2 Eylül 2009 Çarşamba

AŞKI VE BUCA'YI GEÇ TANIDIK

İZMİR MAHALLELERİ – 4
AŞKI VE BUCA’YI GEÇ TANIDIK!

Bizler, 12 Eylül öncesi Ege Üniversitesi öğrencileri ve tabii ki ben aşkı ve Buca’yı geç tanıdık.
Ne dediğimi anlayabilmeniz için o günlerin “ ahval ve şerait”ine bir bakalım.
* * *
1975 yılının yağmurlu bir Ekim sabahı. Sabah karabulutların eşliğinde ilk kez üniversiteye adım atmışız. 1000 kişilik MÖTBE amfisi tıklım tıklım dolu. Dışarıda gök delindi sanki; gök gürültüsüyle oturduğumuz sıralar sarsılıyor. Sahnede – kürsü değildi bayağı bildiğimiz sahneydi- Tepegözün başındaki koltukta oturan Prof. Dr. Emin DİKMAN Organik Kimyanın ilk dersini veriyor. Birden dışarıdaki gök gürültüsünü bastıran bir sesle amfinin büyük ahşap kapısı tekmelerle yumruklarla ve marşlarla patlarcasına açılıyor.
“ Türkiye dağlarında çiçekler açar,
Devrimci Halk Ordusu ateşler saçar…”
Parkalı bir gurup amfiye ve sahneye el koyuyor. İnatla dersini anlatmaya devam eden Emin hoca dört kişi tarafında koltuğu ile birlikte amfi dışına alınıyor. Elektrikler kesiliyor. Çakmak alevinin ışığında gür sesli yeşil parkalı biri haykırıyor.
“ – Arkadaşlar…
Yıl 1975 Ahval-i şerait:
EÜ Tıp Fakültesi İGD’nin hâkimiyetinde Ülkücüler tutunmaya çalışıyor,
Anatomi kürsüsü ve baraka yemekhanenin bulunduğu Küçük Kampus Halkın Sesi- Aydınlıkçıların kontrolünde,
EÜ Büyük Kampus Halkın Kurtuluşu ve Halkın Yolu kontrolünde,
Bornova Merkez Ülkücülerin kontrolünde,
Buca Eğitim Enstitüsünün bulunduğu Buca Ülkücülerin kontrolünde
* * *

1976 kışının soğuk bir akşamı. Kampus içindeki yabancı diller okulunda İngilizce dersindeyiz. Dersin ortasında aniden kapı açılıyor. İçeri giren parkalı arkadaşlar nefes nefese,
“ Bornova Ülkü Ocakları Başkanı vuruldu. Bornova merkeze çıkmayın. Gurup halinde hareket edin “ diyerek uyarıyorlar. Gecenin karanlığında Hastaneye yürümeye de cesaret edemiyoruz. Kuzeye doğru yürüyüp Ankara asfaltına çıkıyoruz, otostop yapıyoruz. Duran bir kamyonetin kasasında gübreler içinde sarıkızla birlikte İzmir’e gelebiliyoruz.
Yıl 1976 Ahval-i şerait
Ülkü Ocakları Başkanının ölümü ve sağ görüşlü askeri öğrencilerin Tıp Fakültesinden kovulmasıyla Bornova merkez ve Tıp Fakültesindeki Ülkücü etkinliği sona eriyor. Artık Bornova Merkeze ve boykot olduğu günlerde Bornova büyük parktaki Kız Kahvesine rahat rahat çıkıp okey oynayabiliyoruz.
* * *
1977 yılının 1 Mayıs’ı.
Taksim Meydanında kızıl karanfiller açmış. Tıp Fakültesi bodrum kattaki Histoloji Laboratuarının önü. Tok sesli bir konuşmacı gür sesiyle katliamı lanetliyor
Tıp Fakültesinde İGD nin hâkimiyeti bitiyor. İkiye bölünen DEV – GENÇ’İN Dev- Yol fraksiyonu egemenliğini kuruyor.
* * *

1980 yılının 12 Eylül sonrası.
Amfilerin kapısında tanımadığımız tipler duruyor. Herkes tedirgin.
“… Gürcanı da almışlar…”
Tüm yurtta olduğu gibi Ege Üniversitesinde de hâkimiyet 12 Eylülcülerde.
* * *
Bu süre içinde Buca sürekli Ülkücülerin kontrolünde. Ege Üniversitesi “Şebeke Kartı” taşıyan birinin Buca sınırlarına girmesi can güvenliği açısından mümkün değil.

