4.GÜN
SELESTAT, RIBEAUVILLE,
RIQUEWIHR, KAYSERBERG
BİR AYI PENÇESİNİN İZİNDE
SELESTAT
Dün
akşam otele yerleşip Özgürlük Anıtı’nın mimarı Frederic Auguste Bartholdi nin doğduğu Colmar’ı kısaca keşfedip – akşam yemeği
için mekan ve su vb gereksinimler için süpermarket bulma amaçlı – günün
yorgunluğu ile otelimize dönmüştük.
Sabah yağmurlu bir Colmar sabahına uyandık. Kahvaltı
sonrası aracımızı alıp navigasyona Selestat yazıp yola düştük. Tüm yol boyunca
şiddetli bir yağmur yağdı. Selestat’a varıp otoparka girdikten sonra önce
yağmurun şiddeti azaldı ardından güneş açtı.
Şehrin - burası köyden biraz büyükçe – kemerli
kapısından modern şehirden tarihi merkeze girdik. Katedral meydanındaki parkta
turizm ofisini sorduğumuz genç kadın İngilizce olarak tarif etti. Turizm
ofisinden şehrin haritasını içeren kitapçığı aldı. Görevlinin bize verdiği
bilgi şimdiye kadar ilk kez bu kadar düzenli bir çalışmaya şahit olacağımız
gösteriyordu.
Kitapçığın ortasındaki krokide tarihi kent merkezi üzerine
işaretlenmiş yürüyüş rotası var. Bu rota üzerinde belli aralıklarla üçgen
pirinç levha üzerinde ayı pençesi izi var. 1 numaradan - ki burası turizm ofisinin bulunduğu bina-
görülmesi gereken yöne götürüyor. Hedefe vardığınızda üçgen büyük bir
dikdörtgen pirinç levhaya dönüşüyor ve üzerinde durmanızı isteyen ayak izi ile
numara görüyorsunuz. Kitapçıkta bu numarayı bulduğunuzda hedefin fotoğrafı,
ismi ve hakkında kısa bilgiyi okuyabiliyorsunuz. Bu şekilde rotayı kimsenin
yardımı olmadan iki saatte tamamlamanız mümkün. Biz de böyle ayı pençesinin
izinde Selestatı geziyoruz.
1.
Commanderie Saint – Jean > Savaşa gitmeden önce Kudüs St. John
şövalyelerinin toplşandığı en büyük kompleks
2.
Tribunal et chateau d’eau > Mahkeme binası ve su kulesi
3.
Bains Municipaux > Şehir hamamları
4.
Eglise Protestante > Protestan kilisesi
5.
Ecole du Centre > Merkezi şehir okulu, bina zaman zaman hapishane,
kışla ve barut imalathanesi olarak da kullanılmış.
6.
Hotel de Ville
7.
Arsenal Sainte – Barbe > Cephanelik
8.
Synagogue > Sinagog
9.
Tour Neuve > Yeni kule
. Remparts Vauban >
Surlar
11. Mediatheque- Agence
culturelle d’Alsace > Alsaca Kültür Ajansı
12. Ladhof > Ortaçağda
Ren nehri aracılığı ile sebze meyve ticareti yapıldığı yıllarda liman binası
olarak kullanılmış. 14. Yy da işlevini yitirmiş.
13. Tanner’s District
14. Rue des Oies > Adını
halen görebileceğiniz ve zamanında 1911 yılına kadar halka tatlı su sağlayan
pompadan alır.
15. Jardin du Dahlia >
İsveçli botanikçi Andreas Dahl’in 16. Yy da İspanya’dan getirdiği tohumlarla
oluşturduğu bahçe
16. Tour des Sorcieres >
orijinal adı “ Niedertor” olan yapı 13 th yy da şehir surlarının parçası olarak
yapılmış.
17. Porte de Strasbourg
> Strasbourg kapısı
18. Eglise Saint-Georges
> Saint-George Kilisesi
19. Hotel d’Ebersmunster
20. Corporation des bouchers > Kasaplar loncası
21. Eglise Sainte-Foy
22. Maison Goll > Goll
23. Bibliotheque Humaniste
> El yazması kitaplarında bulunduğu İnsanlık KütüphanesiEvi
24. Cour des Prelats
Turumuzu tamamlıyoruz ve Ribeauville’ye doğru yola
çıkıyoruz.
Ribeauville’ye girerken yağmur yeniden başlıyor. Hafta
sonu olması nedeniyle kalabalık bir ziyaretçi var. Aracımızı tarihi merkezin
dışındaki ücretsiz genel otoparka koyuyoruz ve yağmur altında yürüyerek köye
giriyoruz.
