4 Haziran 2023 Pazar

PUGLIA; ÇİZMENİN TOPUĞU...

 

PUGLİA; ÇİZMENİN TOPUĞU

22 – 20 MAYIS 2023

2020 Mayıs ayında gerçekleştirmeyi planladığımız bir geziydi. Ancak 2020 ayının başında patlayan ve öncelikle İtalya ve İspanya’da yaşamı felakete dönüştüren ardından Mart ayında bizleri de üç yıl süre ile evine kapatan Corona virüs pandemisi nedeniyle bu gezimizi zorunlu olarak ertelemiştik. Hayatımızı ve dünyaya açılışımızı oldukça zorlu kılan ekonomik şartlar ve döviz kuruna inat Mayıs 2023 de bu gezimizi tekrar gündeme aldık. TÜMER&TÜMER Gezi Timinin Berlin ayağı Canburak ve Dilara TÜMER ile aylar öncesinden planımızı yaptık, biletlerimizi aldık, konaklamalarımızı ayarladık ve hatta aracımızı bile kiraladık.

19 Mayısta Berlin’e uçup 3 gün Berlin’de hasret giderdikten sonra 22 Mayıs 2023 de RyanAir ile Roma’ya uçtuk. Roma Havaalanından AVIS’ten kiraladığımız aracı ( Mercedes A180d )alıp yola düştük. 450 km ve kahve molaları ile yaklaşık 5 saat kâh yağmurlu kâh bulutlu bir havada akşam 21.30 gibi Bari’ye vardık. Navigasyonun bizi yanlış yönlendirmesi sonucu Bari’nin dar sokaklarında kaybolduk, sıkıştık ve bir saat gecikmeyle hostelimize yerleştik. Yol yorgunluğu ve son bir saatin stresi ile hemen uyuduk.

2. GÜN

Sabah çok güzel bir Bari sabahına uyandık. Ev sahibimizin hazırlayıp bıraktığı muhteşem kahvaltı ile güne güzel bir başlangıç yaptık. Sonrasın da aracımızı akşam park ettiğimiz kapalı otoparktan alıp limana indik ve açık otoparka bırakıp liman yönünden Via Venice’den Bari’nin Bari Vecchia denilen tarihi merkezine girdik.



Bari,
Adriyatik kıyısında bir liman şehri. Bari Vecchia denen bölge eski şehir kısmı, dar ve labirent benzeri sokaklarında gezmek, sokak aralarındaki geleneksel yaşamı görmek pek keyifli, bazı camlardan sonuna kadar açılmış müzik sesi yükseliyor, sokak genişlikleri neredeyse 2 metre, karşılıklı camdan cama elleri değecek yakınlıkta, eh öyle olunca bütün mahalle bu müziği dinliyor. İnsanları çok samimi ve doğal.

Bari’nin en bilinen yeri eski şehrin sahilden girilen Piazza Mercantile, Mercantile meydanı restoranları, dondurmacıları, kafeleriyle renkli bir yer.




Meydanın bir köşesinde bir zamanlar borcunu ödemeyenlerin bağlanarak halka sergilendikleri Colonna Delle Gıustizia yani Adalet Sütunu var.



Ayrıca meydana girişte Adalet sütunu solunuzda kalacak şekilde ara sokaklara devam ettiğinizde daha küçük bir meydandaki Aziz Nikola Bazilikasına ulaşacaksınız.

Bazilikayı gezdikten sonra, Bari ve Puglia bölgesine özel focaccia’nın tadına bakma zamanı. Focaccia ekmek hamuru gibi bir hamur üzerine zeytin, kekik ve küçük domateslerden bolca konmuş küçük bir pizzayı andırıyor. Bazilikanın deniz tarafına bakan arka duvarının sokağında bir fırın hem en eski hem de en güzel yapan olarak tavsiye edildi ve bizde meşhur Panificio Fiore fırınını bulduk, ama henüz kahvaltı yaptığımız için tadına bakamadık.






Mercantile meydanı eski şehrin dar ara sokaklarına açılıyor. Bu sokaklardan en eğlencelisi Strada Arco Basso, burada sokağa kurdukları masalarında karşılıklı hem orrecchiette yapan hem de sohbet eden kadınları göreceksiniz. Orrecchiette bu bölgeye özel, elde yapılan bir makarna türü, küçük bir kulak şeklinde, zaten anlamı küçük kulakçık demekmiş, tadı da müthiş, gerçekten çok güzel, hem yapıyor, hem satıyorlar. Bari de eski şehir kısmı surlarla çevrili bir bölge içinde, surların dışına çıktığınızda sahile, Lungomare denen kordon boyuna inmiş oluyorsunuz, buradaki plajlardan denize giriliyor.

Polignano a Mare:, burası falezler üzerine kurulmuş çok şık bir İtalyan sahil kasabası. Denizi, plajları, dar sokakları, butik mağazaları, kafeleri ve en önemlisi sosyal medyada yayınlanan fotoğrafı ile neresi burası diye merak yaratan  Polignano a Mare görülmesi gereken çok güzel bir kasaba. Biz aracımızı bir marketin yanındaki halka açık ve ücretsiz bir otoparka bıraktık ve kısa bir yürüyüşle tarihi ve turistik merkeze girdik.* Bu arada İtalya’daki otoparklar için meraklısına bir not. Burada otoparklar üç renk çizgi ile ayrılımış. Beyaz olanlar halka açık ve ücretsiz, sarı olanlar özel izinli ya da engelliler için, mavi olanlar halka açık ama ücretli park alanındaki bilet otomatından 1 € / saat karşılığı ne kadar kalmayı düşünüyorsanız o kadarlık bilet alıyorsunuz. Biz dönelim yine Polignano a Mare’ye. Öncelikle falezlerin üzerine kurulu çok şık bir kafede kahve molası veriyoruz. Sonrasında Polignano a Mare sokaklarında dolaştık, kafeler, butik mağazalar, meydanları ile çok şık. Teraslarından falezleri ve falezler arasındaki koyları ve plajları izledik.








Monopoli kasabasına girdik öğle yemeği molası için. Öyle güzel bir balıkçı kasabası ki, kalesi, renkli kayıklar, kumsalları, balıkçıları yavaş yavaş işlerini yapıyor, sahilde iş günü olmasına rağmen şehirde de çıt çıkmıyor. Aracımızı bu kez merkeze daha uzak bir otoparka koyduk. Öğle güneşinde tarihi şehir merkezine kadar ıssız ve sessiz caddelerde yürüdük. Sanırım sessizliği nedeni herkesin yemek için bir restorana oturmasıymış. Çünkü restoranların bulunduğu meydandaki hiçbir Trattoria’ da yer bulamadık. Açlık ve sıcak bunaltınca bir kafe / bara oturduk ve bu gezimizin en pahalı ve en lezzetsiz yemeğini yedik. İtalyanların siestaya çekildiği saatlerde biz bu sahil kasabasının dar sokaklarının gölgelerinde dolaşıp limanına kadar indik ve sonra aracımıza döndük.





Rotamızda Beyaz Şehir “ Citta Bianca” olarak bilinen Ostuni var. Aracımızı kentin girişindeki açık otoparka koyuyoruz, ücretini ödeyip biletimizi alıyoruz ama bizdekiler gibi bir değnekçi abi yaklaşıp sohbet açıyor ona da bir şarap parası takdim edip şehrin yokuşlarını tırmanmaya başlıyoruz.

Ostuni kasabası Adriatik denizine 8 km mesafede, beyaz badanalı evleri ile vadiden hemen dikkat çekiyor ve bu sebeple “la citta bianca” yani beyaz şehir olarak biliniyor, şehrin çevresine yapılmış olan surları bile bembeyaz.

Şehrin meydanı Piazza Della Liberta büyük bir meydan, meydanda San Francesco kilisesi var, kasabanın en üst noktasına Via Catedrale caddesinden yukarı, sokaklarında döne döne keyifle yürüyerek çıkıyoruz, evler, sokaklar çok güzel, en tepeye çıktığımızda ise kasabanın sanki sonu gibi olan Adriyatik denizine bakan yöndeki manzara nefes kesiyor. Sağ ve sol yöne baktığımızda alabildiğine, gözümüzün görme mesafesini de aşan zeytinlikleri görüyoruz, inanılmaz bir manzara, sessizlik ve ilerde Adriyatik denizi… Sanki zeytin ağaçlarının hışırtısı duyuluyor vadiden doğru, anlatılır gibi değil, görmeniz lazım.












Birindisi, bu akşam konaklayacağımız durağımız. Açıkçası bu programı oluştururken Birindisi’den konaklama dışında bir şey beklemiyordum. Ama yanılmışım. Gezimizin en keyifli duraklarından biri oldu. Konaklayacağımız airBnb evimiz tarihi şehrin merkezinde, şehrin en yüksek noktasındaydı. Odamızdan çıkıp sağa döndüğümüzde yeni yerleşime, sola döndüğümüzde tarihi sokaklardan ve merdivenlerden inerek limana varıyorsunuz. Odamıza yerleşip yemek saati geldiği için ev sahibimizin önerdiği restoran için limana indik. Bu restoran bugün kapalı olduğu için hemen yanındaki restorana oturduk iyi ki de oturmuşuz. Gün batımında, deniz kokusunda çok iyi bir servis ile çok güzel ve hesaplı bir akşam yemeği yedik. Tabiiki Sicilya şarabımızın eşliğinde. Günün tüm yorgunluğu geçti. Yemek sonrası tarihi sokaklarda. Tarihi meydana ve katedrali ziyaret edip evimize gittik.











3. GÜN

Sabah ilk güne göre daha zayıf bir kahvaltı sonrası çıkış saatimiz olan 11.30 kadar Birindisi’yi gün gözüyle keşfetmeye çıktık. Aracımızı da akşam özel bir otoparka koymuştuk oradan da çıkış saatimiz 12.00 idi. Bu otoparkın gecesi 20 € idi ( meraklısına ). Bu kez sağa dönüp yeni  ve modern şehri keşfettik. Caddelerini, meydanlarını, Pazar yerlerini dolsaşıp sonra yeniden limana inip kaldırıma attığı piyanosunda sokak müziği yapan abimizin" Let It be" melodileri eşliğinde liman boyunca yürüyüp merdivenlerden tekrar tarihi merkeze girip meydanı, katedrali ve dar sokakları yeniden dolaşıp Birindisi'den, bu keyifli şehirden ayrılıyoruz. Rotamız bu kez ünlü Türk Yönetmen, Karşı Pencere’nin yönetmeni Ferzan Özpetek’in Serseri Mayınlar filmini çektiği, saman sarısı binaları barındıran daracık sokakların kenti Lecce.

Aracımızı Lecce’nin modern kısmında bugüne kadar gördüğüm en temiz, en düzenli, en güvenlikli otoparkına koyup İzmir’i bilenler için Bornova’daki Büyük Park benzeri bir parktan geçerek tarihi merkeze giriyoruz. Bu arada yakındaki bir lisenin öğrencileri parkta, açık havada kümeler halinde ders yapıyorlar. Onları keyifle izleyip tarihi merkezin dar sokaklarında kayboluyoruz.



Hedefimiz Sant’Oronzo meydanı. Meydan öğle ışığıyla çok daha güzel ve özel. Çevresindeki barok tarzı binalar, meydandan açılan sokaklar, geçitler çok güzel.



Daha sonra Lecce’nin dar ve tarihi sokaklarını keşfe devam ediyoruz.. Sant’Oronzo meydanına yakın bir arka sokaktaki meydanda Santa Croce Bazilikası’na geçtik ama bir evlilik töreni olduğu için içine giremedik. Muhteşem heykeller ve kabartmalarla dolu bir duvarı ve kapısı var gerçekten muhteşem bir yapı.” Bazilika’nın bizi de ilgilendiren bir yönü var, dış cephesinde İnebahtı Deniz savaşında esir alınan Osmanlı askeri figürleri de yer almış. Bu figürlerde Osmanlı askerleri mutsuz, yorgun, yük taşıtılıyorken gösterilmiş, ayrıca ağzında hilal taşıyan yunuslar da yer alıyor duvarda, bu hilal Osmanlıyı temsil ediyor maalesef.” Diye okumuştum bir blog yazısında ama açıkçası ben bu Osmanlı askerlerini göremedim.







Geldiğimiz yolda geri dönüp tekrar Sant’Oronzo Meydanına çıktık. Meydanın etrafından dolanıp Duomo’ya giderken binaların altında kalan bir kısmı çıkarılmış ve çevresi korumaya alınmış küçük bir antik tiyatro  gördük, binalar arasına sıkışmış bir antik tiyatro.




Daha sonra Lecce sokakları keşfine devam ederek eski şehrin 3 giriş kapısından biri olan Porta Napoli/ Napoli kapısına ulaşmadan dar sokakların gölgesindeki bir restoranda buraya özgün domates ve fesleğen soslu, ricotto peyniri rendelenmiş Orriechietti makarnamızı yedik soğuk bir bira eşliğinde., 




Lecce barok mimarisi yoğun bir şehir ve esas ilginç olan şehrin altında tamamen tarih yatıyor olması. Ama sıcaktan mıdır, kalabalıktan mıdır bilmiyorum benim için hayal kırıklığı olmasa da beklediğimi bulamadığımı düşünüyorum. 



Lecce’den Otranto’ya gitmeden önce bir doğal oluşum ve obruk olan Cava di Bauxite  i görmek istiyoruz. Anayoldan ayrılıp, toprak bir yolda deva edip bir süre sonra aracımızı bırakarak patikadan bu obruğu bulup, görüp, fotoğraflayıp tekrar yola çıkıyoruz.

Otranto, Yola devam edip Otranto’ya ulaştık, Otranto yat limanı da olan bir sahil kasabası, yine eski şehir tarafı güzel, korunmuş, temiz bakımlı evleri, dar ara sokakları, eski şehri çevreleyen güçlü surları, kalesi ile güzel bir şehir.









Bu durak gezimizin kum, deniz, güneş durağı oldu. Otelimizin hemen önündeki halka açık kumsalın diz boyunu geçmeyen plajında “çimerek” yaz sezonunu açtık. Ardından duşumuzu alıp şık giysilerimizi giyip piyasaya çıktık. Deniz kenarından, restoranların da olduğu meydandan ve parklardan geçip dondurmamızı da alıp Kaş’ın Uzun Çarşısına benzer bir sokaktan surların ardındaki tarihi şehre girdik. Hediyelik eşya dükkânlarına baka dolana katedralin olduğu meydana çıktık. Kilisenin zemin mozaikleri ve tavan işlemeleri muhteşemdi, alt kattaki Yerebatan Sarnıcını andıran salonda da küçük bir ayin vardı. Kiliseyi kutsayıp yine tarihi şehrin sokaklarına döndük. Limandaki şık ve sevimli restoranların birinde akşam yemeğimizi alıp, ertesi günün programını gözden geçirip dinlenmek için odalarımıza çekildik. Kolay değil bugün de 20.000 adım yapmışız. Ha Otranto’dan ayrılmadan bir not. Aşağıdaki yazıyı da bir blog’da okudum, ne derece doğrudur bilmiyorum ama bir ek bilgi olarak paylaşayım.

Otranto’nun bizim tarihimizde de önemli bir yeri var aslında…

Fatih Sultan Mehmet döneminde Arnavutluk ve Dalmaçya kıyılarını fetheden Osmanlı, İtalya’ya da güneyden girmeyi dener ve o dönemde kıyı savunması en güçsüz olan Otranto’yu 1480 yılında 100 donanma gemisi ile fethederek karaya çıkış yapar. Buradan Lecce, Brindisi ve Taranto şehirlerini de ele geçirmek üzere hamleler yaparlar ama Napoli krallığı geri püskürtür. 13 ay Otranto’da Osmanlı orduları işgali devam etmiş, şehre yerleşmişler, ama halk şehri terk etmiş, kaçıp gitmiş ve Osmanlı’ya yiyecek ikmali yapmayı reddetmişler. Bu da Osmanlı ordusunu güçsüz ve zor durumda bırakmış.

Osmanlı Otranto’da halkı Müslüman olmaya da zorlamış, Müslüman olmayı kabul etmeyen 800 kişinin kafasını maalesef kesmişler, başları kesilenler aziz ilan edilmiş ve şimdi iskeletleri ile kafatasları Otranto katedralinde sergilenmekte. Çok tatsız bir durum maalesef. O dönemde İtalya ve Papalık çok paniklemiş, hatta Papa kaçıp İspanya ya da Fransa’ya sığınma planları yapıyormuş ama Fatih Sultan Mehmet’in bir sefere “Roma olduğu sanılıyor” hazırlandığı ve sefere çıktığı ilk günlerinde İzmit tarafında 1481’de hastalanıp ani ölümü İtalya seferinin devam etmesini önlemiş ve Otranto’daki donanma geri çekilmiş böylece İtalya rüyası da sona ermiş…”

4. GÜN

Otrantodan ayrılıp rotamız üzerindeki küçük ama sevimli bir yerleşim Gallipoli’ye doğru yola çıkıyoruz. Bu Adriyatik kıyısında göreceğimiz son sahil kasabası, daha sonra Itria Vadisine girip dağlara doğru çıkacağız.

Gallipoli, Öncelikle ismi ben de merak uyandırdı, bizim Gelibolu ile ilgisi var mı acaba dedim, ama isminin Yunanca Kallipolis’den “güzel şehir” anlamına geldiğini öğrendim. Gallipoli, ilk şehre girişte bu şehir pek kayda değer değil herhalde dedirtti ama sonra eski şehir bölgesini gezince bu düşüncemiz değişti ve ismini hak ettiğine karar verdik.









6.yy da yapılmış bir köprü ile bağlı olan küçük bir adacık olan eski şehir bölgesi. Ama ne eski şehir,  ara sokaklar tam İtalyan, mahalle arası muhabbeti, küçük pizzacılar, sokakta koşturan top oynayan, bisiklet binen çocuklar, pencereden sarkmış bakan, sağa sola laf atan kadınlar, dar sokakların açıldığı küçücük meydanlar ve o meydanlarda kilise bahçesinde, banklara oturmuş sohbet eden yaşlılar.

Gallipoli’nin eski şehir bölgesine girişte bir balıkçı barınağı, balık hali ve köprü bağlantısı, köprünün solunda  14.yy da yapılmış olan Angioino kalesi var ve çevresi denize dimdik bir duvar ve hemen tüm eski şehrin çevresinde adayı dolanan deniz manzaralı bir yol ile çevrili, o yolda bir kaç tane açılmış az sayıda ceplerde kafeler restoranlar var, kafelerde oturup denizi seyrederek keyif yapmak büyük zevk. Ama yolcu yolunda gerek. Rotamız bu gece konaklayacağımız Martina Franca.

Artık Itria Vadisindeyiz. Asırlık zeytin ağaçlarının bulunduğu bahçeler arasındaki köy yolunda 30 km hızla ilerliyoruz.  Yol çok keyifli. Martina Franca’ya vardığımızda kentin meydanında büyük bir açık otopark buluyoruz. Halka açık ve ücretsiz. Sadece Çarşamba günleri park yasağı var. Kalacağımız airBnb evi hemen meydana açılan sokakların birinde. Aracımızı park edip, eşyaları evimize bırakıp, elimizi yüzümüzü yıkayıp öğle yemeği için dışarı çıkıyoruz. Tarihi merkeze doğru şık mağazaların olduğu caddeden yürüyüp geniş bir meydana ve parka geliyoruz. Piazza Roma. Bu meydandaki bir kafeye oturup Panini ve Radler ( limonlu %1,5 alkollü bira, nefis bir yaz içeceği ) ile öğle yemeğimizi aradan çıkarıyoruz ve güzel meydanda Siesta saatinin bitmesini ve güneşin biraz yatmasını bekliyoruz.










Martina Franca, bu programdaki favori duraklarımdan değildi açıkçası. Ama yanılmışım. Şehrin eski bölümüne barok mimarili Arco di Sant Antonio kapısından giriliyor ve buradan ilerlediğinizde kentin bir diğer meydanı Piazza Plebiscito meydanına geliniyor. Bu meydanda güzel bir katedral de yer alıyor. Halen siestadaki dükkânların arasından ilerleyip başka bir meydana geliyoruz. Adını hatırlayamadığım bu meydanda çok güzel bir stoası olan bir bina meydanı yarım daire şeklinde çevreliyor. Bu meydanın devamında yol üç dar sokağa ayrılıyor. Birini tercih edip beyaz badanalı evlerin arasında kayboluyoruz. Bir kahve molası verip evimize dönüyoruz. Akşam yemeğini evimizin bir yan sokağındaki yerel pizzacıda yiyeceğiz. Yemek sonrası bu güzel şehirde bir de gece turu atıp dinlenmeye çekiliyoruz.

5. GÜN

Bugün program yoğun Itria Vadisinde 96 km yol yapacağız ve 4 kenti ziyaret edeceğiz. Itria Vadisindeki ilk durağımız bir tepeye kurulmuş ve vadiye panoramik bakan Cisternino.








Zeytin ağaçları arasında bahçelere serpiştirilmiş Turillo evleri ve Masseria denen çiftlik evleri arasında 10 km sonra Cisternino’ya varıyoruz. Aracımızı park ettiğimiz terastan vadiyi, zeytin bahçelerini, Turill evlerini, çiftlik evlerini seyretmeye doyamıyoruz. Seyir terasının ortasındaki parkta II: Dünya Savaşında kaybettikleri için bir de anıt var. Kilisenin yanından eski şehre girip beyaz badanalı evler, küçük meydanlar arasında dolaşıyoruz. Tarihi kentin bittiği noktadan zeytin bahçelerinin ardındaki Adriyatik denizini seyrediyoruz.

 Bir sonraki durağımız yine bir tepeye kurulmuş Locorontodo Kasabası. Kentin meydanına kurulmuş pazarından meyve ihtiyacımızı giderip hızlıca sokaklarında dolanıp yola çıkıyoruz. Locorodonto’nun daracık sokakları arasında gezdiğimizde bir kasabanın evlerinin bu kadar bakımlı, sokaklarının bu kadar temiz nasıl tutulduğunu inanamadık. Bembeyaz evler, camlardan sarkan begonviller, kapı önü çiçek dolu saksılar hepsi çok güzel, sevimli bir kasaba. 





Bugünkü programda ana hedefimiz Alberobello ve Matera.

Alberobello, Burası Puglia’nın, hatta turillo denen evleri ile mimari olarak Dünya’nın en ilginç kasabası ve çok da turistik. Alborebello turillo evleriyle Unesco Dünya Mirası listesinde. Albero italyanca ağaç demek, Alberobello ise güzel ağaç anlamında. Bu kasabanın geçmişi 16. yüzyıla dayanıyormuş, buraya yerleşen halk Napoli krallığına vergi ödemeyi kabul etmemiş, vergi toplamaya geleceklerini duyduklarında taşlarla sıva kullanmadan ördükleri evlerin çatılarını hemen yıkıyorlar, Napolililer gidince tekrar taşlarla çatıları örüp yeniden inşa ediyorlarmış, özel taşları dizerek yaptıkları bu evler kolaylıkla yapılıyormuş. Şu an yaklaşık 1200 turillo evi varmış Alborebello’da.










Alberobello karşılıklı iki tepeden oluşuyor, biri yeni yerleşim yeri, diğeri de tamamen turillo evlerinin olduğu eski yerleşim yeri. Yeni şehir tarafından bir balkondan eski şehri bütün olarak karşıdan seyretmek çok keyifli.

Alberobello eski turilli evlerinin olduğu bölgeye Corso Vittorio Emanuelle caddesinden ileri doğru devam edip, kare şeklinde budanmış ağaçların olduğu Piazza Plebiscito’nun ilerisindeki bir balkondan tüm eski şehri izleyebilirsiniz. Bu balkondan görülen esas turilli evlerinin olduğu manzara muhteşem.

Evlerin çatısında ev halkını kötülüklerden koruduğuna inanılan Şaman sembolleri çizilmiş. Lecce’den sonra en turistik ve kalabalık olan Alberobello’nun Turill evleri arasında dolanıyoruz. En yüksek noktadaki yine aynı mimarideki kilisesini de ziyaret edip bir kafede sandviç ve radler ile öğle yemeğimizi geçiştiriyoruz.

Yola devam. Bugünkü son durağımız Matera'ya gelmeden Matera’daki ev sahibimizin önerisi ile bir vadinin yamacına kurulmuş bu şehri vadinin diğer yamacındaki Belvedere Matera denilen bölgedeki seyir teraslarından seyrediyoruz. Yalnız bu seyir teraslarına ulaşmak çok kolay değil. Aracınızı otoparkta bıraktıktan sonra yaklaşık üç km yürümeniz gerekiyor. Yol düzgün. Bisiklet ve yaya yolu var. Araç yolu da var ama kullanımı yasak sadece devriye araçları kullanıyor. Sanırım bir merkezden de izleniyor ki uyanıklık yapan iki aracı devriyeler yakalayıp ceza kesti.

Matera’ya  akşam saatlerinde varıyoruz. Konaklayacağımız airBnb evinin bir alt sokağındaki kapalı otoparka aracımızı park ediyoruz, eve yerleşiyoruz ve biraz soluklanıp vakit kaybetmeden dışarı çıkıyoruz. Modern şehirden Tarihi merkeze geçtiğimizde önce bir çeşme Fontana Ferdinandea sonra yine geniş bir meydan, S. Francesco d’assisi katedrali ve çoğu finans merkezi ve banka olan barok mimarideki yapılar karşılıyor bizi. Meydanın sağındaki dar sokaklardan birinden devam ediyoruz. Burası da benim için Martina Franca gibi çok şaşırtıcı ve etkileyici bir durak oldu. Aynı bizim Mardin ya da Soğanlı Vadisi gibi. Bir yamaca kurulmuş, yapıştırılmış gibi duran taş evler, mağara evler, dar sokaklar, merdivenler… Bir sokaktan iniyoruz aslında bir otelin içinden geçiyoruz, sağımızda solumuzda kayalara kazınmış otel odaları…En aşağıda resepsiyon ve restoranı…Akşam ışığı ile vadi mistik bir atmosfere bürünüyor.













Piazza San Pietro’da S. Pietro Caveoso ve hemen aşağısındaki Madonna de Idris kayaya oyulmuş kaya kilisesini dışarıdan görüyoruz. Gün batımını izlemek için tarihi şehrin en yüksek noktasındaki Duomo’ya çıkıyoruz ve Duomo’nun terasında tüm vadiyi ve güneşin batışını izliyoruz. Akşam yemeği için ev sahibimizin önerdiği La Cola Cola restoranı buluyoruz. Henüz açılmamış kapısında 10 – 15 kişilik bir kuyruk var. Biz de sıraya giriyoruz, saat tam 20.00 de bizi içeri alıyorlar. Kapadokya’daki gibi mağara restoran. Biz iki kat inip bir galerideki masalara oturtuluyoruz. Altımızda yine 30 – 35 basamak merdiven ile inilen bir galeri daha var. Biz siparişimizi verip beklerken yaklaşık 40 kişilik bir gurup gelip aşağıdaki galeriye indiler. Servis ve yemekler yine muhteşemdi. Burada bir litrelik ev şarabımızı söyledik. Üzerine Tiramisu’muzu da yememize rağmen çok uygun bir hesap geldi. Yemek sonrası teraslardan vadinin bir de gece görünümünü izledik. Gerçekten muhteşem etkileyici bir manzara…

Bu gece de keyifle dar sokaklardan, meydanlardan yürüyerek evimize dönüyoruz.

6. GÜN

Sabah kahvaltımızın ardından aracımızı alıp Roma’ya doğru yola çıkıyoruz. 5 saatlik bir yolculuktan sonra Roma Fiumicino havaalanında aracımızı AVİS’e teslim edip shuttle ile bu geceyi geçireceğimiz Roma’nın sahil kasabasındaki motelimize geçiyoruz.

Yazı ve Fotoğraflar

Mehmet Cengiz TÜMER