Ne baharlar geldi geçti, âşık ta olamadık. Kampusta ve kantinde Devrimci Yasaları geçerliydi. Bu yasalara göre kız arkadaşlarımız “ Bacılarımızdı.”
Bu ahval ve şerait altında ne âşık olabildik ne de Buca’yı keşfedebildik.

12 Eylül sonrası yıllar da Buca Eğitimde okuyan kız arkadaşlarımız sayesinde – artık bacılarımız değil sevgililerimizdi- hem aşkı hem Buca’yı keşfediyorduk. Onların ders çıkışı buluşup sıcak bahar günlerinde Göksu Çay Bahçesinde oturup geciken gençlik yıllarımızı yaşıyorduk.

* * *
Yine bir bahar gününde Buca’yı bu kez İzmir Binrotalı dostlarımızla keşfedeceğiz.
Buca, Rumlar, Yahudiler ve Türklerin bir arada yaşadığı, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Hollanda şirketleri ile daha çok ticari ve sınai ilişkiler çerçevesinde oluşan Levanten Grubu’nun sayfiye yeri olarak yerleştiği bir belde.
ESKİ BUCA “ OLD TOWN “
İlk kuruluşu İ.Ö 630 yılınan kadar uzanan Buca’nın adı üzerinde çeşitli söylenceler var. İznik Devleti Kralı İoyanis'in 1235 yılında Kohi denen ve Kral Yolu yakınında bir yerleşim alanından bahsettiği yerin Buca olarak değiştiği, Kohi adının daha sonra Gonia, Bugia ve Buca’ya dönüştüğü sanılmaktadır. Bizanslılar döneminde ise bugünkü yerleşim yerinde Vuza, Uza ya da Vuzas isimli bir toprak sahibinin yaşadığı, yerleşim yeri isminin değişerek zamanla Buca olduğu varsayımı da vardır. Ayrıca İtalyancada BUCA kelimesi çukur anlamına gelmektedir Buca'nın çukurda kalışı ismin buradan geldiğini kuvvetlendirmektedir. Bir diğer söylence de Rumca “ Köşede kenarda kalan köy” anlamındaki “ Bovios” sözcüğünden Buca’ya dönüştüğü.
Öyle ya da böyle çocukluğumun geç yaz günlerinde eşeğinin iki yanına astığı küfelerde baldan tatlı razaki üzümlerini ve bamyalarını bize getiren yaşlı bahçıvanın yaşadığı yer benim için.
İlk durağımız Kızılçullu Su Kemerleri. Aracımızı yol kenarındaki cebe park edip iniyoruz. Çocukluğumda Gürçeşmede oturan Pembe Teyzemizi ziyarete gittiğimiz hafta sonları patikalardan yürüyerek iner, cephaneliğin eteklerinden tren yolunun kenarından Şirinyer istasyonuna yürür oradan ya minibüse binerdik ya da kızılçullu su kemerlerinin önünden yürüyerek Eşrefpaşa’dan Bayramyerindeki evimize ulaşırdık. O tarihlerde henüz Yeşildere çevre yolu yapılmamıştı. O gün bugündür yüzlerce kez önünden geçmişimdir ama yakından fotoğraflamak bugüne kısmet oldu.
Eski adı Kızılçullu olan Şirinyer'de bulunan su kemerleri Meles Çayı üzerinde. Kadifekale'de kurulan şehre su getirmek
için geç Roma döneminde MÖ 133-MS395 yıllarında, İmparator Agutus döneminde Romalılar tarafından yaptırılmıştır Yapımında taş tuğla ve Roma harcı kullanılmıştır. Kemerler zamanla Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından onarılarak uzun süre kullanılmıştır.
Eski Şirinyer istasyonunun karşısından ve yeni yapılan Aliağa - Menderes hafif raylı sistemi istasyonunun yanından sağa dönüyoruz. Önümüze çıkan ilk döner kavşakta dörtnala koşan iki yarış atı heykeli karşımıza çıkıyor. Burası Buca Hipodrmunun bulunduğu yer. Haftanın beş günü ve son yıllarda yapılan aydınlatmalarla gece yarışları da yapılıyor.
Yolumuza devam ediyoruz. Rotamız Buca Devlet Hastanesi ( önceki adıyla Buca SSK Hastanesi) bahçesindeki FORBES KÖŞKÜ. Buca'da yaşamakta olan Levanten Forbes Ailesi tarafından 1908 yılında yaptırılmıştır. Köşk yapımından bir yıl sonra, 1909'da tümüyle yanmış ve yangından hemen sonraki yıl, yani 1910'da yeniden yapılmıştır. Bir süre köşkte ikamet eden Forbes Ailesi İzmir'den ayrıldıktan sonra, köşkte Whittal Ailesi yaşamaya başladı. 1950'de ise SSK'nin malı olan köşk, uzun yıllar poliklinik olarak kullanıldı. Daha sonra aynı bahçeye yeni ve daha büyük hastane binası yapılınca köşk boş kaldı ve zaman içinde harabeye dönüştü. 1999 yılında köşk restore edilmeye başlandı. Forbes Köşkü, mimari açıdan Buca Eğitim Fakültesi Dekanlık binası olarak kullanılmakta olan Rees Köşkü'ne benzemekle birlikte, daha karma bir mimari tarzı yansıtmaktadır. Forbes Köşkü, Buca'nın Şirinyer semtindeki alışveriş merkezi sayılan Forbes Caddesi'ne de adını vermiştir.