Ribeauville aşağıdan yukarı doğru uzanan uzunca bir yol. Sokağın her
iki yanında rengârenk orta Avrupa mimarisi binalar sıralanıyor. Ara ara küçük
meydanlarla yol genişliyor.
Bu meydanlardan birinde genişçe avluya açılan han
kapısının üzerinde Mediaeval Market. Ortaçağ Pazarı.
İçeride Ortaçağ kıyafetine bürünmüş, satıcılar,
sokak çalgıcıları, şarap, likör tadımı yaptıranlar, patates, peynir, süt ve
kremadan bizim Muhlama’ya benzer yiyecek yapanlar, sepet örenler… İçerisi
rengarenk, capcanlı… Restoranlar, kafeler dolu. Bugün üç gündür görmediğimiz
kalabalığa şahit oluyoruz. Kafenin birinde 20 – 25 kişilik bir Neo-Nazi Alman
gurubu ellerinde megafon, önlerinde
biralar ve sosis- patatesler marşlar söylüyorlar, sloganlar atıyorlar.
Yolun sonunda Cumhuriyet Meydanı. Yağmur olmasa
burası güzel fotoğraf verecek ama yağmur bırakmıyor. Bir restorana sığınıyoruz.
Hem yağmur geçsin hem de karnımızı doyuralım.
Yemek sonrası hızını azaltan yağmurla birlikte Riquewihr’e doğru yola çıkıyoruz.Turizm
ofisinden aldığımız broşürün başlığında şöyle yazıyor; “ Gem of the wineyard”.
Yani bağ yolunun mücevheri. Riquewihr gerçekten de bu rotanın en küçük ama en
çekici köylerinden biri. Aracımızı köyün dışındaki ücretli otoparka bırakıp 100
metre yukarıdaki, havuzlar ve çiçeklerle süslenmiş küçük bir meydanda yer alan
belediye binasının altındaki kemerli ve oymalı kapıdan köye giriyoruz.
Sağlı
solu rengârenk çiçeklerle bezenmiş evlerin, Protestan ve Katolik kiliselerinin
yer aldığı caddede üst kapı Porte Haute’ye doğru yürüyoruz. Çiseleyen yağmurla
girdiğimiz köyde üst kapıya vardığımızda hava açıyor, mavi bir gökyüzünde güneş
parlıyor.
Riquewihr’den bugünkü son köyümüz olan Kaysersberg’e doğru yola
çıkıyoruz. Kaysersberb bu yıl “ Le vıllage prefere des Francaıs 2017 “
seçilmiş. Nobel Barış Ödülü sahibi Dr. Albert Schweitzer’in doğduğu köy.
Doğduğu ev bugün müze haline getirilmiş ve evin yanındaki küçük parkta büstü
bulunuyor.
Kaysersberg ziyaretimiz şarap tadımı ile başlıyor. Köyün hemen
girişindeki şarap tadım merkezinde genç bir kız bizi karşılıyor ve
şaraplarından tadıyoruz. Biz şarap tadımı yaparken korna sesleri ile klasik bir
arabada gelin konvoyu geçiyor. Kaysersberg dağların arasındaki düzlüğe kurulmuş
içinden küçük bir ırmak geçen huzur dolu sakin bir köy. Biraz önce nikah
törenine şahit olan ve halen iyi giyimli konukların bulunduğu kilise meydanında
soluklanıyoruz.
Daha sonra yapım tarihleri 1450 ile 1600 lü yıllara dayanan
evlerin arasından köyün sonundaki Dr. Schweitzer’in evine doğru yürüyoruz.
Evin
yanındaki parkta Schweitzer’in büstünü selamlayıp arkasındaki meydanlığa
kurulmuş seramik pazarı/ fuarını geziyoruz.
Akarsuyun kenarındaki yürüyüş yolunda sonbahar
yaprakları arasında aracımızı park ettiğimiz otoparka doğru yürüyoruz.
5. GÜN ( 03 Eylül 2017 )
EGUISHEIM
VE COLMAR
Colmar’ı
sona bırakarak Alsace’nın sırları içindeki son
hazineyi Egıisheim’i keşfedelim. Puslu bir
eylül günü Colmar’dan ayrılıp 30 km
uzaklıktaki son durağımıza hareket ediyoruz. Günlerden Pazar ve saat sabahın
henüz 10.00 u olduğu için sokaklar tenha ve yeni yeni açan hediyelik eşya dükkanlarının
uykulu telaşı içinde kuzey kapısından kente giriyoruz. Aslında kent yerine köy
dememiz daha uygun. Ortasından boydan boya geçen Granmd Rue ve tam köyün
merkezinde Place du Chateau ve köyü bir çember gibi saran Rue du Rempart Sud ve
Rue du Rempart Nord’ dan oluşuyor. Köy meydanında dokuz çeşmeli bir havuz ve
havuzun ortasında bu köy için – bu köyde doğmasından dolayı - önemli bir
şahsiyet Pope Leon IX un heykeli var.
Grand Rue boyunca yürüyerek diğer şehir kapısından
Rue du Remport Sud’a giriyoruz. Dar taş
döşeli sokağın iki tarafında ortaçağdan kalma yarı ahşap kimisi virane kimisi
bakımlı, rengârenk ve çiçeklerle bezenmiş evler sıralanmış. Bu turun bitiminde
kiliseye uğruyoruz. Gerçekten kiliseden çok katedral yapısında çok görkemli bir
kilise.
Kahve molasını Colmar’a saklayıp, dün akşam
kaldığımız yerden keşfetmeye devam etmek için Colmar’a dönüyoruz.
Colmar’ın girişinde sizi Özgürlük Heykeli’nin küçük
bir kopyası karşılıyor. Daha sonra da Tarihi Merkez ve Petite Venice’in
yollarında Selestat’taki gibi pirinç üçgen levhalar üzerindeki Özgürlük Heykeli
motifleri bizlere rehberlik ediyor. İlk iki akşamımızda otelimize yakın yerleri
keşfedip küçük sevimli meydanlardaki restoranlarda akşam yemeklerimizi
yemiştik. Hatta birinde buraya gelmeden tatmamak olmaz diyerek Salyangoz bile
yemiştik. Altı gözlü resim paleti gibi bir tabakta her gözünde pesto soslu bir
salyangoz şeklinde servis yaptılar. Açıkçası pesto sos ve hafif yanık tadı
dışında çok özel bir tat almadım.
Geçen iki gün içinde dolaştığımız sokaklardan farklı
olarak bir parkın çevrelediği geniş bir meydandan geçiyoruz. Parkın içinde
klasik arabalar sergisi var. Arabalar pırıl pırıl, sahipleri başında gururla
bilgi veriyor. Bir süre sonra sanırım dağılma saatleri geldi, hepsi birer birer
motor çalıştırıp ayrıldılar.
Biz de parktan ayrılıp önce Kapalı Çarşısı’na
Marche Couvert’e geliyoruz. Bizim orada olduğumuz tarihlerde Kapalı Çarşının
bilmem kaçıncı kuruluş yılı olduğu için özel aktiviteler ver sergiler vardı.
İçeride manavlar, şarküteri stantları, yöresel yemek yapan stantların bulunduğu
renkli bir çarşı. Kanal turu için rezervasyonumuzu yaptırıp öğle yemeğini için
tekrar çarşıya dönüm aperatif bir şeyler atıştırıyoruz.
Yemek sonrası Kanal
turumuz var. 12 kişi alan tahta ilkel ve elektrik motorlu sandallarda yapılıyor
ve yaklaşık yarım saat sürüyor. Sandalı kullanan aynı zamanda rehberlik
yapıyor, Almanca, İngilizce ve Fransızca bilgi veriyor. Bizim sandalın yarısı
bizim takım yarısı da Alman turist gurubu olduğu için rehber hem Almanca hem de
İngilizce sunum yaptı.( 6 €/ kişi)
Renkli ve Pazar olmasından dolayı kalabalık Colmar
sokaklarında dolaşıyoruz, fotoğraflar çekiyoruz. Yorulunca akşam yemeği için
güzel bir restorana rezervasyon yaptırıp dinlenmek ve akşam yemeği için
üzerimizi değiştirmek için otelimize dönüyoruz. Bu akşam Dilara ve Canburak’ın
birinci evlilik yıldönümü; güzel bir akşam yemeği ile bu günü kutlayacağız.
6.
GÜN ( 4 Eylül 2017 )
MULHOUSE
> İSTANBUL > İZMİR
Sabah kahvaltı sonrası eşyalarımızı aracımıza
yükleyip otelimizden ve Colmar’dan ayrılıyoruz. Havaalanına geçmeden önce
Mulhouse’a girip “ Panoramik bir şehir “ turu atıyoruz, akaryakıt istasyonundan
depomuzu dolduruyoruz. ( Yaklaşık 470 km yaptık ve toplam 31 € luk yakıt
kullandık.)
Masal gibi köyler arasında, bağlar arasında huzurlu
bir tatili daha bitirip kaynayan kazan ülkemize dönüyoruz.
Yazı ve Fotoğraflar:
Mehmet Cengiz TÜMER
Eylül 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder