25 Eylül 2017 Pazartesi

ALSACE ŞARAP ROTASI - BÖLÜM 2

4.GÜN
SELESTAT, RIBEAUVILLE, RIQUEWIHR, KAYSERBERG


BİR AYI PENÇESİNİN İZİNDE SELESTAT
Dün akşam otele yerleşip Özgürlük Anıtı’nın mimarı Frederic Auguste Bartholdi nin doğduğu Colmar’ı kısaca keşfedip – akşam yemeği için mekan ve su vb gereksinimler için süpermarket bulma amaçlı – günün yorgunluğu ile otelimize  dönmüştük.
Sabah yağmurlu bir Colmar sabahına uyandık. Kahvaltı sonrası aracımızı alıp navigasyona Selestat yazıp yola düştük. Tüm yol boyunca şiddetli bir yağmur yağdı. Selestat’a varıp otoparka girdikten sonra önce yağmurun şiddeti azaldı ardından güneş açtı.


Şehrin - burası köyden biraz büyükçe – kemerli kapısından modern şehirden tarihi merkeze girdik. Katedral meydanındaki parkta turizm ofisini sorduğumuz genç kadın İngilizce olarak tarif etti. Turizm ofisinden şehrin haritasını içeren kitapçığı aldı. Görevlinin bize verdiği bilgi şimdiye kadar ilk kez bu kadar düzenli bir çalışmaya şahit olacağımız gösteriyordu. 


Kitapçığın ortasındaki krokide tarihi kent merkezi üzerine işaretlenmiş yürüyüş rotası var. Bu rota üzerinde belli aralıklarla üçgen pirinç levha üzerinde ayı pençesi izi var. 1 numaradan  - ki burası turizm ofisinin bulunduğu bina- görülmesi gereken yöne götürüyor. Hedefe vardığınızda üçgen büyük bir dikdörtgen pirinç levhaya dönüşüyor ve üzerinde durmanızı isteyen ayak izi ile numara görüyorsunuz. Kitapçıkta bu numarayı bulduğunuzda hedefin fotoğrafı, ismi ve hakkında kısa bilgiyi okuyabiliyorsunuz. Bu şekilde rotayı kimsenin yardımı olmadan iki saatte tamamlamanız mümkün. Biz de böyle ayı pençesinin izinde Selestatı geziyoruz.
1.    Commanderie Saint – Jean > Savaşa gitmeden önce Kudüs St. John şövalyelerinin toplşandığı en büyük kompleks
2.    Tribunal et chateau d’eau > Mahkeme binası ve su kulesi
3.    Bains Municipaux > Şehir hamamları
4.    Eglise Protestante > Protestan kilisesi
5.    Ecole du Centre > Merkezi şehir okulu, bina zaman zaman hapishane, kışla ve barut imalathanesi olarak da kullanılmış.
6.    Hotel de Ville
7.    Arsenal Sainte – Barbe > Cephanelik
8.    Synagogue > Sinagog
9.    Tour Neuve > Yeni kule
.  Remparts Vauban > Surlar


11.  Mediatheque- Agence culturelle d’Alsace > Alsaca Kültür Ajansı
12.  Ladhof > Ortaçağda Ren nehri aracılığı ile sebze meyve ticareti yapıldığı yıllarda liman binası olarak kullanılmış. 14. Yy da işlevini yitirmiş.
13.  Tanner’s District

14.  Rue des Oies > Adını halen görebileceğiniz ve zamanında 1911 yılına kadar halka tatlı su sağlayan pompadan alır.


15.  Jardin du Dahlia > İsveçli botanikçi Andreas Dahl’in 16. Yy da İspanya’dan getirdiği tohumlarla oluşturduğu bahçe
16.  Tour des Sorcieres > orijinal adı “ Niedertor” olan yapı 13 th yy da şehir surlarının parçası olarak yapılmış.
17.  Porte de Strasbourg > Strasbourg kapısı
18.  Eglise Saint-Georges > Saint-George Kilisesi
19.  Hotel d’Ebersmunster
20.   Corporation des bouchers > Kasaplar loncası
21.  Eglise Sainte-Foy
22.  Maison Goll > Goll


23.  Bibliotheque Humaniste > El yazması kitaplarında bulunduğu İnsanlık KütüphanesiEvi
24.  Cour des Prelats
Turumuzu tamamlıyoruz ve Ribeauville’ye doğru yola çıkıyoruz.


Ribeauville’ye girerken yağmur yeniden başlıyor. Hafta sonu olması nedeniyle kalabalık bir ziyaretçi var. Aracımızı tarihi merkezin dışındaki ücretsiz genel otoparka koyuyoruz ve yağmur altında yürüyerek köye giriyoruz.


Ribeauville aşağıdan yukarı doğru uzanan uzunca bir yol. Sokağın her iki yanında rengârenk orta Avrupa mimarisi binalar sıralanıyor. Ara ara küçük meydanlarla yol genişliyor. 



  

Bu meydanlardan birinde genişçe avluya açılan han kapısının üzerinde Mediaeval Market. Ortaçağ Pazarı.
İçeride Ortaçağ kıyafetine bürünmüş, satıcılar, sokak çalgıcıları, şarap, likör tadımı yaptıranlar, patates, peynir, süt ve kremadan bizim Muhlama’ya benzer yiyecek yapanlar, sepet örenler… İçerisi rengarenk, capcanlı… Restoranlar, kafeler dolu. Bugün üç gündür görmediğimiz kalabalığa şahit oluyoruz. Kafenin birinde 20 – 25 kişilik bir Neo-Nazi Alman gurubu ellerinde megafon,  önlerinde biralar ve sosis- patatesler marşlar söylüyorlar, sloganlar atıyorlar.



Yolun sonunda Cumhuriyet Meydanı. Yağmur olmasa burası güzel fotoğraf verecek ama yağmur bırakmıyor. Bir restorana sığınıyoruz. Hem yağmur geçsin hem de karnımızı doyuralım.


Yemek sonrası hızını azaltan yağmurla birlikte Riquewihr’e doğru yola çıkıyoruz.Turizm ofisinden aldığımız broşürün başlığında şöyle yazıyor; “ Gem of the wineyard”. Yani bağ yolunun mücevheri. Riquewihr gerçekten de bu rotanın en küçük ama en çekici köylerinden biri. Aracımızı köyün dışındaki ücretli otoparka bırakıp 100 metre yukarıdaki, havuzlar ve çiçeklerle süslenmiş küçük bir meydanda yer alan belediye binasının altındaki kemerli ve oymalı kapıdan köye giriyoruz. 

           

Sağlı solu rengârenk çiçeklerle bezenmiş evlerin, Protestan ve Katolik kiliselerinin yer aldığı caddede üst kapı Porte Haute’ye doğru yürüyoruz. Çiseleyen yağmurla girdiğimiz köyde üst kapıya vardığımızda hava açıyor, mavi bir gökyüzünde güneş parlıyor.







Riquewihr’den bugünkü son köyümüz olan Kaysersberge doğru yola çıkıyoruz. Kaysersberb bu yıl “ Le vıllage prefere des Francaıs 2017 “ seçilmiş. Nobel Barış Ödülü sahibi Dr. Albert Schweitzer’in doğduğu köy. Doğduğu ev bugün müze haline getirilmiş ve evin yanındaki küçük parkta büstü bulunuyor.


Kaysersberg ziyaretimiz şarap tadımı ile başlıyor. Köyün hemen girişindeki şarap tadım merkezinde genç bir kız bizi karşılıyor ve şaraplarından tadıyoruz. Biz şarap tadımı yaparken korna sesleri ile klasik bir arabada gelin konvoyu geçiyor. Kaysersberg dağların arasındaki düzlüğe kurulmuş içinden küçük bir ırmak geçen huzur dolu sakin bir köy. Biraz önce nikah törenine şahit olan ve halen iyi giyimli konukların bulunduğu kilise meydanında soluklanıyoruz. 

     

Daha sonra yapım tarihleri 1450 ile 1600 lü yıllara dayanan evlerin arasından köyün sonundaki Dr. Schweitzer’in evine doğru yürüyoruz. 


Evin yanındaki parkta Schweitzer’in büstünü selamlayıp arkasındaki meydanlığa kurulmuş seramik pazarı/ fuarını geziyoruz.
Akarsuyun kenarındaki yürüyüş yolunda sonbahar yaprakları arasında aracımızı park ettiğimiz otoparka doğru yürüyoruz.

5. GÜN ( 03 Eylül 2017 )


EGUISHEIM VE COLMAR
Colmar’ı  sona bırakarak Alsace’nın sırları içindeki son hazineyi  Egıisheim’i keşfedelim. Puslu bir eylül günü  Colmar’dan ayrılıp 30 km uzaklıktaki son durağımıza hareket ediyoruz. Günlerden Pazar ve saat sabahın henüz 10.00 u olduğu için sokaklar tenha ve yeni yeni açan hediyelik eşya dükkanlarının uykulu telaşı içinde kuzey kapısından kente giriyoruz. Aslında kent yerine köy dememiz daha uygun. Ortasından boydan boya geçen Granmd Rue ve tam köyün merkezinde Place du Chateau ve köyü bir çember gibi saran Rue du Rempart Sud ve Rue du Rempart Nord’ dan oluşuyor. Köy meydanında dokuz çeşmeli bir havuz ve havuzun ortasında bu köy için – bu köyde doğmasından dolayı - önemli bir şahsiyet Pope Leon IX un heykeli var.

    

Grand Rue boyunca yürüyerek diğer şehir kapısından Rue du Remport Sud’a  giriyoruz. Dar taş döşeli sokağın iki tarafında ortaçağdan kalma yarı ahşap kimisi virane kimisi bakımlı, rengârenk ve çiçeklerle bezenmiş evler sıralanmış. Bu turun bitiminde kiliseye uğruyoruz. Gerçekten kiliseden çok katedral yapısında çok görkemli bir kilise.




          

Kahve molasını Colmar’a saklayıp, dün akşam kaldığımız yerden keşfetmeye devam etmek için Colmar’a dönüyoruz.


Colmar’ın girişinde sizi Özgürlük Heykeli’nin küçük bir kopyası karşılıyor. Daha sonra da Tarihi Merkez ve Petite Venice’in yollarında Selestat’taki gibi pirinç üçgen levhalar üzerindeki Özgürlük Heykeli motifleri bizlere rehberlik ediyor. İlk iki akşamımızda otelimize yakın yerleri keşfedip küçük sevimli meydanlardaki restoranlarda akşam yemeklerimizi yemiştik. Hatta birinde buraya gelmeden tatmamak olmaz diyerek Salyangoz bile yemiştik. Altı gözlü resim paleti gibi bir tabakta her gözünde pesto soslu bir salyangoz şeklinde servis yaptılar. Açıkçası pesto sos ve hafif yanık tadı dışında çok özel bir tat almadım.


         

Geçen iki gün içinde dolaştığımız sokaklardan farklı olarak bir parkın çevrelediği geniş bir meydandan geçiyoruz. Parkın içinde klasik arabalar sergisi var. Arabalar pırıl pırıl, sahipleri başında gururla bilgi veriyor. Bir süre sonra sanırım dağılma saatleri geldi, hepsi birer birer motor çalıştırıp ayrıldılar.



Biz de parktan ayrılıp önce Kapalı Çarşısı’na Marche Couvert’e geliyoruz. Bizim orada olduğumuz tarihlerde Kapalı Çarşının bilmem kaçıncı kuruluş yılı olduğu için özel aktiviteler ver sergiler vardı. İçeride manavlar, şarküteri stantları, yöresel yemek yapan stantların bulunduğu renkli bir çarşı. Kanal turu için rezervasyonumuzu yaptırıp öğle yemeğini için tekrar çarşıya dönüm aperatif bir şeyler atıştırıyoruz. 


Yemek sonrası Kanal turumuz var. 12 kişi alan tahta ilkel ve elektrik motorlu sandallarda yapılıyor ve yaklaşık yarım saat sürüyor. Sandalı kullanan aynı zamanda rehberlik yapıyor, Almanca, İngilizce ve Fransızca bilgi veriyor. Bizim sandalın yarısı bizim takım yarısı da Alman turist gurubu olduğu için rehber hem Almanca hem de İngilizce sunum yaptı.( 6 €/ kişi)

        




        


Renkli ve Pazar olmasından dolayı kalabalık Colmar sokaklarında dolaşıyoruz, fotoğraflar çekiyoruz. Yorulunca akşam yemeği için güzel bir restorana rezervasyon yaptırıp dinlenmek ve akşam yemeği için üzerimizi değiştirmek için otelimize dönüyoruz. Bu akşam Dilara ve Canburak’ın birinci evlilik yıldönümü; güzel bir akşam yemeği ile bu günü kutlayacağız.
6. GÜN ( 4 Eylül 2017 )
MULHOUSE > İSTANBUL > İZMİR
Sabah kahvaltı sonrası eşyalarımızı aracımıza yükleyip otelimizden ve Colmar’dan ayrılıyoruz. Havaalanına geçmeden önce Mulhouse’a girip “ Panoramik bir şehir “ turu atıyoruz, akaryakıt istasyonundan depomuzu dolduruyoruz. ( Yaklaşık 470 km yaptık ve toplam 31 € luk yakıt kullandık.)
Masal gibi köyler arasında, bağlar arasında huzurlu bir tatili daha bitirip kaynayan kazan ülkemize dönüyoruz.