Hastane otoparkında aracımızı bırakıp eskiden tren yolu iken bugün terk edilen ve geçme taşlarla yürüyüş yoluna çevrilen yoldan istasyona ve bugün Buca Eğitim Fakültesi Dekanlık Binası olarak kullanılan REES KÖŞKÜNE doğru yürüyoruz.
Yakın tarihe kadar Buca'da Hıristiyanlar, Museviler ve Türkler bir arada yaşıyorlardı. Bunun yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya ve Hollanda ile ticari ve giderek sanayi ilişkileri çerçevesinde oluşan levanten grubu bir sayfiye yeri olarak kullandıkları Buca'ya yerleşmişler, 1872 yılında da kendi yaşamlarını kolaylaştırmak için yakın zamana kadar kullanılan istasyonu inşa etmişlerdir. Bugün kullanılmayan ve Aliağa – Menderes hattının dışında kalan istasyon terk edilmişliğin hününü yaşıyor.
İstasyonun hemen yanından Buca Eğitim Fakültesine yöneliyoruz. Kapıdaki güvenliğe kendimizi tanıtıp amacımızı söylüyoruz. Kimliğimizi bırakıp ziyaretçi kartı verilerek fakülte sekreterine yönlendiriliyoruz. Biz Rees Köşkünü dışarıdan seyreder fotoğraflarken, Dekanlık Özel Kalemi olduğunu öğrendiğimiz Figen Hanım yanımıza geliyor. Ona da kendimizi tanıtıp projemizi anlatınca binanın içine davet ediyor. Yüksek tavanlı antreye girdiğimizde tam karşımıza kahverengi seramiklerle kaplı büyük bir şömine çıkıyor. Şöminenin yanındaki çift kanatlı kapıyı açarak bizi içeri davet eden Figen hanımı izliyoruz. Muhteşem bir salondayız. Vitraylı yüksek pencereler, her iki tarafta birbirine bakan ve sonsuzluk hissi veren aynalar, ortada orijinal haliyle korunmuş toplantı masası, masanın etek kısmındaki renkli çiçeklerle anı desen ve renklerdeki tavan kartonpiyerleri ve tavan süslemeleri. Hayranlıkla izlediğimiz salonu fotoğraflarken Figen Hanım köşk hakkında bilgi veriyor.
Rees Köşkü, bugün
Buca Eğitim Fakültesi Dekanlık Binası olarak kullanılan bina. 1800'lerin ortalarında İngiliz Rees ailesi tarafından yapıldı. Bay Rees, Osmanlı Demiryolu Şirketi'nin yetkilisi idi. Buca İstasyonu'na kadar gelen demiryolu hattını da o döşettirmiştir. Rees Köşkü, tipik İngiliz mimarisinin özelliklerini yansıtmaktadır. Simetrik cepheli, üçgen alınlıklı ve çıkmalı bina, ahşap ve yığma taş bir yapı olup, iki katlıdır. Alt katta şömine bulunan geniş bir holün ardından yine geniş bir oturma odası ve küçük odalar bulunmaktadır. İçeriden ahşap merdivenle çıkılan üst katta da odalar mevcuttur. Uzun süre aile tarafından köşk olarak kullanılan binaya I. Dünya Savaşı yıllarında Vali Rahmi Bey tarafından el koyulmuş ve bina resmi bina olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Figen Hanıma ve Dekan Yardımcımıza teşekkür ederek, Rees köşkünden ve fakülteden çıkıyoruz. Hedefimiz yolun hemen karşısındaki Gavrili Malikanesi. Mimar Vafiyedis’e ait olan bu bina da yakın zamana kadar Pengelli Ailesinin oturduğu bilinmektedir. Mülkiyeti Yapı Kredi Bankasında olan ve bir süre bankanın misafirhanesi ve sosyal tesisi olarak kullanılmış olan bina bugün özel bir işletme tarafından restoran olarak işletilmekte.

Malikânenin yanından Dutlu Sokağa giriyoruz. Cumbalı eski Osmanlı Ev örneklerinin bulunduğu ara sokakları dolaşıyoruz. Bugün Buca Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi olarak kullanılan Hacı Davut Fargoh Köşkünün yanından tekrar ana caddeye çıkıyoruz.
Heykel’e çıkmadan önce sağ taraftaki sokağa yöneliyoruz. Bu sokağın girişinde bugün özel mülkiyette olan, mimari açıdan Buca’daki köşkler arasında benzerine hiç rastlanmayan Russo Köşkü yer alıyor. İlginç mimarili binayı fotoğraflayıp yanındaki bir diğer binaya geçiyoruz. Listemizde olan fakat Buca da sorduğumuz hiç kimsenin bilemediği Manoly Hoteli böylece tesadüfen buluyoruz. Bugün bir vakıf tarafından Yaşlı Evi olarak kullanılan binayı dışarıdan fotoğraflıyoruz ama görüştüğümüz yetkili Vakıf Yönetiminin kesinlikle fotoğraf çekimine izin vermediğini belirterek içerde çekim yapmamıza ve binanın içini görmemize izin vermiyor. Hotel Manoly’nin yanında yüksek duvarlarla çevrilmiş, duvarların üzerinde dikenli tellerle de koruma sağlanmış büyük demir kapılı DOM Katolik kilisesi mevcut.
Sokaktan tekrar küçük meydana –Heykel’e- çıkınca sol tarafta bahçe içinde bugün Ziraat Bankası şubesi olarak kullanılan başka bir köşk karşımıza çıkıyor. Bu köşk hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Karşıya geçtiğimiz zaman büyük bir bahçe içinde bir zamanlar SSK Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak daha sonra SSK Sağlık Meslek Lisesi olarak kullanılmış olan De Jongh Malikânesi bulunuyor. 1995 yılında Sağlık Meslek Lisesinin kapanmasıyla terk edilmiş olan bina bugün boş olarak duruyor. Kapıdaki güvenlik içeri girmemize izin vermiyor. Kendimizi tanıtıp, projemizi anlatınca müdürlerinden izin almaya çalışıyor ama tam yemek paydosu olduğu için kimseye ulaşamıyor. Güvenliğin çabaları sürerken kapıya sivil birsi yaklaşıyor. Güvenlik görevlisi telefonu bırakıp bu kişiyle konuşmaya başlıyor. Buranın sorumlusu olduğunu öğrendiğimiz Cengiz Beyle Tepecik Eğitim Hastanesinin SSK döneminden tanıdık çıkıyoruz. Cengiz Bey’in sıcak mihmandarlığında binayı geziyoruz. Her biri yaklaşık 50 metrekarelik salon büyüklüğünde odalardan oluşan, her odasında ayrı seramik süslemelerle süslenmiş şömineleri olan ve elektrik tesisatı dışında her şeyi orijinal olarak kullanılan bu muazzam malikânenin terk edilmişliği içimizi acıtıyor. 50 dönüm onlarca yıllık ağaçların bulunduğu bu köşk aslında butik otel olarak turizme kazandırılmalı diye düşünüyoruz. Cengiz Bey’e sıcak dostluğu ve mihmandarlığı için teşekkür edip ayrılıyoruz.
Kasaplar Sokağına doğru ilerliyoruz. Buca’nın ünlü keçi ve Oğlak kasapları bu meydanda bulunuyor. Sokakta ilerliyoruz. Kasaplar sokağının bitiminde Kız yetiştirme yurdu var. Bir zamanlar Papaz Okulu olan bina bugün Kız Yetiştirme Yurdu olarak hizmet veriyor. Güvenlik sorunu burada da karşımıza çıkıyor. Tesadüfen giriş kapısındaki güvenlik bürosunda bulunan yurdun müdür yardımcısına projemizi ve kendimizi tanıtıyoruz. “Gazeteci” olmadığımızı özellikle vurguluyoruz. Müdür Yardımcımız yurdun giriş kapısındaki öğrencileri uzaklaştırarak binanın dışarıdan fotoğrafını çekmemize izin veriyor. Biz de saygı gösterip bu fotoğrafla yetiniyoruz.
Gösterişsiz Papaz Okulunun yanında ana kapısından girdikten sonra iki tarafı selvi ağaçları ile ve Buca’nın eski Levanten ailelerinin aile mezarlarının bulunduğu yolun sonunda oldukça ilginç mimarisi Buca Baptist Protestan kilisesi bulunuyor. Bu kez hiçbir güvenlik problemi ile karşılaşmadan içeriye davet ediliyoruz. Kilise görevlisi İhsan Bey bize kiliseyi gezdiriyor, kilise hakkında detayı bilgi veriyor.
Protestan Kilisesi 1838 yılında yapılmış. Kilise 1961 yılında Buca Belediyesine devredilmiş, 1991 yılına kadar Nikâh Salonu Belediye Meclis Salonu ve Emlâk Vergi Dairesi olarak kullanılmıştır. Bunun ardından kilise Buca Kültür Sanat Merkezi’ne dönüştürülmüştür.

2001 yılında yapılan bir protokolle kilise restore edilmiş ve yeniden Protestanların ibadetine açılması kararlaştırılmıştır.
Kilise kesme taştan L planlı olarak yapılmıştır. Gotik üsluptaki kilisenin sivri kemerli giriş kapısı ve ince uzun pencereleri bu üslubu yansıtmaktadır. Kilisenin kısa kenarlarında üçlü gotik pencerelere yer verilmiştir. Günümüzde iyi bir durumdadır
Daha sonra bahçeye çıkıp bahçedeki her biri sanat eseri güzelliğindeki mezar taşlarını gezdiriyor ve kimlere ait oldukları konusunda bilgi veriyor.
Sırada Buca Lisesi bahçesinde bulunan Baltacı Malikânesi var. Bugün Buca Fen Lisesi binası olarak kullanılan bina İstanbul konaklarındaki karnıyarık türünü çağrıştıran bir planı vardır. Bahçesindeki heykeller bugün de durmaktadır.
Eski Buca turundaki son durağımız Hasan Ağa Bahçesi. Hasan ağa Bahçesi 107 bin 615 metrekarelik alana yayılan bahçenin ilk sahibi İtalyan Levanten işadamı Aliotti olduğu söylenir. Daha sonraları Ödemiş eşrafından Hasan Ağa bahçeyi satın almış. O dönemde bile düzenli bir altyapıya sahip oluşu yer altında bulunan su kanalları, bahçedeki havuz şelalesinin çalıştırılmasıyla tepeden bakıldığında gözlemlenebilen bir kadın silueti ile hayret uyandırır. Bahçe öyle dizayn edilmiştir ki gökyüzünden bakıldığında ağaçların dizilişi bir haç şeklini verir. Bahçede bir arada bulunan 12 selvinin ise 12 havariyi simgelediğine inanılır.
Bugün çevresindeki duvarlar yıkılmış ve halka açık yeşil alan haline getirilmiştir.
Hasan Ağa bahçesinden sonra Eski Buca ‘nın biraz dışında kalan EVKA ! yolundaki Kız Kulesini görmeye gidiyoruz. İzmirli bir Rum tarafından yapıldığı söylenen bu ilginç mimarili binanın ne amaçla yapıldığını öğrenemiyoruz. Yaklaşık altı saat süren İzmir Mahalleleri Projemizin 4. ayağı BUCA’ yı oldukça yorulmuş olarak tamamlıyoruz.
17 Nisan 2009
Yazı ve Fotoğraflar:
Dr.M.Cengiz TÜMER
Meraklısına Notlar:
* Buca turumuz Buca Belediye Başkanlığının katkıları ile gerçekleşmiştir. Buca Belediye Başkanlığına Özel Kalem Müdürü Sayın Alpaslan EGE’ ye, gün boyu bize eşlik eden Basın danışmanı Sevgili Aylin Hanım’a ve şoförümüze Binrota İzmir ekibi olarak teşekkür ederiz.
Bu yazı çok uzun süren ve oldukça yorucu geçen bir gezinin ardından bu rotayı gezmek isteyeceklere kolaylık sağlamak için ideal “route” tarzında düzenlenmiştir. Yazının uzunluğu göz önüne alınarak yazı şuan okuduğunuz “ESKİ BUCA; OLD TOWN” ve daha sonra okuyacağınız “ YAŞAYAN BUCA” olarak ikiye bölünmüştür
**Yazılarımda öz Türkçe kullanmaya özellikle özen göstermeme rağmen bazı Osmanlıca kelimelerin tam Türkçe karşılıkları bazen yazıda istediğim anlam derinliği ve zenginliğini karşılamadığı için Osmanlıcalarını kullanıyorum. Bu yazıda ki “ ahval ve şerait” te bu bağlamda kullanılmıştır.
AŞKI VE BUCAYI GEÇ TANIDIK! BÖLÜM. 2: “YAŞAYAN BUCA”

1800’ lü yılların Buca’sını geride bırakıp mihmandarımız sevgili Aylin Hanım’ın rehberliğinde günümüz yaşayan Buca’yı keşfediyoruz.
Son yıllarda iyice büyüyen ve gelişen Buca’ya üç dönem değişik siyasi partilerden belediye başkanlığı yapan Cemil Şeboy’un projeleri damgasını vurmuş.
İlk önce modern mimarideki belediye binasının hemen arkasındaki ve Forbes köşküne çok yakın olan “Kadın Aktivite Merkezini” ziyaret ediyoruz. Beş yıldızlı otel konforundaki merkezde spor salonu, sauna, okuma odaları, kafeterya, yüzme havuzu yer almakta. Merkezin sorumlusu bize merkezi gezdirip bilgi veriyor. Kadın Aktivite Merkezinden yürüyüş mesafesindeki “Engelliler Aktivite Merkezine” geçiyoruz. Şirinyer Parkı içindeki merkezde bizim gittiğimiz saatte sabah gurubu servislerle evine dağıtıldığı ve yeni gurup henüz gelmediği için kimse yoktu. Burada da merkezin sorumlusu aktiviteleri hakkında bilgi verdi. Doğrusu böyle merkezleri görmek biz binrota İzmir ekibini mutlu etti.
Engelliler merkezinden çıkıp De Jongh Malikânesi, Rees Köşkü ve İstasyonu gezip bitirince acıktığımızın farkına vardık. Bunun üzerine mihmandarımız Aylin Hanım bizi Buca Gölet’teki Belediye işletmesinde misafir edeceğini söyledi. Hep birlikte aracımıza binip merkeze yaklaşık 10 km mesafede Kaynaklar Köyü yakınındaki Gölet’e gidiyoruz.
Çok geniş bir alan üzerine kurulmuş tesiste ortada suni bir göl, adası ördekleri sandalları ile sizi yeşillikler içinde karşılıyor. Etrafı çam ormanları ile çevrili alan hafta sonları cıvıl cıvıl olmasına karşın bugün bize sonsuz bir huzur ve dinginlik sunuyor. Buca Gölette sizi değişik alternatifler bekliyor. Et ve Balık restoranı, Gölet Bar, Şebnem Kafe, Piknik alanları, Anfi Tiyatro, çocuk oyun alanları ve hobi bahçeleri. Belediyenin işletmesindeki restoranda Buca Belediyesinin misafiri oluyoruz ve gölete karşı biralarımızı yudumluyoruz, yemek sonrası da kahvemizi içip tekrar gezimize kaldığımız yerden devam etmek üzere Buca’ya dönüyoruz.
Eski Buca’ya – benim deyimimle Old Town- inmeden Cemil Şeboy’un diğer projelerini göreceğiz. İlki Yedigöller;
Eski bir dere yatağı olan ve moloz dökümü için kullanılan bu vadiye Belediye 2003 yılında yukarıdan aşağıya doğru kademelendirerek yedi suni gölet yapmış. Fast food restoran, açık hava diskosu, yürüyüş yolları ve gösteri alanları yapılmış, kule köprüsü ile de iki yakanın ulaşımına da hizmet etmiş.
Yedigöller’den sonra bir paralel dere yatağına da “ Spor Vadisi” inşa edilmekte. Buca sporun maçlarını oynayacağı modern bir stad, suni çimli antrenman sahası, basketbol ve voleybol sahaları yapımı devam eden projeler.
Spor Vadisine yakın bir tepe üzerine inşa edilmiş ve Buca’yı yukarıdan gören Buca Tenis Kulubüde Buca’nın sosyal ve spor etkinliklerine zenginlik katmış. Oldukça zevkli ve lüks döşenmiş tesiste bir restoran, oyun ve dinlenme salonu, bir açık yüzme havuzu, iki kapalı, dört açık tenis kortu ve çalışma duvarı yer alıyor.
Daha sonra önceleri adı Tıngırtepe olan daha sonra dünyanın üçüncü büyük heykeli olan hümanist felsefesi tüm dünyada kabul görmüş Mevlana’nın heykelinin bulunduğu Mevlana Tepesinden Mevlevi musikisi eşliğinde Buca’yı seyrediyoruz. Heykel yapıldığından bu yana hep aklıma takılan soruyu Aylin Hanım’a soruyorum. – Mevlana Konya ile özdeşleşmiş bir şahsiyet, Buca’ya heykelini dikmek nereden aklınıza geldi. Aylin Hanım Mevlana’nın sadece Konya’ya değil tüm dünyaya ait olduğunu söyledi. Ama bu cevaptan çok Sevgili Oğuz’un ( EYLÜLADA) Buca yazılarında anlattığı tüm dinlerin ve ulusların Buca’da sevgi ve hoşgörü içindeki yaşam öykülerinde aradığım cevabı buldum.
Mevlana ve müritlerine veda edip merdivenlerden eski Buca’ya doğru, Eski Buca’nın restore edilmiş eski sokaklarına Yaylacık Mahallesine iniyoruz. Selanik’in Yaylacık köyünden mübadele ile gelen göçmenler burada aynı isimle aynı mahallelerini inşa etmişler ve gelenek göreneklerini yaşatmışlar. Burada ki “Gelin Çeşmesi” öyküsü ile dikkatimi çekiyor. Evlenecek kızlar “Kına Gecesinin” ertesi gün kınalarını bu çeşmede yıkarlarmış.
Son bir yer kalmıştı. Hipodrom. Buca’yla özdeşleşmiş eski adı “Paradise” olan Şirinyer de TJK tarafından işletilen ve artık gece koşularının da yapıldığı Hipodrom. Hipodromu nal seslerinin olmadığı ve “- Yürü kızım” nidalarının olmadığı sessiz bir anında ziyaret ediyoruz.
Gezimizi Buca Belediyesi binası önünde bitirirken sevgili mihmandarımız Aylin Hanım’a ve şoförümüze teşekkür ediyoruz.

Dr.M.Cengiz TÜMER












2 yorum:

  1. ben bu yazıya yorum yazmıştım ama blog tecrübesizliği olmuş, kayıt edememişim.12 eylül öncesiyle başlayan, benim memurum işini bilir argümanıyla son bulan kesitte; 9-16 yaşlarım arası izmirde yaşamıştım. Buca ben de okulum adına katıldığım satranç turnuvası ve babamla hipodromda seyrettiğim at yarışları ile aklımda kalmıştı. O yıllarda sizin cephenizde neler olmuş....

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı olmuş. İzmir her yanı ayrı güzellikte onu tarihiyle yaşamak gerek. Eline sağlık Cengiz.

    YanıtlaSil