17 Eylül 2009 Perşembe

ABD Gezisi 2 - San Fransisco






If you're going to San Francisco
Be sure to wear some flowers in your hair
If you're going to San Francisco
You're gonna meet some gentle people there


Saçlarımıza çiçek takmadık ama San Fransisco’da gerçekten çok nazik insanlarla karşılaştık. Sevecen, yardımsever ve hayat dolu. Evsizinden sokak çalgıcısına, işadamından otobüs şoförüne tüm San Fransiscolular şarkıda da belirtildiği gibi nazik olmayı sanki bir görev kabul etmişler ya da kültürlerine işlemiş.
Amerika’nın en sıra dışı şehrine bu ikinci gelişim. İlk gelişimde iki gün kalıp Las Vegas’a uçmuştuk. Fisherman’s Wharf ve Pier 39 dışında aklımda çok bir şey kalmamış. Biraz da Alcatraz. Buraları da şehrin en turistik yerleri zaten.
Bu sefer San Fransisco’yu keşfetmek için tam 12 günüm var. Chicago’dan LA aktarmalı bir uçuşla sabah dokuzda başladığımız uçuşumuzun sonunda yerel saatle 6 gibi SF havaalanındayız. Ertesi gün kızımı ve kardeşimi karşılamak için tekrar havaalanına gideceğimizden bu ilk gece alana yakın bir otelde konaklıyoruz.
Heyecanlı bir bekleyişten sonra nihayet kardeşler tekrar bir arada. İlk 15 dakika hasret giderdikten sonra taksiye binmeden dalaşmaya başladılar bile.
Otelimiz şehrin merkezine çok yakın olmamakla birlikte konum olarak ulaşılması basit bir yer olan Japan Town’da. Burası japonların yoğun olduğu bir bölge. Etrafta japon marketler, restoranlar ve japon malı satan çok sayıda işyerinin olduğu bir semt. Bu nedenle kaldığımız süre boyunca bol bol sushi tükettik. Ama çok geçmeden SF’nun asıl nüfusunu oluşturanların Çinliler olduğunu görüyoruz. Amerika’daki en büyük Chinatown da burada zaten.
İlk gün biraz dolaştıktan sonra özellikle jet leg mağduru kızım ve kardeşim ayakta uyumaya başladıkları için otelimizin yolunu biraz erken tuttuk, ama daha sonraki günler San Fransisco’da ayak basmadık yer bırakmadık
San Fransisco’yu keşfetmenin en güzel yolu yürümek. Ancak her daim iki çocukla birden yürümek o kadar kolay olmadığından çoğu kez toplu taşımayı kullanıyoruz. Toplu taşıma konusunda alternatif çok. Otobüs ve metro dışında, tramvay ve cable car denilen San Fransisco’nun sembolü olmuş cadde tramvayları sizleri istediğiniz yere taşıyor. Ulaşım oldukça pahalı. Cable car’da indi bindi 5$ diğerlerinde ise 2$. Ancak bu vasıtaları sürekli kullanacaksanız bizim yaptığımız gibi adam başı 24$ verip haftalık paso almak en iyisi. San Fransisco’nun yokuşlu sokakları yürümek için oldukça yorucu olduğundan en akıllı çözüm bence bu. Şehirde araba kullanmak ise park yeri probleminden dolayı zor.
Otelimizde kahvaltı biraz pahalı olduğundan ilk günden itibaren kahvaltımızı şehirde yapmaya karar verdik. Böylece otelde vakit geçirmeden kendimizi dışarı atmış olduk. Aktarma alacağımız durak olan Union Square’de indiğimizde gözümüze çarpan ilk yer olan Lori’s Diner adlı restoranda kahvaltı o kadar hoşumuza gitti ki birkaç gün hariç diğer günler de hep burada yaptık kahvaltımızı.
Ağustos ayı olmasına rağmen hava oldukça serin. Daha kuzeyde şortla dolaşırken burada üstümüze pantolon ve mont giyiyoruz. Geceleri ise hafif bir rüzgarla birlikte hava iyice üşütüyor. Bu San Fransisco’nun klasiği. Otobüste tanıştığımız bir yazar bize Mark Twain’in San Fransisco’yla ilgili bir sözünü aktarıyor:
“ Hayatımda yaşadığım en kötü kışlardan biri bir SF yazıydı” demiş Mark Twain.
Ama SF cıvıl cıvıl. Her yer turist kaynıyor. Özellikle Alman ve Fransız turistler çoğunlukta. Bu nedenle Cable Car’a binmek için uzun kuyruklar oluşturuyorlar.

Her zamanki gibi gezmeye Fiherman’s Wharf’tan başlayacağız. Burası 1 numaralı turistik bölge. Pier (İskele) 45’in önündeki bu alan özellikle deniz mahsülleri ve bölgeye özgü kral yengeç yemek isteyenlerin uğrak yeri. Bu bölge aslında Pier 39’a kadar en kalabalık bölge. Çevrede bir çok kafe, hediyelik eşya mağazası, restoran ve eğlence yerleri var. Özellikle Boudin kafe, aynı zamanda bir ekmek fabrikası, mutlaka girilmesi gereken yerlerden biri. Burada ekşi hamurdan (sourdough) yapılan ekmekler civar lokantalarda içi oyularak kase haline getirilip içinde nefis çorbalar servis ediliyor.
Pier 39 lokanta ve hediyelik eşya satan mağazaların dışında önündeki sallarda sürekli gürültü çıkararak güneşte keyifle uzanıp yatan deniz aslanlarının buluşma yeri. Şehrin neredeyse yarısının yıkıldığı ya da çıkan yangınlar sonucu yandığı 1906 depreminden sonra burayı mesken edinmişler ve bir daha da gitmemişler.
Sahil boyunca yan yana bir çok iskelenin olduğu bu şeride Embarcadero deniliyor. Bu iskelelerden körfez içindeki Alcatraz ve Angel Adalarına ve körfezin karşı kıyısındaki şehirlere gitmek i ya da körfez turu almak için tekneler kalkıyor. Yoğunluk nedeniyle Alcatraz Adası turlarına bilet yoktu. Aslında daha önce yaptığım, çocuk dahil kişi başı 75$ dolar olan bu tur çok da ilgi çekici gelmemişti bana. Körfezi tekneyle dolaşmak hem daha ucuz hem de adayı çepeçevre dolaşıyor üstelik Golden Gate Köprüsünün de altından geçebiliyorsunuz.
Fisherman’s Wharf’un diğer istikametine doğru gidildiğinde mutlaka gezilmesi gereken Ghirardelli Square var. Bir çikolata ve şekerleme firmasının aynı isimdeki kurucusu olan Ghirardelli tarafından yapılmış bu binanın içinde tabi ki firmanın meşhur çikolataları dışında bir o kadar lezzetli dondurma çeşitlerinin de bulunduğu iki kafe var.
Meydanın hemen köşesinde kendi aramızda konuşurken bir sokak çalgıcısı bize “ Siz Türkçe konuşuyorsunuz değil mi?” diye soruyor ve bize oracıkta Türkçe bir şarkı söylüyor Kendisi hiç Türkiye’ye gelmemiş ancak her dilden şarkı söylediğini ve bunları internetten indirdiğini açıklıyor.
Meydanın hemen dibinde Cable Car’ın iki hattından (Powell/Hyde) birinin başlangıç durağı var. Meydanın önündeki alandan denize girmek de mümkün. Su buz gibi, ben ayaklarımı sokmakla yetiniyorum ama çocuklar soğuk falan demeyip atıyorlar kendilerini suya.
San Fransisco konum olarak bir yarımada. Oldukça tepelik olan şehrin bir çok yerinden bu sayede denizi görmek mümkün. Tabii manzaranın da keyfine doyum olmuyor. Körfezin iki yakasını Golden Gate birbirine bağlıyor. Bir o kadar güzellikteki Bay Bridge ise şehrin diğer bir köprüsü.
Bir başka gün faaliyeti olarak bisiklet kiralayıp Golden Gate’i geçmeye karar veriyoruz. Burada yaygın olarak bisiklet ve iki kişilik tur arabaları kiralayan firmalar var. Özel olarak yapılmış bisiklet yolları araçla geçemeyeceğiniz güzel manzaralı yerlerden gitmenizi sağlıyor. Arda benim arkama iliştirilmiş bir tekerlek (bknz resim) üzerinde olmak üzere 3 adet bisiklet kiralayıp bize verilen rotayı yapmak üzere yola koyuluyoruz. Bu yaklaşık 30 km’lik bir yol. Köprüye doğru oldukça inişli çıkışlı bu yol daha ilk etapta nefeslerimizi tüketiyor. Sağımızda deniz Golden Gate’e gireceğimiz Presidio’ya doğru devam ediyoruz. Burası yeşillikler içerisinde bir park. Dik bir yokuştan köprüye çıkıp onlarca kişiyle birlikte bisikletle karşıya geçmenin keyfini çıkarıyoruz. Köprüden geçmek, şehre bir de köprüden bakmak güzel bir duygu. Golden Gate gerçekten çok estetik bir köprü. Boğazdaki gri betonlar aklıma gelince üzülüyorum. İstanbul aslında daha iyisini hak ediyor ama ne yazık ki böyle bir vizyona sahip yöneticiler yok.
Köprünün karşı kıyısı Sausalito. Küçük ve şirin bir sayfiye kasabası. Yemek ve dondurma molasından sonra yola devam ediyoruz. Hedefimiz Tiburon’a kadar gitmek. Küçük bir koyu dolaşıp oradan feribotla karşıya şehre geri döneceğiz. Zaten bu yolu geri dönmeye de imkan yok. Bol yokuşlu bu yolda bisikletle gitmek bir eziyet halini almaya başlıyor. Kah dinlenerek

kah bisiklet elimizde 30 km’yi tamamlıyoruz. Yol boyunca çok güzel yerlerden geçiyoruz. Bazı yerde trafiğe karıştığımız olsa da sürücüler çok dikkatli ve hepsi size öncelik tanıyor. (Gözünü seviyim İstanbul).
Yolun sonunda bisikletlerimizi feribota yerleştirip San Fransisco’ya döndüğümüzde saat akşam altı olmuştu. 2 saatte yaparız dediğimiz yol tam 8 saat sürdü. Aslında Tiburon’a kadar gitmek yerine Sausalito’dan da dönmek mümkün. Oradan da karşı kıyıya feribotlar var.

Şehrin en hareketli mekanlarından biri de Union Square. Güzel binalarla çevrili bu meydanda akşamları canlı caz dinleyebileceğiniz restoranların yanı sıra, şık mağazalar ve büyükçe bir alışveriş merkezi de mevcut. Emsallerine göre şık bir AVM olan Westfield’de bir çok markanın mağazasını bulmak mümkün. Alt katı ise Food Court olarak hizmet veriyor. Ancak SF’da alışveriş diğer eyaletlerdeki şehirlere göre yüksek satış vergisinden dolayı %3 ile %10 daha pahalı.
Her gün kahvaltı yaptığımız Lori’s Diner da Union Square de olduğundan sabahları buraya gelmek bir rutin halini almıştı. Cable Car’ın sonlandığı durak da burada. Bu hattı alarak Fisherman’s Wharf’a gitmek mümkün. Ayrıca hat Nob Hill ve Chinatown’ın da yanından geçiyor. Biz Wharf’a gitmek için genelde cadde tramvayını tercih ettik. Bir çok mağazanın bulunduğu Market sokağını takiben kıyıdan kıyıdan iskeleleri geçerek giden bu tramvayların hepsi çok eski olmasına rağmen oldukça bakımlı. Değişik şehirlerin isimleri verilmiş bu vasıtaların hepsi birer antika. Şehirde bolca da troleybüs var.
Nob Hill şehrin en lüks binalarının olduğu yer olsa gerek. Ayrıca Grace Katedrali de burada. Katedral içinde yere yapılmış yuvarlak bir labirent var. Bir ucundan girip şaşırmadan diğer ucundan çıkınca dileğiniz kabul oluyor. Ben Brezilya’ya gitmeyi diledim. Göreceğiz bakalım.

Şehrin en renkli mekanı hiç kuşkusuz Chinatown. Rengarenk yapılar ve mağazalar semtin her yanını süslemiş durumda. Dakikalarca dolaşıp mağazalarda genelde hiçbir işinize yaramayacak Çin malı bir sürü şey bulabilirsiniz. Çin yemeği seviyorsanız burası tam yeri. Semtin bittiği yer olan Columbus Avenue’nun diğer tarafı ise North Beach. Burası da İtalyan mahallesi. İtalyan kafe ve restoranları da burada. Washington Meydanı’na komşu olan bu mahallede direklerin üzeri italyan bayraklarıyla boyanmış. Meydanın en güzel yapısı ise St. Peter ve Paul Katedrali. Whoopie Goldberg’in Sister Act (Çatlak Rahibe) filminin çekildiği mekanmış ayrıca. Meydanın hemen yanından ise Coit Tower’a otobüs kalkıyor. Burası Telegraph Hill denilen tepenin üzerine itfaiyecilerin anısına yapılmış hortum şeklinde bir kule. Biz kuleye otobüs gittiğini bilmediğimizden tepenin diğer yanındaki merdivenlerden çıkmıştık. Tahminim 500 basamak kadar olan bu merdivenleri tırmanmak oldukça yorucuydu. Buraya yakın başka bir tepe olan Russian Hill’de ise dünyanın en garip sokaklarından biri var. Lombard sokağının bu kesimi herhalde en dolambaçlı sokaklarından biri. Çok dik bir yokuşta kazaları önlemek için yol zigzaglar haline getirilmiş.

San Fransisco iklim olarak tuhaf bir şehir. Buraya körfez şehri anlamına gelen Bay City denmesine rağmen havasının genelde sisli olmasından dolayı Sisli Şehir ( Foggy City ) de deniyor. 12 gün boyunca Golden Gate’in tamamını berrak bir şekilde çok az görebildik diyebilirim. Köprü neredeyse hep sisler altındaydı. Böyle dağınık bir sis değil de sanki elle çizilmiş gibi silindirik duvar şeklinde. Köprüden bisikletle geçtiğimiz gün köprünün tamamını net bir şekilde gördüğümüz ender günlerden biriydi. Tekneyle yaptığımız körfez gezisi de yine sisli bir güne denk gelmişti ancak köprüden körfezin içine doğru geldiğimizde sis falan kalmıyordu.
Tekne turu da herhalde mutlaka yapılması gereken aktivitelerden biri bu şehirde. Köprünün altından geçip Pasifik’in çalkantılı sularına kadar götürüyor sizi daha sonra da Alcatraz Adası’nın etrafında dolaşarak geri dönüyorsunuz.

Şehre Coit Tower’dan bakınca çok fazla yeşillik yok etrafta. Kulenin batısı ise gökdelenlerin bulunduğu finans bölgesi. Transamerica binası en yüksek gökdelen. Eskiden tepesine çıkılabilen bu binaya artık güvenlik nedeniyle izin verilmiyormuş. Şehir tepeden bakınca her ne kadar gri görünse de içinde dolaştığınızda renkli binalar sarıyor sizi. Hala çok sayıda Victoria dönemi evleri var. Çoğu restore edilmiş ve bakımlı halde. Bunlar artık milli servet olarak kabul ediliyor. Bunun yanı sıra şehrin içine serpilmiş çok sayıda güzel binalar da var. Özellikle opera binası ve yönetim binalarının bulunduğu Civic Center görkemli binalarla çevrili.
Şehirde en çok hoşumuza giden yerlerden biri de hiç kuşkusuz Lincoln Park’ın içindeki Legion of the Honour Müzesi oldu. Çok güzel bir bina içerisindeki bu müzede tanınmış bir çok ressam ve heykeltraşın yanında Rodin’in “Düşünen Adamı” ile birlikte çok sayıda eseri de vardı.
Parklar Amerikan şehirlerin akciğerleri. San Fransisco da parklardan bolca nasibini almış durumda. Golden Gate Köprüsünden Fisherman’s Wharf’a kadar olan sahil marina ve park olarak ayrılmış. Bunun yanı sıra şehrin doğusunda yer alan Golden Gate Parkı şehrin en büyük parkı. İçinde kanoyla dolaşabileceğiniz yapay göletler ve harika oyun parkları var. Japon Bahçesi, De Young Müzesi ve Conservatory of Flowers da parkın içinde.

Vaktiniz varsa uğramadan geçilmemesi gereken bir yer de Haight ve Ashbury sokaklarının kesiştiği bölge. Golden Gate Park’ın doğu girişine yakın olan bu bölge çeşitlilik arz eden bir çok sıra dışı dükkana ev sahipliği yapıyor. Kitapçılar, dövme yapanlar, farklı giyim tarzına yönelik mağazaların yanı sıra etnik yemek lokanta ve marketlerini burada bulabiliyorsunuz. Hoş bir sürpriz de dinlenmek için girdiğimiz kafenin sahibinin Türk olmasıydı.

Eşim (Senem) biz San Fransisco’ya geldikten 1 hafta sonra bize katıldı. Geldiği uçakla kız kardeşim dönüş yaptı. Böylece alanda yarım saat kadar görüşebildiler. Bizi havaalanına getiren taksinin şoförünün de Türk olması başka bir ilginç tesadüftü.

Geri kalan 3 günümüzü de San Fransisco sokaklarını arşınlayarak dolu dolu yaşadık. Fort Lauderdal’e doğru uçarken geride çok keyifli anılarla dolu geziyi geride bırakmıştık.

4 yorum:

  1. 1) Genel yorum > Macera dolu Amerika...
    2) Özel yorum > İki çocukla birden yürümenin ne demek olduğunu iyi bilirim. Çünkü seninkilerle tecrübe etmiştim. (Hatırlayınız: Pasaport / Agora / Kemeraltı / Konak aksı)

    YanıtlaSil
  2. SF'yi hem güzel gezmiş, hem de hoş anlatmışsın. Hemen şimdi gidesim geldi. 1) SF tepelik, cable-car=tramvay, gibi notların vardı. Şunu merak ettim; tramvaylar, o dik yokuşları çıksın diye zaman zaman kablo ya da zincirle çekim mi yapıyorlar (finüküler gibi?) ?. Yoksa cable-car denme sebebi elektrik için miydi sadece? Köln de bu tabir (cable-car) teleferik için kullanılır, bilirsin.
    2) Alcatraz gezmeye değer mi değmez mi bunu tam anlayamadım^.3) Brezilya hayalinin gerçekleşmesi için labirente gerek yoktu ki, bana bir abd davetiyesi gönderenin tüm hayalleri gerçek oluyor. Bunu bilmeliydin :)
    4) SF'de de yüzdünüz. Michigan sana soğuk gelmedi ama SF soğuk geldi demek? açıklama gerekli bu konuda.
    5) Devamını bekliyorum merakla.

    YanıtlaSil
  3. 1)Cable car bizim füniküler gibi. Yolun altında hiç durmadan hareket eden bir kablo var. Araç hareket etmek için bu kabloya tutunuyor. Kabloyu bırakınca da duruyor. Teleferik sisteminin yerde gideni.Sistem yokuş çıkmak için tasarlanmış. 2) Bence her yer gezmeye değer ancak öncelikler önemli. Ben daha önceden gezmiştim. Sonuçta eski bir hapishane. Eğer vaktiniz dar paranız az ise çok fazla bir şey kaçırmış olmazsın. 3) Senin niye davetiyeye ihtiyacın var ki? Ama istersen yazarız bir davetiye. 4) SF ne yazık ki kuzeyden daha soğuktu. Ama buranın iklimi hep böyleymiş. Michigan Gölünün suyu daha sıcaktı. En azından Ağustos ayında. 5) Devamı yok bitti. Floridada bir şey yapmadık. Deniz, güneş ve alışveriş.

    YanıtlaSil
  4. sevgili arman,
    keyifli ve detaylı bir amerika macerası olmuş. Bugüne kadar Amerika bana pek cazip gelmiyordu ama senin yazılarından sonra tekrar gözden geçirmem gerekecek. Bakarsın hepimizi davet eder sen rehberlik edersin :)

    YanıtlaSil