TOROSLARIN KALBİNDE…
Torosların kalbindeyiz… Etrafımız
sedir ormanları, dağlar tepeler, kanyonlar ile çevrili. Gembos ova/yaylasının
ortasındayız. Burası 1,5 – 2 km genişliğinde 10 km uzunluğunda adam diksen adam
çıkacak bir ova/yayla. Yol kenarında çilek satıcıları. Eskilerin dediğine göre
kış mevsimi sonunda karlar eriyince burası bir minare yüksekliğinde su ile
dolar göle dönermiş, yaz başında da Gembos’un çıkışındaki bir düden açılır ve
bütün suyu yeraltı nehirlerine boşaltırmış. Köylüde bu verimli toprakları eker
ve en hızlı hasadı yaparmış.
Torosların kalbi gibi gezi
yazısına da tam ortadan başladım. Başa dönelim. Ülkemizin Sulak Alanlarını
Fotoğraflama Projesi kapsamında Beyşehir Gölü Sulak alanını fotoğraflamak
amacıyla çıkmıştık yola. Ama bu kadar yolu bir tek Beyşehir Gölü için gelmek
hem ekonomik anlamda hem de yoruculuk anlamında çok mantıklı değildi. Ben de
yanına daha önce belgesellerde izlediğim “Düğmeli Evler” ve Mağaraları ilave
ettim.
Bir Perşembe sabahı İzmir’den
yola çıktık, Akşehir’de mola verip Nasreddin Hocamızı selamladık, Büşra’da etli
ekmek ve bamya çorbası ile öğle yemeğimizi yiyip Hıdırlık tepesinde de az şekerli
kahvemizi için yola devam ettik. Doğanhisar, Hüyük üzerinden rotamızı çizmiştik
ama yol çalışması nedeniyle navigasyon bizi köy yoluna sokunca Akşehir’den
Doğanhisar’a kadar bütün köylerin içinden geçerek akşamüstü saatlerinde
Beyşehir’e vardık.
Selçuklu Üniversitesinin göl
kenarındaki Anamas Konukevine yerleşip biraz dinlendikten sonra gün batımını
seyretmek ve serin Beyşehir akşamında kenti keşfedip akşam yemeği yemek için şehir
merkezine indik.
Sabah sulak alanlar fotoğraf çalışması için gün doğumunda navigasyonun gösterdiği Beyşehir Gölü Tabiat Parkına doğru yola çıktım. Vardığım noktada Tabiat Parkı yerine kapısı zincirli bir Gençlik kampı buldum. Göl kıyısına ulaşmak için kam duvarının yanındaki toprak yoldan köpekler eşliğinde göle ulaştım. Gün doğumunda Anamas Dağının ve olabildiği kadar Beyşehir gölü ve kıyısının fotoğrafını çektim. Benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Otele döndüm bizim ekibi alıp şehir merkezine yakın göl kenarındaki parklardan birinde kahvaltımızı yaptık.
Kahvaltı sonrası şehir merkezinin 10 km dışında Çiftlik mahallesindeki Nilüfer Bahçesine gittik. Beyşehir/Huğlu’lu dostum Aziz Şanlı’nın ismini verdiği İbrahim Erdoğan'ı buldum tekne turu için. Diğer balıkçıların gölden tutup getirdiği sazan balıklarını tartıp kooperatif adına teslim aldıktan sonra yarım saat sürecek nilüfer bahçesi ve göl turuna çıktık. Bu arada Türkiye’nin en büyük nilüfer tarla/ bahçesi olduğunu öğreniyoruz İbrahim Kaptan’dan. Yaklaşık 50 m genişliğinde ve 7 km uzunluğunda bir nilüfer bahçesi… Gerek nilüfer bahçesi gerek göl turundan fotoğraf projesi için verimli fotoğraflar çektikten sonra İbrahim Kaptan’a teşekkür edip şehir merkezine dönüyoruz.
https://youtu.be/I6tkN1qtemk?si=Lm4YWsQGNSojwQSb
Beyşehir Gölü Sulak Alanlar video
Meraklısına not: Yarım saatlik tekne turu 350 TL. 5 kişi binebiliyor. İbrahim Erdoğan Tel: 0 543 554 79 08
Şehir merkezinde görülecek
Taşköprü, Eşrefoğlu Cami, Eşrefoğlu Hamamı, Bedesten, İsmail Ağa ( Taş ) Medrese
hepsi birbirine yakın konumda. Unesco Dünya Mirasları listesine giren Eşrefoğlu
Caminin için Cuma namazı saatine denk geldiği için maalesef gezemiyoruz.
Kapısından bir göz atmak ve fotoğraflamakla yetiniyoruz.
Öğle yemeği sonrası programımızda 60 km mesafedeki Kilistra Antik Kenti var. Fotoğrafçı dostum Erol Özdayı’nın önerisi ile programa aldığımız bir yer. Navigasyona Kilistra antik kenti yazınca Beyşehir Konya yolu üzerinden yaklaşık 45 km gittikten sonra Kilistra 13 km yazan tabeladan sağa dönüp köy yoluna giriyorsunuz. Bir daha tabela yok ve kendinizi terkedilmiş hissi veren, bir köşesi gübre yığın ile dolu, Kilistra hakkında bilgi veren bir yazılı anıt(!) bulunan köy meydanında bulunuyorsunuz. Araçtan inip nerede bu antik kent diye aranırken traktörüyle tomruk çeken bir genç geliyor köy meydanına. Onun tarifi ile Kilistra antik kentini buluyoruz. Anlaşılan başlangıçta çok büyük heyecanla başlatılan proje kaderine terkedilmiş. İnternette Kilistra hakkında yazılanları okuyunca çok şaşaalı bir yer bekliyorsunuz ama kaderine terkedilmiş, üç beş kaya içine oyulmuş kilise/ ev / depo ne olduğu belli olmayan bir antik şehir kalıntısı buluyorsunuz. Ama şu bir gerçek ki köyün arka tarafına dolanıp köye karşıdan baktığınızda Kilistra’dan daha heyecan verici mimaride bir köy görüyorsunuz. Bize İtalya’daki Matera şehrini hatırlattı.
Beyşehir’e dönüp, elimizi yüzümüzü yıkayıp biraz dinlendikten sonra şehir merkezine inip Efsane Restoran’da Sazan balığının tadına bakıyoruz. Yarın sabah kahvaltıda Huğlu’da olacağız.
Sabah otelimizden ayrılıp
yarım saatlik bir yolculukla Huğlu’ya varıyoruz. Huğlu’nun bir silah sanayi
merkezi olduğunu hatırlatırcasına şehrin girişinde bizi bir tank karşılıyor. Eczacı
dostum Aziz Şanlı ve eşi değerli Fadime Şanlı’nın konuğuyuz kahvaltıda. Sedir
ormanları ile kaplı Toroslar manzarasında terasta kahvaltımızı yapıyor bir
yandan da sohbet ediyoruz. Aziz abinin babasının atölyesindeki çıraklıktan,
sırf askerde yazıcı olmak için dışardan ortaokul diploması almak için mürekkebe
bulaşıp Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitirip Eczacı olmasına giden
yaşam öyküsünü, evliliklerini dinliyoruz. Sohbetimize Aziz abinin Akdeniz
Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyeliği’nden emekli Mustafa Şanlı
hocamız da katlıyor. O da bize yöreyi, girişte okuduğunu Gembos ovasını, Ormana’nın
Osmanlı’ya Kadı yetiştiren bir yer olduğunu, Alacabel geçidini, Arapastı Anıt
Kestane ağacının öyküsünü, Akseki’de Kuvayı Milliyeci Rasih Kaplan’ın Antalya’nın
İtalyanlar tarafından işgali sırasında ilk ses yükselten kişi olduğunu,
yıllarca TBMM üyeliği yaptığını anlatıyor. Ve Tınaztepe Mağaralarını mutlaka
görmemizi öneriyor. Benim Programı onunla birlikte yeniden revize ediyoruz.
Altınbeşik Mağarasını da bir gün öne çekince bir günümüz boşalıyor. O güne de
Tınaztepe Mağaraları, Cevizli ve Sarıhacılar köylerini yerleştiriyoruz.
70 yaşındaki delikanlı Aziz
Şanlı BMW motoruyla Ormana’ya kadar bize eşlik ediyor.
ORMANA
Antalya’ya 2,5 saat uzaklıkta bulunan bu eski yörük köyü,
Toroslar’da, Manavgat çayını besleyen derelerin arasında kurulmuş ve kendine
özgü mimarisini korumuş bir yerleşim.
Ormana,
Antalya’nın İbradi ilçesine bağlıdır. İbrada ise Luvi dilinde “gür akarsuyu
olan” anlamına gelir. Dolayısıyla bu bölgede iki antik çağ yerleşimi olduğu,
kazılar yapılmamışsa da saptanmıştır.
Strabon’un
bahsettiği antik Erymna kenti burası. Ürünlü ile Ormana arasında antik kentin
akropolüne ait kule kalıntısı, temel taşlar ve lahitler mevcut. Erymna adı bu
bölgede bulunan iki yazıtta anılıyor. Luvi dilinden gelen ve İsauria
(Pamphylia’nın kuzeyi) bölgesinde bulunan bu kentin adı “sunak-halkı şehri” anlamına
geliyor. Antik Yunan döneminde Orymna’ya, Selçuklu döneminde ise Ormana’ya
dönüşmüş bu ad.
Kültür
köyü statüsündeki köyde bu orijinal düğmeli evler yıkılmaktan kurtulmuş.
Duvardan taşan ahşap parçacıkları nedeni ile bu adı almış evler. Duvarın
mukavemetini artırmak için, yığma duvar işçiliğinde yapılan bir teknik bu. Bu
yörede yetişen katran ağaçlarından yapılan kalaslar, taşların arasına geçmeli
olarak yerleştirilirken dişleri dışarıda bırakılıyor. Böylece duvar uzun yıllar
boyunca yıkılma riski taşımıyor. Bugün köyde 300 kadar düğmeli evin bulunduğu
söyleniyor. Ancak henüz 50 kadarı restore edilebilmiş. Restorasyon için kendi
halkından ustalar eğitip yetiştiriyorlar ve böylelikle evlerin restorasyonu
köyün istihdamına da katkıda bulunuyor.
Hâlihazırdaki
Turizm ve Kültür Bakanımız Sayın Mehmet Nuri Ersoy’unda buralı olması ve
babasının nasihati gereği Ormana’ya dokunulmuş ve bir Avrupa kentindeki düzen
ve temizlik getirilmiş. Köydeki üç konak butik otel ve restorana dönüştürülmüş,
hizmet vermekte.
https://youtu.be/eQzZehSc_mc?si=b56xWKVdWTOGzCee Düğmeli Evler video
Köyü
dolaşıp, düğmeli evleri fotoğraflayıp bir ağaç gölgesindeki çay molamızdan
sonra 5 km mesafedeki Altınbeşik Mağarasına doğru yola çıkıyoruz. Torosların
kalbinde yüce dağlar ve derin kanyonlar eşliğinde döne döne Altınbeşik
Mağarasının girişine yol alıyoruz. Yolda mevcut seyir terasından Manastır
Kanyonunun büyüleyici ve saygı uyandırıcı manzarasını seyrediyoruz.
Türkiye’nin
en büyük, Avrupa’nın 3. büyük yeraltı gölüne sahip Altınbeşik Mağarası’nın
araştırılabilen kısmı, kollarıyla birlikte 2200 metreyi buluyor. Mağara,
ağzından itibaren 125 m uzunluğunda bir gölle başlıyor. Gölün derinliği, yer
yer 15 metreye kadar ulaşıyor. Mağaranın içinde sarkıt ve dikitler, doğal
oluşmuş köprüler, sütunlar ve heykelimsi oluşumlar yaratmış. Mağara ancak yaz
ve sonbahar aylarında girişe uygun. Kış ve ilkbaharda mağara tamamen suyla
doluyor. Açık olduğu dönemde ise ilk 400 m tekne ile gezilebiliyor.
Bot
turu düzenleniyor. Kişi başı 100.00 TL. Bota maksimum 14 kişi alıyorlar ve
yaklaşık 10 dakika sürüyor.
https://youtu.be/kAQPqSxGNDQ?si=emWNPtN8z2YATyoF Altınbeşik ve Tınaztepe Mağaraları video
ÜRÜNLÜ KÖYÜ
Mağaraya
5 km ötede yine düğme evleri ile bir başka köy bizi bekliyor. Ancak Ormana gibi
koruma altında değil ve evler yıpranmış, bazıları metruk durumda… Unullu Köyü
olarak Osmanlı belgelerinde anılan köyü göç çok etkilemiş ve nüfusu azalmış.
Köy halkı sıcakkanlı, gezginlerle sohbeti seviyor.
İBRADI
Yaylaların Hası İbradı. İbradı İsminin Osmanlıca’da “soğukluk”, “soğutma” anlamına gelen “lbrad” (Abra/Ebra) sözcüğünden geldiği tahmin edilmektedir. Bu durumda kelime olarak İbradı “soğuk yer” anlamına gelmektedir. Nitekim 1100 rakımı ile İbradı tam bir yayladır.
Bölgedeki kalıntılara bakacak olursak ilçede yerleşimin Roma ya
kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Ormana ve Ürünlü arasında Roma döneminden kalma
Erimna Antik kenti kalıntılarına ulaşılmış, Ayrıca Çukurviran mahallesinde de
Hellenistik döneme ait kalıntılar bulunmuştur.
İlçe merkezine hemen girişte Arapastık Anıtsal kestane Ağacı
levhasını görüp duruyoruz. Anıt ağaç 50 metre ilerimizde bütün haşmeti ile
duruyor. İbradı ilçesinde bulunan bin 100 yıllık kestane ağacı, tarihin sessiz
tanığı olarak ilçeye gelenlerin ilgisini çekiyor. 13 metre genişliğinde olan ve
yaklaşık 12 kişinin el ele tutuşarak gövdesini kucaklayabildiği Arapastık
kestane ağacı ile ilgili hikâye ise dilden dile geldiği günümüzde de
dinleyenleri hüzünlendiriyor.
Ibradı, Ormana’nın bağlı olduğu ilçe olsa da tanıtımdan ve
kentin yenilenmesinden nasibini alamamış. Düğmeli evleri toz toprak içinde
gezdikten sonra selamlaştığımız bir İbrada’lı bizi Dr. Rıza Konağına götürdü.
Gerçekten zamanında çok gösterişli olan konak bugün kötü durumda olmasına
rağmen üzerine asılan bakanlık duyurtuşundan anlıyoruz ki yakın zamanda restore
edilecek. Ha bu arada Doktor Rıza da
gerçek diplomalı doktor değil bir sınıhçıymış meğer.
Ibradı bugün son ziyaret edeceğimiz yer. Konaklama için Akseki’ye doru yola devam ediyoruz.
Akseki yamaca kurulmuş tertemiz ve huzur dolu bir yerleşim yeri.
Akşam yemeği saati olunca bu huzurun ve sessizliğin nedenini anlıyoruz. Hafta
sonu olduğu için Aksekililerin çoğu Manavgat’a ve Antalya’ya inmiş. Şehirde
yemek yiyecek bir restoran, bir şeyler atıştırabileceğimiz açık bir kafeterya
bile yok. Mecburen Beyşehir – Manavgat Antalya çevre yolundaki dinlenme
tesislerine gidip karnımızı doyuruyoruz. Yemek sonrası ilçenin terkedilmiş,
sessiz, sakin sokaklarında biraz dolaşıp öğretmen evindeki odamıza dönüyoruz.
Sabah uyanınca da haliyle kahvaltı yapacak bir mekân
bulamıyoruz. Allahtan soğuk çantamızda kahvaltılık malzemelerimiz. Kamp
ocağımız ve kamp çaydanlığımız var. Yakında bulduğumuz bir fırından sıcak ekmek
alıp Akseki’nin 2 km dışındaki Dutluca piknik alanına gidiyoruz. Piknik alanı
dedikleri yerde 2 masanın olduğu, bakımsız, çöp içinde ağaçlık bir alan.
Masanın birini görece daha temiz bir alana çekip kahvaltımızı yapıyoruz.
Kahvaltı sonrası 45 km mesafedeki Tınaztepe Mağaraları var
rotamızda.
Tınaztepe mağaraları, Seydişehir, Konya'da
yer alan mağaradır. Dünyanın üçüncü, Türkiye'nin en büyük mağarasıdır. Toplam
uzunluğu 22 km, gezilebilen bölümü 1580 metredir. Sonundaki 64 metrelik iniş
dışında tamamen yatay özellikte bir mağaradır. 2004 yılında da Mağara Dinlenme
Tesisleri olarak hizmete açılmıştır.
Tınaztepe Mağarası şimdiki durumuna yapılan araştırmalara göre
yaklaşık 230 milyon yıl gibi uzun bir süreçte meydana gelmiştir. Mağaranın iç
kısımlarında ayrıca taban tavan arası yükseklik farkının 65 metreye çıktığı
yerler görülmektedir.
Özel sektör tarafından işletilen mağaraların giriş ücreti 100.00
TL/Kişi dir. İki mağara bulunmakta, her ikisi de ziyarete açık. Ancak uzun olan
gerçek mağaranın güzergâhı ve aydınlatması yapılmasına rağmen daha küçük olan
ikinci mağarada bu hizmet yeterli olarak sağlanmamış. 1580 metre uzunluğundaki
mağarayı yürüyüş yolundan rahatlıkla gezebiliyorsunuz. Çok fazla sarkıt ve
dikit oluşumu olmayan mağarada traverten oluşumları ve havuzcuklar dikkati
çekiyor. Bizim gezdiğimiz dönemde su yoktu.1580 metrenin sonunda sizi bir
sürpriz bekliyor. Bulunduğunuz platformdan 35 metre aşağıya ve 65 metre
yüksekliğe ulaşan yaklaşık 20 metre çapında silindirik bir galeri ile
karşılaşıyorsunuz. Normalde bizim bulunduğumuz platforma kadar su dolu göl
olması gereken galeride bizim ziyaretimizde su yoktu. Gerçeklikle hayalin
karıştığı, nerenin gerçek nerenin yansıma olduğunun farkına varamadığınız
düşsel bir deneyim yaşıyorsunuz. Ülkemizde çok sayıda mağara gezdim ama bu
denli etkilendiğim olmadı.
Bu muhteşem oluşumdan doğaya bir kez daha saygı duyarak çıkıyoruz.
Yaklaşık 25 km mesafedeki Cevizli köyünü ziyaret edeceğiz. Ana yoldan ayrılıp
Cevizli yoluna döndükten sonra sağ tarafımızda Çınar ağaçları altında bir çeşme
ve iki piknik masası görüyoruz hemen aracımızı oraya çekiyoruz. Gürül gürül
akan buz gibi suda elimizi yüzümüzü yıkadıktan, termoslarımızı doldurduktan
sonra kamp ocağımızı çıkarıp bu güzel subaşında az şekerli kahvelerimizi
yudumluyoruz.
Kahve molasının ardından beş kilometrelik bir yol yapıp Cevizli
köyüne geliyoruz. Çınar ağaçlarının gölgelediği meydan karşılıyor bizi.
Çınarların altındaki köy kahvelerinde sohbet eden, oyun oynayan insanlarıyla
Akseki’nin aksine cıvıl cıvıl bir yerleşim yeri burası.
Öğle yemeği zamanı. Küçük bir aile işletmesi lokantada ev yemeği
lezzetinde yemeklerle açlığımızı gideriyoruz. Yemek sonrası restore edilip
Şarap evi ve restorana dönüştürülmüş Yörük Ali Konağını gezip şarap tadımı
yapıyoruz. Antalyalı bir işletmeci buraya iyi bir yatırım yapmış.
Çınar altı “ Dede kahveleri” bizi çağırıyor. Bu güzel, serin,
huzurlu ortamda bir çay molası veriyoruz.
Bugün son ziyaret edeceğimiz yer; Sarıhacılar köyü. Akseki’ye 4km mesafede. İki yanı duvarla
örülmüş bir mezarlık olan yoldan köye giriyorsunuz. Daha köyün girişinde
terkedilmişliğin hüznünü yaşıyorsunuz. Sağınız solunuz yıkılmış, yıkılmakta
olan terkedilmiş düğmeli evlerle sarılmış vaziyette. Son yıllarda bazı evler
Kültür Bakanlığının desteği ile bazıları da girişimciler tarafından restore
edilerek ayağa kaldırılmış. Köyün camisi 1,5 yıl süren restorasyondan sonra
ibadete açılmış. Ve ilginçtir İmam ile birlikte 14 kişinin yaşadığı bu köyde
Kocaeli’li bir imam var. Biz ikindi namazı öncesi Hoca ve yanındaki bir kişiyle
sohbet ettik. Sonrasında onlar bir imam ve bir kişi cemaat olmak üzere ikindi
namazını eda ettiler. 10 kişiye bir imam atayan devlet onlarca çocuğun olduğu
köylerdeki ilkokulları kapatıyor, öğretmen göndermiyor. Yorum sizin.
Tur şirketleri tarafından turizme kazandırılmak istenen ( kazandırılması da gereken) bir köy. Pazartesi ve Cuma günleri özellikle Japon ve Alman turist gurupları geliyormuş.
Köy konağında satış yapan gencin tezgâhındaki hediyelik
eşyaların etiketi bile Euro cinsinden. Köyü ve düğmeli evleri dolaşıp
fotoğrafladıktan sonra Akseki’ye dönüyoruz.
Yattık kalktık sabah oldu. Kahvaltımızı Beyşehir’de yapmak üzere
Akseki’ye veda ettik. İzmir’e dönüş yolunda, programımızın en sonuna bıraktığımız,
Beyşehir’e 20 km mesafedeki Eflatunpınarı Hitit Su Anıtını da ziyaret ediyoruz.
5000 yıldır Aslanın ağzından suyu akmaya devam eden muhteşem bir yapı
karşılıyor bizi.
Suyun bir merkezde toplanarak ihtiyaç oranında kullanılması,
böylece iyi bir su rejiminin uygulanması tarım toplumlarında ekonomik hattın
önemli bir parçası olup, Eflatunpınar Hitit Su Anıtı, Hititler’den sonra da
fonksiyonunu kaybetmeden bugüne kadar ayakta kalabilen bu sistemin en güzel
örneğidir. Anıt MÖ 13'üncü yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilmektedir.
Eflatunpınar Anıtı’nın Büyük Kral Tuthaliya IV dönemine ait olduğu
düşünülmektedir.
Özgün taş işçiliği, kabartmalardaki kompozisyon ve bir açık hava
tapınağı olarak düzenlenmesi ile Hitit Uygarlığı’nın diğer kaya anıtlarından
ayrılan Eflatunpınar Anıtı, doğal kaya üzerine yapılmamış, birbirine uygun
olarak kesilmiş andezit blokların titizlikle birleştirilmesi ile inşa
edilmiştir. Doğal bir su kaynağı üzerinde yapılmış büyük bir havuz ve
dikdörtgen formda şekillendirilmiş kayalar üzerine kabartma tekniğinde yapılmış
tanrı ve tanrıça figürlerinden oluşmaktadır.
2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne Hitit Kutsal
Su Tapınağı olarak dâhil edilmiştir. Listeye dâhil edilmesindeki Üstün Evrensel
Değerler Gerekçesi: Eflatunpınar su havuzunun özelliği, akan suların merkezi
havuz sistemi ile toplanarak, gerektiği zaman tasarruflu bir şekilde kullanılan
nadir su sistemlerinden biridir. Bu anıt sadece görünüş itibariyle, düzeniyle
ve ikonografi yapısıyla ender anıtlardandır, aynı zamanda da yapımı esnasında
kullanılan teknoloji ve sanatkârlık bakımından da çok nadide bir anıttır.
Bu nadide anıtı geride bırakıp İzmir’e doğru yola çıkıyoruz.
Yazı ve Fotoğraflar:
Mehmet Cengiz TÜMER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder