ADANA’YA
GİDEK Mİ?
BİR
İZMİRLİNİN GÖZÜNDEN ADANA
Otelimize
bagajlarımızı bıraktıktan sonra adet olduğu üzere sabah kahvaltımızı ciğer ve
şalgamla yapmak üzere tavsiye üzerine Tarihi Büyük Saatin oradaki Ciğerci
Mehmet Ustaya doğru yola çıktık. Eeee raconu bozmak olmazdı. Olmazdı ama biz
Adana’nın henüz çok cahiliydik. Yolda yol tarifini sorduğumuz bir esnaf Küçük
saati göreceksiniz, o meydanı geçince düz devam edin dedi biz de dinledik.
Meydana geldik ama Küçük Saati göremedik. Haluk Uygur dostum bir yazısında
Büyük saat için 32 metre yazmıştı bu da olsa olsa 10 metre olsun diye
düşünmüştüm ama ortada ne kule var ne de saat. Eşim meydanın ucunda duran
Türkiye İş Bankasının Kumbarası şeklindeki saati gösterdi;
–
Bu olmasın, dedi
Ben
de;
- Hadi canım, baksana o bankanın reklamı
dedim.
Sonradan öğreniyoruz ki; Tarihi Küçük
Saat gerçekten oymuş. 1925 yılında Türkiye İş Bankası’nın Adana’ya gelmesi
anısına dikilmiş.
Eh
yaşımız henüz genç yeni bir şey daha öğrendik. Küçük Saati bulup meydanı da
geçtiğimize göre önce Yağ Camiini ardından Kazancılar Çarşısını buluyoruz.
Kazancılar Çarşısı henüz gecenin mahmurluğu içinde. Çarşının devamında ise
kebap dumanları ortalığı sarmış velev ki aradığımız yer orası. Masalar tıklım
tıklım dolu. Adana misafirperverliği ile hemen bize bir yer ayarlıyorlar. Tam
biz masamıza oturacakken kıyamet kopuyor.
“
Adana’ya gidek mi?
Şalvarından
giyek mi?
….”
Bir
gurup sabahın sekizinde hem söylüyor hem oynuyor. Aha işte o andan itibaren
bizim de dilimize yapışıyor: Adana’ya gidek mi türküsü…
Hemen
bitişiğindeki 1495 yılında yapılmış, Doğu Seferine çıktığında Kanuni Sultan
Süleyman’ı ağırlamış, altı yüz yıllık bir konağı ziyaret ediyoruz. Ana kapı
taşlarla örülmüş diğer küçük kapıda kapalı, konağı dışarıdan görüp
fotoğraflamakla yetiniyoruz. Şadırvanın önünden devam edip solumuzdaki Ulu
Caminin ana kapısına geliyoruz. Caminin avlusu güzelce süpürülmüş, temizlenmiş
hasırlar serilerek Cuma namazına hazırlanmış. Avluya girmeden cümle kapısından
caminin revaklarını fotoğraflıyoruz. Caminin dört bir yanını dolanıp
terkedilmişliğin hüznündeki diğer kapısını, sebilini görüyoruz. Bakımsızlığına içimiz
acıyor. Ulu Caminin yanındaki geniş caddeden sahile doğru iniyoruz. Güvercinler
uğuldamalarıyla bize eşlik etmekte.
Nehir
kenarı ve salkım söğüdün gölgesi serindi ama sonbaharda olsa Adana güneşi
yakmaya başladı. Tekrar otelimize yürüyoruz. Odalarımıza yerleşip biraz
dinleneceğiz.
Öğleden sonra tekrar Adana sokaklarına çıktığımızda eski Adana’ya, Küçük Saat’e doğru tekrar yürüyoruz. Meydanı, Yeni Cami’yi, Kemeraltı Camisini ziyaret ediyoruz. Ara sokaklara, arastalara vurup, kayboluyoruz. Bir kenti öğrenmenin en iyi yolu o kentin sokaklarında kaybolmakmış der, eski gezginler. Açlığımızı bir ara öğünle geçiştirmek istiyoruz ama aynı zamanda yerel bir lezzet olmasını da istiyoruz. Ve “ sıkma “ yapan bir mekân bulup öğle yemeğinde sıkma ve acılı ayran deniyoruz. Adana’ya gelmişken Bici bici’yi denemeden olmaz. Mevsim geçtiği için yapan yerler azalmış ama biz sora sora çarşı içinde yapan bir yer buluyoruz. Pek bize hitap eden bir lezzet değildi ama Adana’nın yaz sıcağında cazip olabilir. Akşamı tavsiye üzerine esnaf lokantası konseptindeki Cikcik Ali’de kebap yiyerek noktalıyoruz. Günün tüm yorgunluğu çöküyor ve erkenden uyuyoruz.
Adana’da ikinci günümüzde programımız sabahtan öğleye kadar yine Küçük saat tarafında olmak, Yağ Camii, Bebekli kiliseyi ziyaret etmek, hediyelik cezerye, lokum almak. Programı aynen uyguluyoruz. Bebekli kilise kapanmadan son anda yetişip geziyoruz. Adana’da ibadete açık ve cemaati olan bir kilisenin varlığı açıkçası bize ilginç geldi. Araya bir de satılık bir karavanı görmek için Gürsel paşa mahallesi tarafında bir ziyaret sıkıştırıyoruz. Sonrasında öğle yemeğini Kuruköprüde Kelle – paça çorbası içerek yapıyoruz. Tatlı olarak da Adana’nın meşhur Halka / Burma / Kerhane tatlısını afiyetle yiyoruz. Yemek sonrası istirahat ve öğle sıcağını bir nebze atlatabilmek için odalarımıza çekiliyoruz. Dinlenme sonrası bu kez yine sahil tarafına inip Atatürk Evini ve Sinema Müzesini gezeceğiz. İyi düzenlenmiş Atatürk Evi’ni ve sevgili dostum Dr. Haluk Uygur’un yaptığı müzelerden biri olan Sinema müzesini geziyoruz. Adana’dan bu kadar çok sinema oyuncusu, yönetmen ve senaristin çıkmış olması bizi çok etkiledi. Ve müzenin galerilerinde zaman içinde kaybolduk.
Şimdi tekrar otelimize dönüp bir duş alıp, biraz daha spor/şık kıyafetler giyme zamanı. Dün akşam esnaf lokantasındaydık, bu akşam biraz daha lüks sınıftaki Onbaşılar’da yer ayırttık. Ama önce yolumuzun üzerindeki mesire alanı Dilberler Sekisi var. Taksi ile önce Dilberler Sekisine gidiyoruz, Gençlik köprüsünden yürüyerek Seyhan Nehrini, çevresindeki yeşil alanları, güneşin üzerinde battığı yeni Adana’nın modern yapılarının siluetini izliyoruz. Gölde kano yapanlar, SUP ( stand up pedal ) yapanlar, yeşilbaş ördekler…
Gün batımında, mavi aydınlık saatlerde Seyhan Baraj Gölünü tepeden seyreden Onbaşılar restoranda yerimizi alıyoruz. Özellikle Yağlıkara, yediğimiz en lezzetli kebap türüydü. Yemek sonrası bindiğimiz taksinin şoförüne;
- Çek bakalım Kazancılar çarşısına,
eğlenceye akalım diyoruz. Kazancılar Çarşısı eskisi kadar – söylenenlere göre –
canlı olmasa da yine cıvıl cıvıl. Saz takımı vuruyor darbukaya:
- Adana’ya gidek mi?
Mehmet Cengiz Tümer
Ekim 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder