7 Ağustos 2014 Perşembe

ROMANTİK YOL BÖLÜM 3

ROMANTİK YOL
3. GÜN
AUSBURG'TAN ROTHENBURG o.d.T'YE
Ausburg'a gece geç vakit varıyoruz. Ausburg  daha bir büyük şehir görünümünde. Kaldığımız otelde İBİS oteller zincirinin şehir otellerinden biri. Çok yorulduk ve üşüdük, herkes odasına çekiliyor.

Sabah güzel bir kahvaltı sonrası Ausburg'un caddelerine çıkıyoruz. Bugün saat 11.00 e kadar Ausburg'u dolaşıp sonra yeniden Romantik Yola devam edeceğiz. İlk durağımız Augustus çeşmesi, Rathaus ve  Perlach Kulesinin yer aldığı meydan.



Meydanın tam orta yerinde ,şehrin kurucusu için 1594 de yapılan güzel bir çeşme var.Tam ortada imparator Augustus ve aşağıda bölgenin bereketli 4 nehri var..Nehirler bir kadın figürü şeklinde ve göğüslerinden şakır şakır sular akıyor..418 yıldır yerli yerinde duruyor…

       

Ausburg, Roma imparatoru Augustus dan yadigar. Ulu imparatorun emri ile MS 15 yılında kurulur.Alplerdeki birçok geçide buradan geçilebildiği için ticaret  ve askeri açıdan çok avantajlı bir konumda,zaten kuruluş amacı da Germen kabilelerine karşı askeri bir üs oluşturmak..5 yy.da buralara kadar gelen Hun savaşçıları yakıp yıkarlar şehri,o tarihlerden sonra da Kutsal Roma-Germen imparatorluğu sınırları içinde gelişmeye devam eder.
15-16 yy larda çok gelişir,zengin aileler madencilik,tekstil,bankacılık sektörlerini ele geçirir fakat aynı zamanda sanatçıları da korurlar kazandıkları altınlar ile….
Bu bölgede ,1618-1648 arasındaki 30 yıl savaşları çok önemli,Katoliklerle Protestanlar birbirini kesmekle meşgulken veba,tifüs gibi salgınlar da şehri perişan eder…Nüfus 70.000 den 16.000 e düşer…Ünlü ressam Holbein ve Mozart ın babası Leopold Mozart,Bertold Brecht burada doğarlar.



Kısa bir tarihçeden sonra Perlach kulesinden sağa dönüp Brecht'in evine ve Fuggerei'ye devam ediyoruz. Sol taraftaki bir sokağa girdiğimizde Brecht'in evini görüyoruz. Ama sadece dışardan görmek ve fotoğraflamakla yetiniyoruz çünkü saat 10.00 da açılıyor. Fuggerei dönüşü zamanımız kalırsa gezmek üzere ayrılıyoruz.



Fuggerei; 1521 yılında ünlü zengin Jakob Fugger tarafından şehrin fakir Katolik ailelerini barındırmak için inşa ettirilmiş.
Burası bir mahalle olarak anılabilir..Dünyadaki ilk sosyal konutlar olarak meşhur olmuş,
 67 ev de 140 daire var ve bugün halen 150 kişi oturuyor bu mahallede.Yıllık kiraları bile o devrin ölçüleri ile :bir ren gulden i=0,88 € ,bugünkü Katolik kilisesi yetkilileri oturacak ihtiyaç sahiplerini seçiyor.

         

Bahçeli,küçük ve şirin evlerin yer aldığı bu mahalle bir iç surla çevrili,yedi tane kapısı var,bugün yalnızca  bir tanesinden giriş yapılıyor ve 4 € luk bir biletle geziliyor. ( 10 kişiden sonrası grup sayılıyor ve 3 € / kişi,gişedeki görevli 9 kişi yerine 10 kişilik grup bileti almamızı öneriyor, bu sayede 6 € kara geçiyoruz :) )






Yani şehir içinde küçük bir şehir. II. Dünya savaşı sırasında tüm Augsburg bombalanırken bu evlerin bodrum katları da sığınak olarak kullanılıyor. Sığınağın birini müze haline getirmişler, o dönemin gaz maskelerini, ilk yardım çantalarını, miğferlerini ve fotoğraflarını sergilerken video sistemiyle bombalama anını yaşatıyorlar. Mozart'ın dedesinin yaşadığı evi müze haline getirmişler ayrıca bir evi dönemin mobilyaları ile döşemişler bir evi de bugün standart hale getirdikleri günümüz mobilyaları ile döşemişler. Çeşmesi,kilisesi,okulu ile dünyanın en eski sosyal konutları bugün bile birçok kişiyi imrendirecek kadar güzel..

Fuggerei'den ayrılıyoruz. Zamanımız kısıtlandığı için Brecht'in evine girmeden otelin otoparkından araçlarımızı alıp Romantik yola devam edeceğiz.

Gezi notlarımızı kontrol ettiğimizde rotamızdaki ilk nokta Rain için önemli bir not olmadığını görüyoruz. Bu nedenle Rain'de durmadan arabayla içinden geçeceğiz. Bir sonraki kasaba Tuna ve Wörtniz nehirlerinin birleştiği noktada kurulu Donauwörth. Navigasyonla kente yaklaştığımızda bizi bir sürpriz bekliyor. Çünkü yol bitiyor. Kente girmemizi sağlayacak köprü bakım nedeniyle kapalı. İngilizce bilen birilerini bulup yol soruyoruz ve tarif üzerine kentin kuzeyine dolaşıp kuzey kapısından giriş yapıyoruz.










Burada görülmeye değer en güzel nokta her iki nehrin birleştikleri noktadaki Ried adasındaki eski mahalleler..Kent meydanına yakın bir otopark bulup araçlarımızı park ederek pastel renkli güzel ve eski sıra evler arasından hafif bir yokuş inerek görkemli bir kapıdan geliyoruz bu adaya,eski evler her yerde…
Bir tarafımız Tuna ,diğer tarafımız Wörnitz…

Öğle vakti geldi,Tunaya kavuşan bir küçük akıntının kenarındaki Balıkçı meydanına =Fischer platz çöküyoruz.Rafaello bir İtalyan kafesi ve Milano lu garson bizi “buongiorno” diyerek karşılıyor, Koray ve Canburakla İtalyanca sohbet ediyorlar, kendi dilinde konuşmanın rahatlığı ile bizim masaya biraz torpil geçiyor gibi. Biralarımız ve şaraplarımızgeliyor, yemeklerimiz ve salatalarımız çok güzel… …Ne tabiat…ne güzel bir öğlen…


     

Yolumuza devam…
Daha görülecek kasabalar var sırada  


Sırada Harburg Şatosu; Scholoss Harburg.
Sağda Harburg sapağı,solda Şatoya çıkan dar yol,sapıyoruz soldaki dağ yoluna..Harburg şatosu karşımızda..Şatonun ilk olarak arşivlerde görüldüğü tarih 12 .yy….Savaşlarda da zarar görmeyince ,günümüze kadar böylesine bakımlı gelebiliyor.Halen Hohenstaufen sülalesinin özel mülkü. Şato tam donanımı ile bize örnek bir şato görüntüsü sunuyor,dış kapı,demir çivili parmaklıklarla  korunan iç kapı,domuz ve at ahırları,orta avluyu çeviren kuleli binalar,sur duvarları ve ortada zarif bir kuyu…Bugün özel davetler ve düğünler için de kiraya veriliyormuş

Şatodan ayrılırken araçlarımızı park ettiğimiz tepedeki banklarda oturup hem Harburg ovasını seyrediyoruz hem de püfür püfür esen yelde serinliyoruz.

Nördlingen e geliyoruz. Araçlarımızı kentin giriş kapısının yanındaki çukur alandaki otoparka bırakıyoruz. ( Otopark free ) İlginç bir coğrafyadayız, kasaba,14,5 milyon yıl önce dünyaya çarpan bir meteorun açtığı 25 km çapında bir kraterin içine yapılmış, tabii bilmezseniz bunu gezerken anlamak imkansız, daha çok tarihi önemini görsel olarak izleyebiliyorsunuz.Evlerin,binaların yapıldığı taşlar bu meteordan alınan taşlar olduğu için yüksek derecede karbon içeriyormuş ve yer yer elmasa bile rastlanıyormuş bu taşlarda.Tam dairesel ,ve tam olarak korunabilmiş bir sur ile çevrili,kapılar ve kuleler, ortaçağda nasılsa öyle kalmış,korunmuş.898 yılında ilk olarak adı geçiyor yazılı belgelerde,1998 de 1100 doğum yılını kutlamış kasaba..1589-98 yılları arasındaki cadı avında ,kasaba meydanında 34 kadın ve bir erkek yakılmış..Kasaba sokaklarında dolaşmak ve muhteşem evleri izlemek, fotoğraflamak çok keyifli,..
St.George kilisesi ve 90 mt lik Daniel kulesini  geçiyoruz,Belediye binasına geliyoruz, 600 yıldır yerli yerinde…. Savaşçılar çeşmesi 1902 yılında yapılmış,1870 savaşında ölenlerin anısına, tepede bir heybetli kartal figürü olduğu söylüyor notlarımda ama meydan bakımda olduğu için her yer örtülerle kapatılmış şantiye alanı konumunda. Küçük iş makineleri çalışıyor sağda solda.…Bir köşede Cittaslow - sakin şehir - amblemi salyangozu görüyorum Demek ki bizim Seferihisar gibi burası da bir Cittaslow şehir.

Aynı yoldan geri dönüp araçlarımıza biniyoruz. Navigasyona girdiğimiz yeni rota: Dinkelsbühl.

Araçlarımızı yine surların dışında bir otoparka bırakıyoruz. Bu kez beleş değil, bir saati 50 sent. Kente surların etrafını dolaşan bir akarsunun üzerindeki köprüden geçerek kule kapıdan giriyoruz. Yağmur bulutları ve güneşin oluşturduğu ışık biz fotoğrafçılar için muhteşem.



Dinkelsbühl de tüm surları,kapıları,kuleleri tam olarak korunmuş kasabalardan…12.yy da ilk haberler geliyor buradan..1889 da Alman romantikleri keşfeder ve eserlerini yazmak için böyle güzel bir kasabaya kaçarlar.


Her köyün orta yeri kilise ve yanı başındaki Markt Platz. En güzel evler yine buraya açılan sokaklarda, güzelliği sözle tarif imkansız, ahşap kirişli evler sanki bizim için hazırlanış, görücüye çıkmışlar, bakmaya doyum olmuyor, kiliseyi gezip güzel bir kahveye oturup kahvelerimizi içmeye hazırlanırken birden bir fırtına patlıyor, kafenin şemsiyeleri, kocaman saksıları yerle bir ardından yağmur başlıyor. Bulutlara bakınca yağmurun artabileceğini düşünüp kahve keyfinden vazgeçip araçlarımıza koşuyoruz. Bu güzel kasabada bir kahve keyfi yapamamak içimizde kalıyor.

Artık hedefimiz bu akşam konaklayacağımız, Romantik Yolun en ünlü kasabalarında Rothenburg o.d.T. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Navigasyon cihazı anayolun sağ tarafında bir kale kapısının önünde " Vardınız " diyor. Ama sanki şehir girişi değil de ufak bir park girişi gibi bir yer, herhangi bir tabela da yok. Aracı biraz ilerletiyoruz Navigasyon sesleniyor " Geçtiniz ". Çaresiz o kapıdan giriyoruz ve 100 metre sonra navigasyon bizi otelimizin önüne getiriyor. Küçük şehirlerde ya da karmaşık şehirlerin içinde kafayı yese de teknoloji güzel bir şey azizim.



Kalacağımız hostelin sahibi Kahramanmaraşlı bir Türk. Ailece işletiyorlar. Baba 45 yıl önce gelmiş AEG de çalışmış , oğlu burada doğmuş sonra bu binayı alıp otelciliğe başlamışlar. Tavırlarıyla şiveleri ile tipik bir Almancı aile. Odamızdan görülen manzara harika. Resepsiyona ne yapabileceğimizi soruyoruz. O da önce yemek yiyin burada her yer  20.30 da kapanır diyor Bir de saat 20.00 Belediye binasının bulunduğu meydana elinde bir fener ve yerel kıyafetleri ile bir gece bekçisi gelirmiş, sanki bir şey varmış gibi herkes onun peşine takılır şehri gezermiş ..!!





Karnımız acıkmadığı için soluğu meydanda alıyoruz. Saat sekize beş dakika var. Meydan bekleşen insanlarla dolu. Ve tam 20.00 de siyahlar içinde bir elinde fener bir elinde baltalı mızrakla gece bekçisi beliriyor. Herkes etrafına toplanıyor. İngilizce olarak kendini tanıtıyor, hoş geldiniz diyor ve fotoğraf çektirmek isteyenler için beş on dakika fotoğraf izni veriyor.



Şehrin 1300 lerde kurulduğunu, o tarihten bu yana tüm binaların orijinal halini koruduğunu, kentte altı mahalle ve altı giriş kapısı olduğunu, her mahalle için bir gece bekçisi olduğunu, her akşam hava kararmadan önce kilise çanının çaldığını, bu çanın çalmasından bir saat sonra kapıların kapandığını anlatıyor. Ayrıca gece hırsızlığa karşı, yangına karşı göz kulak olduklarını anlatıyor. Kendisinin 23 yıldır sembolik olarak bu işi yaptığını ve güvencesinin biz turistler olduğunu esprili bir şekilde anlatıyor. Sonra yürümeye başlıyor bizlerde peşinde.



Biraz ilerde yüksekçe bir basamağın üzerine çıkıyor. Eskiden yolların böyle düzenli vve temiz olmadığını. Ev halkının ihtiyaçlarını lazımlığa yaptığını, lazımlıkları da pencereden sokağa boşalttıklarını anlatıyor. Boşaltmadan önce uyarmak için yoldan geçenlere seslendiklerini ama bunun daha büyük kazalara neden olduğunu anlatıyor espriyle. Ama tüm bu pislik nedeniyle çıkan veba salgınında şehrin nüfusunun %90'nın öldüğünü ilave ediyor.



Tura devam. Bu kez şehrin giriş kapılarından birinin önünde duruyoruz. Büyük ahşap bir kapı ortasında yerden 50 - 60 santim yükseklikte, boyu da yaklaşık bir metre olan ikinci küçük bir kapı. Akşam olupta şehir kapıları kapanınca eğer dışarıda kalan varsa kapıya gelince seslenir kendini tanıtırmış. Eğer bekçi tanıyorsa içeri alırmış. Eğer başka birini taklit edip bekçiyi kandırmaya kalkarsa bu küçük kapıda zaten eğilerek geçtiği için gece bekçisi hemen kafasını vururmuş.



Tura doğal yapısı nedeniyle surların olmadığı bir bölümde devam ediyoruz. O dönemde hırsızlar ve çapulcular daha çok bu bölgede faaliyet gösterdikleri için bu bölgeye " Cehennem " diyorlarmış, bugünse burada Cehennem adında bir bar var. Ve kentin gece bire ikiye kadar açık olan tek barı. Diyor ki rehberimiz kent merkezinde, geç vakit birisine gidebileceğiniz bir bar sorduğunuzda size - Cehenneme git ! diyorsa bilin ki size iyilik yapıyordur, küfretmiyordur.
Sevimli gönüllü rehberimiz / gece Bekçisinin turu tam saat 21.00 de bitiyor. Biz de ışıl ışıl aydınlatılmış romantik sokaklardan otelimize dönüyoruz. Rothenburg'un geri kalanı yarın sabah kahvaltıdan sonra.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder