22 Eylül 2023 Cuma

TOROSLARIN KALBİNDE...

 

TOROSLARIN KALBİNDE…

Torosların kalbindeyiz… Etrafımız sedir ormanları, dağlar tepeler, kanyonlar ile çevrili. Gembos ova/yaylasının ortasındayız. Burası 1,5 – 2 km genişliğinde 10 km uzunluğunda adam diksen adam çıkacak bir ova/yayla. Yol kenarında çilek satıcıları. Eskilerin dediğine göre kış mevsimi sonunda karlar eriyince burası bir minare yüksekliğinde su ile dolar göle dönermiş, yaz başında da Gembos’un çıkışındaki bir düden açılır ve bütün suyu yeraltı nehirlerine boşaltırmış. Köylüde bu verimli toprakları eker ve en hızlı hasadı yaparmış.

Torosların kalbi gibi gezi yazısına da tam ortadan başladım. Başa dönelim. Ülkemizin Sulak Alanlarını Fotoğraflama Projesi kapsamında Beyşehir Gölü Sulak alanını fotoğraflamak amacıyla çıkmıştık yola. Ama bu kadar yolu bir tek Beyşehir Gölü için gelmek hem ekonomik anlamda hem de yoruculuk anlamında çok mantıklı değildi. Ben de yanına daha önce belgesellerde izlediğim “Düğmeli Evler” ve Mağaraları ilave ettim.

Bir Perşembe sabahı İzmir’den yola çıktık, Akşehir’de mola verip Nasreddin Hocamızı selamladık, Büşra’da etli ekmek ve bamya çorbası ile öğle yemeğimizi yiyip Hıdırlık tepesinde de az şekerli kahvemizi için yola devam ettik. Doğanhisar, Hüyük üzerinden rotamızı çizmiştik ama yol çalışması nedeniyle navigasyon bizi köy yoluna sokunca Akşehir’den Doğanhisar’a kadar bütün köylerin içinden geçerek akşamüstü saatlerinde Beyşehir’e vardık.

Selçuklu Üniversitesinin göl kenarındaki Anamas Konukevine yerleşip biraz dinlendikten sonra gün batımını seyretmek ve serin Beyşehir akşamında kenti keşfedip akşam yemeği yemek için şehir merkezine indik.

Sabah sulak alanlar fotoğraf çalışması için gün doğumunda navigasyonun gösterdiği Beyşehir Gölü Tabiat Parkına doğru yola çıktım. Vardığım noktada Tabiat Parkı yerine kapısı zincirli bir Gençlik kampı buldum. Göl kıyısına ulaşmak için kam duvarının yanındaki toprak yoldan köpekler eşliğinde göle ulaştım. Gün doğumunda Anamas Dağının ve olabildiği kadar Beyşehir gölü ve kıyısının fotoğrafını çektim. Benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Otele döndüm bizim ekibi alıp şehir merkezine yakın göl kenarındaki parklardan birinde kahvaltımızı yaptık.


Kahvaltı sonrası şehir merkezinin 10 km dışında Çiftlik mahallesindeki Nilüfer Bahçesine gittik. Beyşehir/Huğlu’lu dostum Aziz Şanlı’nın ismini verdiği İbrahim Erdoğan'ı buldum tekne turu için. Diğer balıkçıların gölden tutup getirdiği sazan balıklarını tartıp kooperatif adına teslim aldıktan sonra yarım saat sürecek nilüfer bahçesi ve göl turuna çıktık. Bu arada Türkiye’nin en büyük nilüfer tarla/ bahçesi olduğunu öğreniyoruz İbrahim Kaptan’dan. Yaklaşık 50 m genişliğinde ve 7 km uzunluğunda bir nilüfer bahçesi… Gerek nilüfer bahçesi gerek göl turundan fotoğraf projesi için verimli fotoğraflar çektikten sonra İbrahim Kaptan’a teşekkür edip şehir merkezine dönüyoruz.

https://youtu.be/I6tkN1qtemk?si=Lm4YWsQGNSojwQSb 

Beyşehir Gölü Sulak Alanlar video




Meraklısına not: Yarım saatlik tekne turu 350 TL. 5 kişi binebiliyor. İbrahim Erdoğan Tel: 0 543 554 79 08

Şehir merkezinde görülecek Taşköprü, Eşrefoğlu Cami, Eşrefoğlu Hamamı, Bedesten, İsmail Ağa ( Taş ) Medrese hepsi birbirine yakın konumda. Unesco Dünya Mirasları listesine giren Eşrefoğlu Caminin için Cuma namazı saatine denk geldiği için maalesef gezemiyoruz. Kapısından bir göz atmak ve fotoğraflamakla yetiniyoruz.






Öğle yemeği sonrası programımızda 60 km mesafedeki Kilistra Antik Kenti var. Fotoğrafçı dostum Erol Özdayı’nın önerisi ile programa aldığımız bir yer. Navigasyona Kilistra antik kenti yazınca Beyşehir Konya yolu üzerinden yaklaşık 45 km gittikten sonra Kilistra 13 km yazan tabeladan sağa dönüp köy yoluna giriyorsunuz. Bir daha tabela yok ve kendinizi terkedilmiş hissi veren, bir köşesi gübre yığın ile dolu, Kilistra hakkında bilgi veren bir yazılı anıt(!) bulunan köy meydanında bulunuyorsunuz. Araçtan inip nerede bu antik kent diye aranırken traktörüyle tomruk çeken bir genç geliyor köy meydanına. Onun tarifi ile Kilistra antik kentini buluyoruz. Anlaşılan başlangıçta çok büyük heyecanla başlatılan proje kaderine terkedilmiş. İnternette Kilistra hakkında yazılanları okuyunca çok şaşaalı bir yer bekliyorsunuz ama kaderine terkedilmiş, üç beş kaya içine oyulmuş kilise/ ev / depo ne olduğu belli olmayan bir antik şehir kalıntısı buluyorsunuz. Ama şu bir gerçek ki köyün arka tarafına dolanıp köye karşıdan baktığınızda Kilistra’dan daha heyecan verici mimaride bir köy görüyorsunuz. Bize İtalya’daki Matera şehrini hatırlattı.


Beyşehir’e dönüp, elimizi yüzümüzü yıkayıp biraz dinlendikten sonra şehir merkezine inip Efsane Restoran’da Sazan balığının tadına bakıyoruz. Yarın sabah kahvaltıda Huğlu’da olacağız.

Sabah otelimizden ayrılıp yarım saatlik bir yolculukla Huğlu’ya varıyoruz. Huğlu’nun bir silah sanayi merkezi olduğunu hatırlatırcasına şehrin girişinde bizi bir tank karşılıyor. Eczacı dostum Aziz Şanlı ve eşi değerli Fadime Şanlı’nın konuğuyuz kahvaltıda. Sedir ormanları ile kaplı Toroslar manzarasında terasta kahvaltımızı yapıyor bir yandan da sohbet ediyoruz. Aziz abinin babasının atölyesindeki çıraklıktan, sırf askerde yazıcı olmak için dışardan ortaokul diploması almak için mürekkebe bulaşıp Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitirip Eczacı olmasına giden yaşam öyküsünü, evliliklerini dinliyoruz. Sohbetimize Aziz abinin Akdeniz Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyeliği’nden emekli Mustafa Şanlı hocamız da katlıyor. O da bize yöreyi, girişte okuduğunu Gembos ovasını, Ormana’nın Osmanlı’ya Kadı yetiştiren bir yer olduğunu, Alacabel geçidini, Arapastı Anıt Kestane ağacının öyküsünü, Akseki’de Kuvayı Milliyeci Rasih Kaplan’ın Antalya’nın İtalyanlar tarafından işgali sırasında ilk ses yükselten kişi olduğunu, yıllarca TBMM üyeliği yaptığını anlatıyor. Ve Tınaztepe Mağaralarını mutlaka görmemizi öneriyor. Benim Programı onunla birlikte yeniden revize ediyoruz. Altınbeşik Mağarasını da bir gün öne çekince bir günümüz boşalıyor. O güne de Tınaztepe Mağaraları, Cevizli ve Sarıhacılar köylerini yerleştiriyoruz.

70 yaşındaki delikanlı Aziz Şanlı BMW motoruyla Ormana’ya kadar bize eşlik ediyor.

ORMANA

Antalya’ya 2,5 saat uzaklıkta bulunan bu eski yörük köyü, Toroslar’da, Manavgat çayını besleyen derelerin arasında kurulmuş ve kendine özgü mimarisini korumuş bir yerleşim.

Ormana, Antalya’nın İbradi ilçesine bağlıdır. İbrada ise Luvi dilinde “gür akarsuyu olan” anlamına gelir. Dolayısıyla bu bölgede iki antik çağ yerleşimi olduğu, kazılar yapılmamışsa da saptanmıştır. 

Strabon’un bahsettiği antik Erymna kenti burası. Ürünlü ile Ormana arasında antik kentin akropolüne ait kule kalıntısı, temel taşlar ve lahitler mevcut. Erymna adı bu bölgede bulunan iki yazıtta anılıyor. Luvi dilinden gelen ve İsauria (Pamphylia’nın kuzeyi) bölgesinde bulunan bu kentin adı “sunak-halkı şehri” anlamına geliyor. Antik Yunan döneminde Orymna’ya, Selçuklu döneminde ise Ormana’ya dönüşmüş bu ad.



DÜĞMELİ EVLER

Kültür köyü statüsündeki köyde bu orijinal düğmeli evler yıkılmaktan kurtulmuş. Duvardan taşan ahşap parçacıkları nedeni ile bu adı almış evler. Duvarın mukavemetini artırmak için, yığma duvar işçiliğinde yapılan bir teknik bu. Bu yörede yetişen katran ağaçlarından yapılan kalaslar, taşların arasına geçmeli olarak yerleştirilirken dişleri dışarıda bırakılıyor. Böylece duvar uzun yıllar boyunca yıkılma riski taşımıyor. Bugün köyde 300 kadar düğmeli evin bulunduğu söyleniyor. Ancak henüz 50 kadarı restore edilebilmiş. Restorasyon için kendi halkından ustalar eğitip yetiştiriyorlar ve böylelikle evlerin restorasyonu köyün istihdamına da katkıda bulunuyor. 

Hâlihazırdaki Turizm ve Kültür Bakanımız Sayın Mehmet Nuri Ersoy’unda buralı olması ve babasının nasihati gereği Ormana’ya dokunulmuş ve bir Avrupa kentindeki düzen ve temizlik getirilmiş. Köydeki üç konak butik otel ve restorana dönüştürülmüş, hizmet vermekte.

https://youtu.be/eQzZehSc_mc?si=b56xWKVdWTOGzCee  Düğmeli Evler video

Köyü dolaşıp, düğmeli evleri fotoğraflayıp bir ağaç gölgesindeki çay molamızdan sonra 5 km mesafedeki Altınbeşik Mağarasına doğru yola çıkıyoruz. Torosların kalbinde yüce dağlar ve derin kanyonlar eşliğinde döne döne Altınbeşik Mağarasının girişine yol alıyoruz. Yolda mevcut seyir terasından Manastır Kanyonunun büyüleyici ve saygı uyandırıcı manzarasını seyrediyoruz.

Manastır Kanyonu
Girişten biletimizi ve baretlerimizi alıp ( Araç 70 TL ) 3 km daha yola devam ettiğimizde Altınbeşik Mağarasının otoparkına ulaşıyoruz. Yaklaşık 150 metre yürüyüşle mağara girişine varıyoruz.



ALTINBEŞİK MAĞARASI

Türkiye’nin en büyük, Avrupa’nın 3. büyük yeraltı gölüne sahip Altınbeşik Mağarası’nın araştırılabilen kısmı, kollarıyla birlikte 2200 metreyi buluyor. Mağara, ağzından itibaren 125 m uzunluğunda bir gölle başlıyor. Gölün derinliği, yer yer 15 metreye kadar ulaşıyor. Mağaranın içinde sarkıt ve dikitler, doğal oluşmuş köprüler, sütunlar ve heykelimsi oluşumlar yaratmış. Mağara ancak yaz ve sonbahar aylarında girişe uygun. Kış ve ilkbaharda mağara tamamen suyla doluyor. Açık olduğu dönemde ise ilk 400 m tekne ile gezilebiliyor.

Bot turu düzenleniyor. Kişi başı 100.00 TL. Bota maksimum 14 kişi alıyorlar ve yaklaşık 10 dakika sürüyor.

https://youtu.be/kAQPqSxGNDQ?si=emWNPtN8z2YATyoF Altınbeşik ve Tınaztepe Mağaraları video

ÜRÜNLÜ KÖYÜ

Mağaraya 5 km ötede yine düğme evleri ile bir başka köy bizi bekliyor. Ancak Ormana gibi koruma altında değil ve evler yıpranmış, bazıları metruk durumda… Unullu Köyü olarak Osmanlı belgelerinde anılan köyü göç çok etkilemiş ve nüfusu azalmış. Köy halkı sıcakkanlı, gezginlerle sohbeti seviyor.

İBRADI

Yaylaların Hası İbradı. İbradı İsminin Osmanlıca’da “soğukluk”, “soğutma” anlamına gelen “lbrad” (Abra/Ebra) sözcüğünden geldiği tahmin edilmektedir. Bu durumda kelime olarak İbradı “soğuk yer” anlamına gelmektedir. Nitekim 1100 rakımı ile İbradı tam bir yayladır.

Bölgedeki kalıntılara bakacak olursak ilçede yerleşimin Roma ya kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Ormana ve Ürünlü arasında Roma döneminden kalma Erimna Antik kenti kalıntılarına ulaşılmış, Ayrıca Çukurviran mahallesinde de Hellenistik döneme ait kalıntılar bulunmuştur.

İlçe merkezine hemen girişte Arapastık Anıtsal kestane Ağacı levhasını görüp duruyoruz. Anıt ağaç 50 metre ilerimizde bütün haşmeti ile duruyor. İbradı ilçesinde bulunan bin 100 yıllık kestane ağacı, tarihin sessiz tanığı olarak ilçeye gelenlerin ilgisini çekiyor. 13 metre genişliğinde olan ve yaklaşık 12 kişinin el ele tutuşarak gövdesini kucaklayabildiği Arapastık kestane ağacı ile ilgili hikâye ise dilden dile geldiği günümüzde de dinleyenleri hüzünlendiriyor.

Arapastık Anıt Kestane Ağacı
1860'lı yıllarda Osmanlı döneminde Arap asıllı Zeynep isminde bir köle efendisinin bir konağını yakıyor. O dönemde İbradı'da evler bir birine çok yakın olduğu için bu yangın neredeyse İbradı'nın tamamının yanmasına sebep oluyor. Dönemin kadısı Arap asıllı Zeynep'i idamla cezalandırıyor ve bu tarihi kestane ağacında Zeynep asılıyor. O dönemden beri bu kestane ağacının ismi "Arapastık kestanesidir"

Ibradı, Ormana’nın bağlı olduğu ilçe olsa da tanıtımdan ve kentin yenilenmesinden nasibini alamamış. Düğmeli evleri toz toprak içinde gezdikten sonra selamlaştığımız bir İbrada’lı bizi Dr. Rıza Konağına götürdü. Gerçekten zamanında çok gösterişli olan konak bugün kötü durumda olmasına rağmen üzerine asılan bakanlık duyurtuşundan anlıyoruz ki yakın zamanda restore edilecek. Ha bu arada Doktor  Rıza da gerçek diplomalı doktor değil bir sınıhçıymış meğer.



Ibradı bugün son ziyaret edeceğimiz yer. Konaklama için Akseki’ye doru yola devam ediyoruz.

Akseki yamaca kurulmuş tertemiz ve huzur dolu bir yerleşim yeri. Akşam yemeği saati olunca bu huzurun ve sessizliğin nedenini anlıyoruz. Hafta sonu olduğu için Aksekililerin çoğu Manavgat’a ve Antalya’ya inmiş. Şehirde yemek yiyecek bir restoran, bir şeyler atıştırabileceğimiz açık bir kafeterya bile yok. Mecburen Beyşehir – Manavgat Antalya çevre yolundaki dinlenme tesislerine gidip karnımızı doyuruyoruz. Yemek sonrası ilçenin terkedilmiş, sessiz, sakin sokaklarında biraz dolaşıp öğretmen evindeki odamıza dönüyoruz.

Sabah uyanınca da haliyle kahvaltı yapacak bir mekân bulamıyoruz. Allahtan soğuk çantamızda kahvaltılık malzemelerimiz. Kamp ocağımız ve kamp çaydanlığımız var. Yakında bulduğumuz bir fırından sıcak ekmek alıp Akseki’nin 2 km dışındaki Dutluca piknik alanına gidiyoruz. Piknik alanı dedikleri yerde 2 masanın olduğu, bakımsız, çöp içinde ağaçlık bir alan. Masanın birini görece daha temiz bir alana çekip kahvaltımızı yapıyoruz.

Kahvaltı sonrası 45 km mesafedeki Tınaztepe Mağaraları var rotamızda.

Tınaztepe mağaraları, Seydişehir, Konya'da yer alan mağaradır. Dünyanın üçüncü, Türkiye'nin en büyük mağarasıdır. Toplam uzunluğu 22 km, gezilebilen bölümü 1580 metredir. Sonundaki 64 metrelik iniş dışında tamamen yatay özellikte bir mağaradır. 2004 yılında da Mağara Dinlenme Tesisleri olarak hizmete açılmıştır.







1968 yılında Fransız bilim insanı Michel Bakalowichz tarafından bulunmuştur ve mağaraların tıbbi araştırmasını yaparak astım hastalığı için doğal bir tedavi ortamı olduğunu belirtmiştir.1970 yılında başka bir araştırma grubu; kaptan Jacques-Yves Cousteau ve ekibi Alman Reinhold Messner ve arkadaşları Suğla Gölü ve onu besleyen su altı kaynaklarını araştırmak için bölgeye gelmişlerdir. Fasıl Boğazı ve Tınaztepe mağaralarının irtibatlarını keşfetmişler ve buranın yer altı göllerinin 22 km uzunluğunun olduğunu tespit etmişlerdir.

Tınaztepe Mağarası şimdiki durumuna yapılan araştırmalara göre yaklaşık 230 milyon yıl gibi uzun bir süreçte meydana gelmiştir. Mağaranın iç kısımlarında ayrıca taban tavan arası yükseklik farkının 65 metreye çıktığı yerler görülmektedir.

Özel sektör tarafından işletilen mağaraların giriş ücreti 100.00 TL/Kişi dir. İki mağara bulunmakta, her ikisi de ziyarete açık. Ancak uzun olan gerçek mağaranın güzergâhı ve aydınlatması yapılmasına rağmen daha küçük olan ikinci mağarada bu hizmet yeterli olarak sağlanmamış. 1580 metre uzunluğundaki mağarayı yürüyüş yolundan rahatlıkla gezebiliyorsunuz. Çok fazla sarkıt ve dikit oluşumu olmayan mağarada traverten oluşumları ve havuzcuklar dikkati çekiyor. Bizim gezdiğimiz dönemde su yoktu.1580 metrenin sonunda sizi bir sürpriz bekliyor. Bulunduğunuz platformdan 35 metre aşağıya ve 65 metre yüksekliğe ulaşan yaklaşık 20 metre çapında silindirik bir galeri ile karşılaşıyorsunuz. Normalde bizim bulunduğumuz platforma kadar su dolu göl olması gereken galeride bizim ziyaretimizde su yoktu. Gerçeklikle hayalin karıştığı, nerenin gerçek nerenin yansıma olduğunun farkına varamadığınız düşsel bir deneyim yaşıyorsunuz. Ülkemizde çok sayıda mağara gezdim ama bu denli etkilendiğim olmadı.

Bu muhteşem oluşumdan doğaya bir kez daha saygı duyarak çıkıyoruz. Yaklaşık 25 km mesafedeki Cevizli köyünü ziyaret edeceğiz. Ana yoldan ayrılıp Cevizli yoluna döndükten sonra sağ tarafımızda Çınar ağaçları altında bir çeşme ve iki piknik masası görüyoruz hemen aracımızı oraya çekiyoruz. Gürül gürül akan buz gibi suda elimizi yüzümüzü yıkadıktan, termoslarımızı doldurduktan sonra kamp ocağımızı çıkarıp bu güzel subaşında az şekerli kahvelerimizi yudumluyoruz.

Kahve molasının ardından beş kilometrelik bir yol yapıp Cevizli köyüne geliyoruz. Çınar ağaçlarının gölgelediği meydan karşılıyor bizi. Çınarların altındaki köy kahvelerinde sohbet eden, oyun oynayan insanlarıyla Akseki’nin aksine cıvıl cıvıl bir yerleşim yeri burası.

Öğle yemeği zamanı. Küçük bir aile işletmesi lokantada ev yemeği lezzetinde yemeklerle açlığımızı gideriyoruz. Yemek sonrası restore edilip Şarap evi ve restorana dönüştürülmüş Yörük Ali Konağını gezip şarap tadımı yapıyoruz. Antalyalı bir işletmeci buraya iyi bir yatırım yapmış.

Çınar altı “ Dede kahveleri” bizi çağırıyor. Bu güzel, serin, huzurlu ortamda bir çay molası veriyoruz.

Bugün son ziyaret edeceğimiz yer; Sarıhacılar köyü.  Akseki’ye 4km mesafede. İki yanı duvarla örülmüş bir mezarlık olan yoldan köye giriyorsunuz. Daha köyün girişinde terkedilmişliğin hüznünü yaşıyorsunuz. Sağınız solunuz yıkılmış, yıkılmakta olan terkedilmiş düğmeli evlerle sarılmış vaziyette. Son yıllarda bazı evler Kültür Bakanlığının desteği ile bazıları da girişimciler tarafından restore edilerek ayağa kaldırılmış. Köyün camisi 1,5 yıl süren restorasyondan sonra ibadete açılmış. Ve ilginçtir İmam ile birlikte 14 kişinin yaşadığı bu köyde Kocaeli’li bir imam var. Biz ikindi namazı öncesi Hoca ve yanındaki bir kişiyle sohbet ettik. Sonrasında onlar bir imam ve bir kişi cemaat olmak üzere ikindi namazını eda ettiler. 10 kişiye bir imam atayan devlet onlarca çocuğun olduğu köylerdeki ilkokulları kapatıyor, öğretmen göndermiyor. Yorum sizin.









Tur şirketleri tarafından turizme kazandırılmak istenen ( kazandırılması da gereken) bir köy. Pazartesi ve Cuma günleri özellikle Japon ve Alman turist gurupları geliyormuş.

Köy konağında satış yapan gencin tezgâhındaki hediyelik eşyaların etiketi bile Euro cinsinden. Köyü ve düğmeli evleri dolaşıp fotoğrafladıktan sonra Akseki’ye dönüyoruz.

Yattık kalktık sabah oldu. Kahvaltımızı Beyşehir’de yapmak üzere Akseki’ye veda ettik. İzmir’e dönüş yolunda, programımızın en sonuna bıraktığımız, Beyşehir’e 20 km mesafedeki Eflatunpınarı Hitit Su Anıtını da ziyaret ediyoruz. 5000 yıldır Aslanın ağzından suyu akmaya devam eden muhteşem bir yapı karşılıyor bizi.

Suyun bir merkezde toplanarak ihtiyaç oranında kullanılması, böylece iyi bir su rejiminin uygulanması tarım toplumlarında ekonomik hattın önemli bir parçası olup, Eflatunpınar Hitit Su Anıtı, Hititler’den sonra da fonksiyonunu kaybetmeden bugüne kadar ayakta kalabilen bu sistemin en güzel örneğidir. Anıt MÖ 13'üncü yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilmektedir. Eflatunpınar Anıtı’nın Büyük Kral Tuthaliya IV dönemine ait olduğu düşünülmektedir.

Özgün taş işçiliği, kabartmalardaki kompozisyon ve bir açık hava tapınağı olarak düzenlenmesi ile Hitit Uygarlığı’nın diğer kaya anıtlarından ayrılan Eflatunpınar Anıtı, doğal kaya üzerine yapılmamış, birbirine uygun olarak kesilmiş andezit blokların titizlikle birleştirilmesi ile inşa edilmiştir. Doğal bir su kaynağı üzerinde yapılmış büyük bir havuz ve dikdörtgen formda şekillendirilmiş kayalar üzerine kabartma tekniğinde yapılmış tanrı ve tanrıça figürlerinden oluşmaktadır.

2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne Hitit Kutsal Su Tapınağı olarak dâhil edilmiştir. Listeye dâhil edilmesindeki Üstün Evrensel Değerler Gerekçesi: Eflatunpınar su havuzunun özelliği, akan suların merkezi havuz sistemi ile toplanarak, gerektiği zaman tasarruflu bir şekilde kullanılan nadir su sistemlerinden biridir. Bu anıt sadece görünüş itibariyle, düzeniyle ve ikonografi yapısıyla ender anıtlardandır, aynı zamanda da yapımı esnasında kullanılan teknoloji ve sanatkârlık bakımından da çok nadide bir anıttır.

Bu nadide anıtı geride bırakıp İzmir’e doğru yola çıkıyoruz.

Yazı ve Fotoğraflar:

Mehmet Cengiz TÜMER