Yazı ve Fotoğraflar:
Mehmet Cengiz TÜMER
Eylül 2017
































































































21 Eylül 2017 Perşembe

ALSACE ŞARAP ROTASI

ALSACE ŞARAP ROTASI
Romantik Yol, Çınque Terre ve Toscana Vadisinin ardından bir başka temalı gezi rotamız :
  
 “ Alsace Şarap Rotası”.



1   1.  GÜN
Alsace (Alsas), Fransa'nın Almanya sınırında, Ren nehri ile sınırlanmış bir bölgesi. Almanya, Belçika ve İsviçre’ye sınır. Zaten ineceğimiz havaalanı Moulhouse’da üç ülke girişi olan bir havaalanı. 

Moulhouse Havaalanı

Aslında Basel’e iniyorsunuz ama ortak pasaport kontrolünden geçtikten sonra içerde yollar ayrılıyor. O nedenle çıkacağınız kapıya dikkat etmeniz, daha da önemlisi gezi öncesi internet üzerinden araç kiralıyorsanız Fransa’daki ofisinden olmasına dikkat ediniz Fransa ve Almanya AB üyesi oldukları için ikisi de Fransa kapısını kullanıyor.
Gelelim Alsace’nin kısa tarihine… Gezmeden önce nereye gittiğimiz bilmekte fayda var. Yoksa bizim gibi “ Biz yanlışlıkla Almanya’ya mı geldik” diye düşünürsünüz. Gerçekten de mimarisinden köy ve kasaba isimlerine kadar her şey Almanya’yı çağrıştırıyor
1240 lı yıllarda Avusturya İmparatorluğuna bağlı olan bölge, daha sonra zengin kömür ve demir yatakları nedeniyle Almanya ve Fransa arasında sürekli el değiştirmiştir. 1. Dünya savaşının çıkış nedenlerinden biri olan Alsace _ Loirente anlaşmazlığı sonucu bölge önce Almanya’nın işgali, ardından Almanya’nın savaşı kaybetmesi sonucu Versailles antlaşması ile tekrar Fransa’ya geçmiş. Bölgenin kaybını sindiremeyen Hitler 2. Dünya Savaşında tekrar işgal etmiş fakat savaşı kaybetmesiyle bölge sessiz sedası tekrar Fransa yönetimine geçmiştir.

Çekirdek gezi grubumuz ve Ford C-Max imiz

30 Ağustos ve uzatılmış Kurban Bayramı tatilini fırsat bilip uçak biletlerimizi alıp, booking.com dan otel rezervasyonlarımızı ve Hertz’den araç rezervasyonumuzu altı ay önceden yapmıştık. – Böyle popülist politikalarla yönetilen ülkede bayram tatilinin uzatılmasını tahmin etmek zor değil. –
Alsace bölgesine iki uçuşla gidebilirsiniz. Ya bizim yaptığımız gibi Basel – Moulhouse üzerinden ya da Strasbourg üzerinden. Güzel bir uçuş sonrası 13.15 de Basel’e iniyoruz. Altı kişi olduğumuz ve 7 koltuklu Ford Grand C-Max ( 570 € / 6 gün ) kiraladığımız için valizleri sırt çantası boyutunda tuttuğumuzdan bagaj bekleme sorunu olmadan hızlıca çıkış yaptık. Hertz’den çok güler yüzlü bir görevliden rezervasyon yaptırdığımız aracımızın işlemlerini yaptırıp, teslim aldıktan sonra araca yerleştik. Yapış yapış yağmur sıcağı bir hava bizi karşılıyor. Ama biz biliyoruz ki bu geceki yağmurla birlikte ertesi gün sıcaklıklar 9 – 10 derece birden düşecek.
Navigasyona otelimizin adresini girip Strasbourg’a doğru yola çıkıyoruz. Aslında Moulhouse ve Colmar’dan başlayıp yukarı doğru da bu tur yapılabilinir. Fakat tüm okuduğum bloglarda Strasbourg’dan Colmar’a doğru inmenin daha etkileyici olduğunu yazıyordu, biz de öyle yaptık.
Saat 16.00 gibi otelimizdeyiz. Otelimiz çevre yoluna 700 metre tarihi şehre ise 15 dakika yürüme mesafesinde. Otele yerleşip yarım saat ihtiyaç ve dinlenme molası verip tekrar lobide buluşuyoruz. Bugün Strasbourg’un tarihi kent merkezini keşfedeceğiz. Evine dönme telaşındaki insan kalabalığını ve tramvay duraklarını hızla geçip tarihi kent merkezine ulaşıyoruz. – Yolumuzun üzerinde çiçeklerle bezenmiş köprülerde soluklanmayı ve fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyoruz.-

