alanında Türkiye’nin en yükseği. Devam ediyoruz
Hemen
bitişiğindeki 1495 yılında yapılmış, Doğu Seferine çıktığında Kanuni Sultan
Süleyman’ı ağırlamış, altı yüz yıllık bir konağı ziyaret ediyoruz. Ana kapı
taşlarla örülmüş diğer küçük kapıda kapalı, konağı dışarıdan görüp
fotoğraflamakla yetiniyoruz. Şadırvanın önünden devam edip solumuzdaki Ulu
Caminin ana kapısına geliyoruz. Caminin avlusu güzelce süpürülmüş, temizlenmiş
hasırlar serilerek Cuma namazına hazırlanmış. Avluya girmeden cümle kapısından
caminin revaklarını fotoğraflıyoruz. Caminin dört bir yanını dolanıp
terkedilmişliğin hüznündeki diğer kapısını, sebilini görüyoruz. Bakımsızlığına içimiz
acıyor. Ulu Caminin yanındaki geniş caddeden sahile doğru iniyoruz. Güvercinler
uğuldamalarıyla bize eşlik etmekte.
Artık
yükselen sonbahar güneşinin altında Seyhan Nehri parıl parıl parıldıyor. Sahil
boyunca Taşköprü’ye doğru yürüyoruz. 16 kemerli – aslında 21 kemerli imiş ama
Hilton’un yapılışı sırasında yapılan dolgu nedeniyle 16 ya düşmüş- yapısıyla
Seyhan Nehrinin üzerinde bir inci kolye gibi duruyor. Hemen arkasında da altı
minaresiyle Sabancı Merkez Camii bu tabloyu tamamlıyor. Taşköprü 1883 yılında
yine Abidin Paşa tarafından yaptırılmış Tarihi Kız Lisesinin yanı başında,
Arnuwanda’nın 3500 yıllık kitabesinde bahsettiği gibi şehri ikiye bölen
köprünün üzerindeyiz şimdi. Bir yanımız Eski Adana bir yanımız Yeni Adana. Biz
eskisine dönüp Seyhan’ın kıyısında salkım söğüt ağaçları altında kurumsal bir
çay ocağında (!) kahve molası verip soluklanıyoruz.
Nehir kenarı ve salkım söğüdün gölgesi serindi ama sonbaharda olsa Adana güneşi yakmaya başladı. Tekrar otelimize yürüyoruz. Odalarımıza yerleşip biraz dinleneceğiz.
Öğleden
sonra tekrar Adana sokaklarına çıktığımızda eski Adana’ya, Küçük Saat’e doğru
tekrar yürüyoruz. Meydanı, Yeni Cami’yi, Kemeraltı Camisini ziyaret ediyoruz.
Ara sokaklara, arastalara vurup, kayboluyoruz. Bir kenti öğrenmenin en iyi yolu
o kentin sokaklarında kaybolmakmış der, eski gezginler. Açlığımızı bir ara
öğünle geçiştirmek istiyoruz ama aynı zamanda yerel bir lezzet olmasını da
istiyoruz. Ve “ sıkma “ yapan bir mekân bulup öğle yemeğinde sıkma ve acılı
ayran deniyoruz. Adana’ya gelmişken Bici bici’yi denemeden olmaz. Mevsim
geçtiği için yapan yerler azalmış ama biz sora sora çarşı içinde yapan bir yer
buluyoruz. Pek bize hitap eden bir lezzet değildi ama Adana’nın yaz sıcağında
cazip olabilir. Akşamı tavsiye üzerine esnaf lokantası konseptindeki Cikcik
Ali’de kebap yiyerek noktalıyoruz. Günün tüm yorgunluğu çöküyor ve erkenden
uyuyoruz.
Şimdi
tekrar otelimize dönüp bir duş alıp, biraz daha spor/şık kıyafetler giyme
zamanı. Dün akşam esnaf lokantasındaydık, bu akşam biraz daha lüks sınıftaki
Onbaşılar’da yer ayırttık. Ama önce yolumuzun üzerindeki mesire alanı Dilberler
Sekisi var. Taksi ile önce Dilberler Sekisine gidiyoruz, Gençlik köprüsünden
yürüyerek Seyhan Nehrini, çevresindeki yeşil alanları, güneşin üzerinde battığı
yeni Adana’nın modern yapılarının siluetini izliyoruz. Gölde kano yapanlar, SUP
( stand up pedal ) yapanlar, yeşilbaş ördekler…
Gün
batımında, mavi aydınlık saatlerde Seyhan Baraj Gölünü tepeden seyreden
Onbaşılar restoranda yerimizi alıyoruz. Özellikle Yağlıkara, yediğimiz en
lezzetli kebap türüydü. Yemek sonrası bindiğimiz taksinin şoförüne;
- Çek bakalım Kazancılar çarşısına,
eğlenceye akalım diyoruz. Kazancılar Çarşısı eskisi kadar – söylenenlere göre –
canlı olmasa da yine cıvıl cıvıl. Saz takımı vuruyor darbukaya:
- Adana’ya gidek mi?
Mehmet Cengiz Tümer
Ekim 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder