29 Ocak 2020 Çarşamba

GİZEMLİ BİR ANTİK YERLEŞİM; GERGA


GİZEMLİ BİR ANTİK YERLEŞİM; GERGA



Ben Marsyas. Çineli Çoban Marsyas. Bir gün koyunlarımla dağları, tepeleri dolanırken bir kaval / Flüt buldum. Kendi kendime çalmayı öğrendim. Gün geçtikçe kendimi geliştirdim. Artık ünüm tüm Karia bölgesine yayılmıştı. Tabii bu Tanrıça Apollon’un da kulağına gitmiş. Kendisi Lir çalardı. Bir söylenceye göre benim dağlarda bulduğum flüt de o’nunmuş, çalmayı beceremeyince fırlatıp atmış ve Lir çalmaya başlamış. Beni duyunca celallenmiş; “ Kimse, benden daha iyi müzik yapamaz, enstrüman çalamaz” diye. Yarışalım demiş, yarıştık. İlk turda yenişen olmadı. Apollon; enstrümanlarımızı bir de tersten çalalım dedi. Jürideki Kral Midas kabul etmese de diğer iki jüri kabul edince bir de tersten çalmayı denedik. Apollon lirini ters çevirince çalabildi ama ben flütümü ters çevirince çalamadım. Apollon “tamam” dedi “Kazandım.” Kral Midas kabul etmedi. Tanrıça kızdı ve Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirdi, beni de bir Tanrıça ile yarışma küstahlığını gösterdiğimi ileri sürerek canlı canlı derimin yüzülmesine hükmetti. Benim derim yüzülürken çok üzülen peri kızları Muse’ler gözyaşları döktüler, o kadar çok ağladılar ki gözyaşları çay oldu adına da Marsyas Çayı dediler.

Bir çok medeniyetler geldi geçti kıyılarımdan. Karyalılar, Likyalılar, Persler, Büyük İskender…
Yıllar yıllar sonra Romalılar gelip yerleşti kıyılarıma. Yazın usul usul akarım ama kış sonu ve ilkbaharda coşarım önüme ne var ne yok sürüklerim. İşte Romalı Vali de benim üzerime köprü yapmaya çalıştı ama her defasında coşkun sularımla yıktım sürükledim köprüyü. Sonunda pes eden vali bir yarışma açtı. Ve duyurdu ki “ Kim bu çayın üzerine dayanıklı, yıkılmayan köprü yaparsa biricik kızımla evlendireceğim.”
Bir yurttaş geldi ve yaz aylarında üzerime bir köprü yaptı. Kışı bekledi ilkbaharı bekledi. Benim coşkun sularıma dayandı köprü yıkılmadı. Valiye gitti; “ İstediğiniz köprüyü yaptım, kış geçti, bahar geçti azgın sular yıkamadı köprüyü, siz de sözünüzü tutun kızınızla evlendirin beni.” Dedi. Vali yanaşmadı kızını vermeye ve genci köprünün üzerinden çaya attırdı. Son nefesinde beddua etti genç “Bu köprüden gelin geçmesi nasip olmasın” diye O günden bugüne bu köprüden hiçbir gelin geçemedi. Köprünün adı da “ Gelin Geçmez Köprüsü” kaldı.
Yıllar yıllar geçti. 1990 yıllarında önüme set çekmeye başladılar. Suyumun önünü kesip baraj yapacaklarmış. Ve yaptılarda. 1995 yılında da hizmete açtılar. Artık o güzelim, o zarif köprü suların altında kaldı.
Güzel bir Ocak günü. Baraj gövdesinin ardında sessiz sakin uzanıyorum. Yukarılardan, uzaklardan Alabayır Köyü tarafından sesler geliyor. Benim öykülerimi konuşuyorlar. Bir yandan da boyunlarındaki makinelerle çevrelerini, devasa kayalıklarımı, üzerimde parlayan güneş ile gümüşi renge dönen gölümün fotoğraflarını çekiyorlar. Anladığım kadarıyla gizemli GERGA ‘ya doğru gidiyorlar.
Bunca yıllık geçmişime rağmen benim için de gizemini koruyor GERGA. Çok medeniyetler gördüm; Karyalılar, Likyalılar, Büyük İskender, Helenler, Romalılar... Ama GERGA… Benim için de gizemli… Bugüne kadar hiçbir kazı çalışması yapılmaması nedeniyle gizemini ve sırrını koruyor. Ara sıra çobanlar, kaçak define avcıları son zamanlarda da doğa yürüyüşçüleri ve fotoğrafçılar geliyor.
. . .



Aracımızı Alabayır Köyünde bırakıp kendimizi patikaya vurduk. Güzel bir Ocak Pazar gününde kâh bayır inerek kâh bayır çıkarak Çoban Marsyas’ın çoban arkadaşlarına selam vererek Marsyas’ın dev kaya blokları arasında iki saate yakın yürüdük ve bir tepeden Çine Adnan Menderes Barajını gördük. 


Önümüzde gümüş bir göl gibi sessiz sakin uzanıyordu. Taş duvarlardan, ağaç dalları ve çalı çırpılardan yapılmış kapılardan geçtik. Sonunda bir yamaca kurulmuş GERGA’ya ulaştık. Klasik Türkiye konusunda uzmanlaşmış olan bir arkeolog ve yazar olan ve Anadolu’nun antik kentlerini dolaşan Bean’in “ Burada ki kalıntılar öyle dikkat çekici ve alışılmadıktır ki, bana göre daha büyüleyici bir yer yoktur.” Dediği Gerga’ya.


Bir kent mi, bir köy mü, sadece bir tapınak mı, yoksa bir ibadet merkezi mi? Bilinmiyor. Helen mi, Karya mı, Roma mı? Bilinmiyor. Her bulgu bir diğerini çürütüyor. Civarda mermer yatakları olsa da binaların yapımında mermer kullanılmamış bölgenin kayalarından inşa edilen binaları incelediğimizde, taşların üst üste konularak, ancak mimari bir teknik ve büyük bir ustalıkla yerleştirildiklerini ve özellikle tapınak olduğunu düşündüğümüz yapının tavanının ahşap görünümlü bir teknikle yapıldığını hayranlıkla izliyoruz.



Gerga geniş bir alana yayılmış. Akropol diyebileceğimiz, yamacın en yüksek kısmına dev kaya bloklarını üst üste koyarak tapınak olduğunu düşündüğümüz bir yapı yapılmış ve üçgen alınlığında GERGAKOS yazıyor.

Bu ufak Karya yerleşiminin tarihi hakkında fazla bir bilgi bulunmamasına rağmen yerleşim içerisinde 19 – 20 değişik yerde kayalara kazınmış boyu 70 cm ile 1,5 metre arasında değişen “ GERGA” ya da “ GERGAKOM” yazıları dikkat çekiyor. Trafik levhası gibi.

Tepenin üzerine doğru kuzeydoğu yönünde devam edilirse yerleşimin merkezi olduğu düşünülen genişçe bir alana ulaşıyoruz. Bu bölgede çevreye dağılmış pek çok taş, heykel kaidesi, mezar ve duvar kalıntıları görülüyor. Şehirden kalan bu az miktarda bulgunun Roma dönemiyle bağlantılı olduğu sanılıyor. Yerleşimde Helenistik yapılaşmanın izleri görülmüyor. Gerga’daki anıtsal görünümdeki yapıların ve heykellerin antik çağ izleri taşıyan gizemli yapılar oldukları düşünülüyor. Buna rağmen antik çağın ünlü yazarları Strabon, Plinius ve Herodot bu yerleşimden söz etmemişler. Sarp kayalar üzerinde kurulu günümüzde bile güçlükle ulaşılan yerleşim hakkında az miktarda bilgiyi Fransız Gezgin Cousin’den almaktayız.. O tarihlerde yerleşim bölgesinde büyük heykeller olduğundan bahsetmesi burasının anıtsal bir bölge olduğunu veya anıtsal bir mabedin çevresinde kurulmuş küçük bir yerleşim olduğunu düşündürüyor. Gerçekten de tapınak olarak düşündüğümüz yapının hemen yanında kaidesinde devasa ayak parmaklarının bulunduğu bir heykel devrilmiş yatıyor. Muhtemelen ayaktayken frontal bir pozisyonda olan heykel Helen ve Roma medeniyetlerinde görülmeyen bir eser.



Tapınak yapısının hemen önünde ve tapınak tan yaklaşık iki metre aşağıdaki düzlükte; üzerinde GERGA yazan iki adet dev kaya stel ( dikilitaş ) dev kayalarla desteklenmiş şekilde halen ayakta. İki stel arasında yaklaşık 100x100 cm kare bir çukur ve etrafında yine destek taşları var. Bunun hemen önünde bir metrelik sekinin alt kısmında başı olmayan, devrilmiş devasa bir çıplak kadın heykeli – Kybele ?- görüyoruz. 


Ayakları ve göğsünün üzerindeki elleri sağlam. İlginçtir ki göbek deliği bile var. Söylenene göre 5 – 6 yıl öncesine kadar bu heykel ayaktaymış. Güneyde ki Stel’in hemen yanında 150 x 150 cm boyutlarında yekpare kayadan oyma, olukları bulunan düz bir kaya yer alıyor. Muhtemelen Sunak diye düşünüyoruz.


Kuzey doğuya biraz daha yürüdüğümüzde, kenarları çok güzel işlenmiş masa gibi düz bir devasa taş görüyoruz. Bunun hemen üzerinde ve tapınağa çapraz konumunda küçük bir kulübe ve bunun çaprazında aslan ve boğa başı kabartmalarıyla süslenmiş, içindeki oluktan anladığımız kadarıyla çeşme olduğunu düşündüğümüz bir yapı var.






Tekrar doğuya ve güneye ilerlediğimizde yine bir sekiden inilen düzlükte önü tamamen vadiye bakan açıklıkta dev kayalardan inşa edilmiş yaklaşık beş metre çapında ve sınırları bugünkü kaldırım taşı gibi taşlarla çevrelenmiş, yası taşlarla düzeltilmiş bir alanla karşılaşıyoruz. Burası için gerçekten bir yorumda bulunamıyoruz. Sanki bir helikopter – UFO – pisti gibi.



Fotoğraf molamızın ardından gizemlerimize yeni gizemler ekleyerek tekrar patikaya vuruyoruz. Önümüzde iki saatlik zorlu bir yürüyüş bizi bekliyor.

26 Ocak 2020
Yazı ve Fotoğraflar:
Mehmet Cengiz TÜMER