Strasbourg

Belediye binası olduğunu düşündüğümüz binanın önündeki meydan havuzlarla, dev çiçek saksılarıyla süslenmiş. Şaşılacak bir şekilde ayaklarını havuza sokmuş onlarca anne çocuklarının külot ile havuzun içinde oynamalarını izliyor. Bir ara acaba Basmane’de ya da Konak’ta mıyız diye şüphelenmedim değil.






Bu arada havadaki pus yerini kara yağmur bulutlarına bırakıyordu. Belediye Meydanını geçip Katedral’e doğru ilerledik
Devasa bir katedral. Bunda da kahverengi taşlar oya gibi işlenmiş. Önünde geniş bir meydan ve bu meydana çıkan her biri mücevher gibi işlenmiş adeta maket görünümünde binaları barındıran sokaklar açılıyor. Katedralin çevresini ve ara sokakları dolaşıp bulduğumuz bir marketten alış veriş yapıp çiselemeye başlayan yağmurla birlikte otelimize dönüyoruz. Yağmur nedeniyle meydandaki kafeler ve restoranlar masa ve sandalyelerini topladığı için bu akşam yemeğini otelimizde halledeceğiz.


Yemek sonrası hızını azaltan yağmurla birlikte tekrar tarihi kent merkezine yürüyoruz. Yağmur sonrası gece ışıkları ile çok güzel görüntüler sunuyor bize. Yorgunluğumuzu motosiklet temalı bir barda yerel biraları ile atıyoruz.

     2. GÜN
OBERNAI VE PETİTE FRANCE

Sabah bulutlu ve her an yağmaya hazır bir havaya uyanıyoruz. Kahvaltı sonrası navigasyonumuzu köy yollarından gidecek şekilde ayarlayıp Onernai’ye doğru yola çıkıyoruz. Bugünkü programımız Obernai ve Schenkerberg bağ yolunu yapmak ve öğleden sonra da Strasbourg’a dönüp Petite France’ı gezmek.
Strasbourg’dan çıkıp köy yollarına düştüğümüzde öncelikle sağlı sollu mısır tarlaları sarıyor çevremizi. Hayvan yemi siljı yapmak için ekilmiş mısır tarlaları uçsuz bucaksız uzanıyor. Ufak tefek köylerden geçiyoruz. Her biri tertemiz ve bütün evlerin bahçeleri ve pencereleri sakız sardunyalarla bezenmiş. Köylerin giriş çıkışlarında büyük saksılarda rengârenk çiçek aranjmanları.



Programımızda olmamasına rağmen bir köy çok hoşumuza gidiyor ve mola veriyoruz. Sabah sessizliğinde köyün ana caddesinde biblo gibi evlerin arasında yürüyoruz. Yolun karşı kaldırımında çiçeklerle bezenmiş küçük bir meydan ve geniş avluya açılan cümle kapısını asmaların süslediği şarap tadım merkezi. Avluya giriyoruz kimseler yok. Kapıdaki yazıda saat 11.00 – 13.30 ve 15.30 – 17.30 yazısını görünce sadece fotoğraflamakla yetiniyoruz.

Pazaryeri

Obernai’ye vardığımızda aracımızı çok bakımlı bir mezarlığın altında ağaçlar arasında ayrılmış otoparka bırakıyoruz. Yolun sonu hemen kiliseye çıkıyor. Ellerinde Pazar çantaları ile gelen insanların ters yönünde yürüyoruz. Kilisenin önündeki meydan ve hemen aşağısındaki meydanda Pazar kurulmuş. Sebze meyveden kızarmış tavuğa yerel yemeklere, hamur işi ve tatlılara kadar her şeyi bulabilirsiniz. Bu kalabalık ve Pazar tezgâhları bizim fotoğraf almamızı biraz güçleştiriyor ama böyle bir şeye de tanık olduğumuz için şikâyetçi değiliz.

Katedral


Maison Romane

Turizm ofisini bulup köyün haritasını alıyoruz. İki rotamız var. Birincisi yaklaşık bir saat süren belirli bir yürüyüş parkurunu izlediğiniz rota diğeri şehri çevreleyen surların üzerinde yapabileceğiniz yaklaşık yarım saat süren ikinci rota. Biz çiseleyen yağmur altında birbirinden sevimli, rengarenk, pencereleri sakız sardunyalarla bezenmiş evler arasında haritamızı takip ediyoruz.


Sinagog

İlki 13th yüzyılda inşa edilmiş şapel ve kulesi sonra sırasıyla Maison Romane, Placa de l’Etolie, Eglise Saints Pierre et Paul, Altı kovalı kuyu, Şehir Salonu, Fastinger Bahçesi, Sinagog, Kasaplar binası, şehir surları ve Saint Odile çeşmesi.

6 kovalı kuyu

Hepsini dolaşıyoruz. Yağmurun hızlandığı bir ara kahve molası veriyoruz, yeniden devam ediyoruz. Öğle yemeği için bu bölgeye özgü Tarte Flammbe yemek için köy ve çiftlik temalı bir restorana oturuyoruz.

Tarte Flammbee ve şarap molası

             Tarte Flammbee bizim lahmacun hamuruna benzer bir hamur üzerine ekşi krema, soğan ve bacon ( domuz salamı) parçalarından oluşan ve lahmacun gibi fırında pişirilen bir lezzet. Bu temel üzerine siz istediğiniz malzeme ilave ettirebiliyorsunuz ya da bu şekilde klasik olarak yiyebiliyorsunuz. Eğer çok aç değilseniz bir tanesi iki kişiye yeterli gelebiliyor. Bir tanesi 9.50 € . Yanında da yöreye özgü beyaz şarap söyledik.



Schenkenberg bağları

Öğle yemeği sonrası aracımızı park yerinde bırakıp Schenkerberg bağ yoluna yöneldik. Mezarlığın karşısından karşıdaki tepeye sarıyoruz. Yaklaşık bir kilometre tırmandıktan sonra tüm Obernai’ye hâkim tepedeki 2. Dünya savaşında şehit olmuş 40.000 asker için dikilmiş anıtın bulunduğu seyir tepesinde hem soluklanıyoruz, hem Obernai’yi tepeden seyrediyoruz ve fotoğraflıyoruz. Karşımızdaki dağın zirvesindeki Saint Odile Manastırının üzerinde şimşekler çakıyor.
Schenkerber bağ yolunun başlangıç noktası da burası. Bağların arasında yaklaşık üç kilometre uzunluğunda bir yürüyüş yolu, üzümler dallarında, henüz bağbozumu yapılmamış. ( Meraklısına not; bu bölgede üzüm olarak Pinot Noir yetiştiriliyor.) Bir süre yürüyoruz tüm bağ yolunu tamamlamadan hevesimizi alınca kestirmeden Obernai merkeze, aracımızın yanına iniyoruz
Bu kez çevre yoluna çıkıp daha hızlı bir şekilde Strasbourg’a dönüyoruz. Aracımızı otelimizin parkına bırakıp ihtiyaç molası verdikten sonra Petit France turu için lobide buluşuyoruz. Dün katedrale giderken fotoğraf çektirdiğimiz köprüden sağa dönüp kanal boyunca 15 dakikalık bir yürüyüşle Petit France’ın girişine varıyoruz.

Petite France girişi




Burası kanallarla bölünmüş, taşıt girişine kapalı, rengârenk çiçeklerle bezenmiş köprüler ve rengârenk maket gibi evlerin yer aldığı bir bölge. Keyfini çıkararak sindire sindire dolaşıyoruz. Strasbourg’ta gezi tekneleri ile kanallarda gezebiliyorsunuz. Tur yaklaşık bir saat on beş dakika kadar sürüyor. Bu turda Strasbourg’un AİHM ve AP binasının bulunduğu modern kısmını görme şansınızda var. Tekneler Petite France’dan Katedral yönünde çıktıktan sonra Katedralden sağa giden sokağı kanala kadar takip ettiğinizde genişçe bir parkın kıyısından kalkıyor. Buradaki ekrandan kalkış saatini, gemideki yer durumunu görmeniz ve otomattan biletini almanız mümkün. (13 €/kişi ). Biz beş dakika farkla tekneyi kaçırdığımız için diğerini beklemedik ve kanal turu yapmadık. Colmar’da, Petite Venice de yaptık ama buradakinin yerini tutmaz. Eğer fırsatınız olursa yapmanızı öneririm.
Akşam yemeği sonrası gençler dün akşamki bara giderken biz eşimle otelde istirahate çekiliyoruz.
  
3.GÜN
MONT SAINTE – ODİLE, ITTERSWILLER, DAMBACH, HAUT KOENIGSBOURG
Üçüncü günümüz en yoğun programımızın olduğu gündü. Valizlerimizi aracımıza yükleyip Strasbourg’daki otelimizden ayrılıyoruz. Bugün navigasyonda ilk rotamız Mont Sainte Odile. Bir dağın tepesindeki manastır.. Köy yollarında mısır tarları ve sonrasında bağların arasında küçük sevimli ve çiçeklerle bezenmiş köylerden geçerek yolumuza devam ediyoruz. Bir yol ayrımında sapağı kaçırıyoruz ve yüz metre sonra kendimiz sevimli bir kent kapısında buluyoruz.





Boersch. Ve programı bir kez daha deliyoruz. Aracımıza köyü baştanbaşa geçtikten sonra – çünkü park yeri bulamıyoruz.- çıkış kapısının dışında park yeri bulabiliyoruz. Rengârenk orta Avrupa mimarisindeki evlerin ortasından yürüyerek köy meydanına iniyoruz.
Köy meydanında yaşlı bir Fransız teyze bize kilisenin bahçesindeki aziz heykeli hakkında Fransızca bir şeyler anlatıyor. Anlamadığımızı görmesine rağmen büyük bir çabayla vücut dilini de kullanarak anlatmaya devam ediyor. Anladığımız kadarıyla bu aziz köyün koruyucu azizi imiş. Köy meydanındaki stanttan Sainte Odile bölgesi ile ilgili broşürler alıyoruz. Bu broşürler gezimizin bu bölümüne yeni bir bakış açısı getirmemize neden oluyor. Sainte Odile aslında sadece dağdaki manastır değilmiş. Sainte Odile; bu azizin koruyuculuğunu yaptığı bölgenin adı. İrili ufaklı 12 köyü içeriyor. Özellikle şarabın ve şarap tadım merkezlerinin en çok bulunduğu yer. Özellikle Ottrott ve Rosheım de çok sayıda olmak üzere hemen hemen her köyde şarap tadım merkezi var. Rosheım’ı geçmiştik ama Ottrott yolumuzun üstündeydi, rotamızı buraya ve buradaki şarap tadım merkezlerine çevirdik.



Ottrott dağların eteğindeki düzlüğe geniş bir şekilde yayılarak kurulmuş bir köy. Köyün çevresinde daha çok modern –fakat zevkli- evler köyün merkezine ilerledikçe yöresel mimariye dönüyor. Yine sevimli, rengârenk ve çiçeklerle bezenmiş.
Önce kilisenin hemen altında köyün girişindeki çok sevimli bir binadaki turizm ofisine giriyoruz. Hoş sohbet bir bayandan bayağı detaylı bir bilgi alıyoruz. Köydeki üç tadım merkezinden şu an ikisi açıkmış. Hemen yakınımızdakine giriyoruz. Son derece sevimli bir şarap evinde son derece sevimsiz bir kadınla karşılaşıyoruz. İngilizce bilmiyor ya da konuşmuyor. Altı kişiye üç kadeh çıkardı ve iki cins şarap tadımı yaptırdı. Ama gayet gönülsüzce. Eh biz yine de teşekkür ederek şarap almadan çıktık. 



Diğer tadım yeri köyün aşağısında, sevimli bir avludaki maket gibi evin mahzenindeydi. Avluda kimse yoktu, zili çaldık. İki saniye sonra bizim rahmetli Ahmet Mete Işıkara gibi askılı pantolonuyla bir amca geldi ve hoş geldiniz diyerek bir dakika müsaade isteyip eve çıktı. Bir dakika sonra anahtarla inip mahzeni açtı ve üzerine pötikareli örtü serili masanın etrafına bizi davet etti. Hepimize bir kadeh verdi. İki şişe şarap getirdi önce biri hakkında bilgi verdi ve kadehlerimize bölüştürdü. Nasıl degüstrasyon yapacağımızı güzelce tarif edip tatmamızı istedi. İkinci şişeden de tadım yaptıktan sonra üç şişe şarap kucağımızda ayrılıyoruz sevimli ev sahibimizden.

Mont Sainte Odile





Bir sonraki durağımız Mont Sainte- Odile. Ottrott’tan sonra içine ışığın sızamadığı orman yolunda dağın zirvesine tırmandık. Geniş bir Alsace coğrafyasını kuş bakışı gören etrafı dik kaya yamaçlarla çevrilmiş tepeye kartal yuvası gibi kurulmuş manastır. Manastırın ana binası bugün otel olarak kullanılıyor. Ana binanın yanındaki binada da üç restoran ve sergi salonu bulunuyor. Dik kayalıkların üzerinde manastırı çepeçevre saran yürüyüş yolu ve duvarların çevirdiği bahçede Melekler Şapeli ve Gözyaşı Şapeli bulunuyor. Ottrott’taki şarap tadımı yaptığımız yerdeki sevimli amca; eğer Gözyaşı Şapelinde sessizce dua edersek oradaki ruhaniyeti hissedebileceğimizi söylemişti.
Daha çok öğrenci kantinine benzeyen sel servis restoranda Mezgit tava ve patates kızartmasından oluşan menümüz ( 7 € ) ile öğle yemeğimizi yiyoruz. Bu restoran 12.00 ile 14.00 arası yemek veriyor. Bu saatler dışında içecek ve aperatif atıştırmalıklar bulabilirsiniz.
Uydunun bile Navigasyonu görmediği sık ormandan tekrar ovaya iniyoruz ve Itterswiller’ye doğru direksiyon kırıyoruz.




Itterswiller, genişçe bir sırtın üzerinde iki üç kilometrelik bir yolun iki kenarına sıralanmış rengârenk evlerden, şarap dükkanlarından, şarap tadım merkezlerinden oluşuyor. Yolun sağında üzeri bağlarla dolu yamaçlar aşağılara uzanıyor. Ana cadde belli aralıklarla asmaların oluşturduğu taklarla süslenmiş. Bu yol üzerinde yaklaşık on, on beş tane şarap tadım merkezi var. Biz ikisini denedik.



Itterswiller
Itterswille’den ayrılırken alt açıdan köyün bir de panoramasını çekiyoruz.

Dambach




St. Sebastian Şapeli

Şimdiki rotamız 1500 yılından ortaçağdan kalma evleri ile Dambach. Şehrin üç kapısından biri olan kuzey kapısından giriyoruz. Bizim girdiğimiz kapı Neuthor, diğer kapılar Unterthor ve Grendelthor.  Aracımızı kapının hemen dışındaki otoparka bırakıp kapıdan yürüyerek geçiyoruz. Köyün nispeten yeni caddesinden ara sokaklara dalıp Sinagog, Ayı Çeşmesi “ Stockbrunne”, Rönesans evi, büyük yola taşan ahşap balkonları ile ortaçağ evlerinin ve de turizm ofisinin olduğu küçük sevimli meydana geliyoruz. Turizm ofisinden hem harita alıyoruz hem de köy hakkında bilgi. Şehri en güzel şehrin girişindeki sağdaki tepede bulunan St. Sebastian Chapel’inden görebileceğimizi öğreniyoruz. Meydandaki kafelerden birinde -İngilizce konuşan nadir Fransızlardan orta yaşlı bir teyzemin işlettiği kafede- hem kahve molası veriyoruz hem sohbet ediyoruz. Kahve sonrası yine ara sokaklardaki ortaçağ evlerinin arasında otoparka ulaşıyoruz. Aracımızı alıp hemen 300 metre yukardaki şapeli ziyaret ediyoruz.

Haut Koenigsbourg

Bugünkü programı epey aştık. Selestat’ı ertesi güne aktarıp son ziyaretimizi Haut Koenigsbourg’a planlıyoruz. Saat 17.00 e yaklaştı. Tüm bloglarda yolunun güzelliğini okuduğum şatoya tırmanmaya başlıyoruz. Yaklaşık yarı saatlik sık ve koyu orman tolunda tırmanıp zirveye varıyoruz. Tek tesellimiz gün içinde çok yoğun olan ve zaman zaman iki saatlere varan tırmanışı kısa sürede yapmak ve park yeri bulabilmek oldu. Şato tüm Alsace ovasını panoramik görecek bir şekilde kırmızı tuğladan yapılmış. En son ziyaretçiyi 17.30 da aldıkları ve kapıyı da 18.30 da kapattıkları için şatonun içine giremedik. Dışarıdan fotoğrafladık ve ortaçağ bahçesini gezebildik. Zaten bu destinasyonda amaç hedef değil yoldu ve biz de bunu sıkıntıya düşmeden başarmıştık.
Şimdi istikamet Colmar ve Colmar Ibıs Budget.

*Devam edecek
*Yazı ve fotoğraflar: Mehmet Cengiz TÜMER
Eylül 2017