Bugün Cide’ye veda zamanı. Artık sahilden ayrılıp içerilere doğru gideceğiz. Bugünkü rotamızda ilk hedef Aydos Kanyonu Seyir Terası ardında Şenpazar ilçesinin girişindeki Poyracık şelalesini görüp Azdavay’a doğru devam edeceğiz. Azdavay’da Çatak Kanyonu Cam Terası, Medil Mağarası ve yetişebilirsek Azdavay’ın pazarında yerel giysileri ile Azdavay kadınlarını görüntülemek istiyoruz.
Şenpazar’a
çok güzel bir yoldan 40 dakikalık yolculukla ulaşıyoruz. Şenpazar’ın hemen
girişindeki köprüden sağa, toprak yola dönüp 4 km kadar tırmanınca Poyracık
Şelalesi tabelasının yanında aracımızdan inip kayalara ve ağaçlara çizilmiş,
kırmızı beyaz boya ile işaretlenmiş patikadan orman içinde dik bir rampadan
yaklaşık bir kilometre kadar iniyoruz. Dere üstüne kütüklerden ve ağaç
dallarından yapılmış köprüleri, merdivenleri dikkatlice geçerek şelaleye ve
şelalenin oluşturduğu küçük göle ulaşıyoruz. İçimizdeki duygu burayı sanki ilk
kez biz keşfediyormuşuz duygusu… o kadar bakir.
Pınarbaşı’na
kadar önümüzde daha yarım saatlik bir yol olduğu için Azdavay’dan ayrılıyoruz.
Yine çok güzel sonbahar ve orman manzaralı yol üzerinden ara ara fotoğraf
molaları vererek Pınarbaşı’na varıyoruz.
Pınarbaşı
2500 nüfuslu küçük bir ilçe. Bir meydan ve bu meydana + şeklinde açılan 500 er
metre uzunluğunda dört caddeden oluşuyor. Küçük bir ilçe olması nedeniyle
konaklama sıkıntısı mevcut. Bizim de zor yer bularak konakladığımız bir otel,
belediyenin yaptığı fakat henüz işletilmeyen bir apart otel, bir konak ve
öğretmen evi var. Yakın gelecekte eminim ki bir turizm patlaması olacak ve bunu
karşılamak için yeni tesisler yapılacaktır. Çünkü Horma Kanyonu, Valla Kanyonu,
Kerpe Tepesi Seyir Terası, Ilıca Şelalesi ve Ilgarini Mağarası ile doğa turizmi
açısından eşsiz yerler barındırıyor.
Pınarbaşı mutfağı da kendine özgü tatları barındırıyor. Dağlarda yetişen kızamık bitkisinin meyvelerinden yapılan Kara Çorba, bir çeşit tirit diyebileceğimiz yufka ekmeği ve tavuk etinden yapılan Banduma, peynir dolgulu mantı bu ilçeye özgü tatlar ve bu küçük ilçede bunlar yiyebileceğiniz 5 adet lokanta mevcut. Biz kaldığımız sürece hepsini denedik.
Orman yolu
bitip tekrar asfalt yola vardığımızda tesadüfen sökülmüş bir tabela direği ve
buradan aşağıya inen yeni parke taşı döşenmiş bir yol görüyoruz. Aradığımız
yolun bu olduğuna kanaat getirip yola giriyoruz. 500 m sonra parke taşı bitiyor
çaşıt taşı dökülmüş zeminde bir süre daha gidiyoruz ama daha sonra risk
almaktan vazgeçip geri dönüyoruz. Burası da bu rotada bulamadığımız üçüncü
hedef oluyor. Saat dörde yaklaştığı ve hava kararmaya başladığı için Valla
Kanyonu’nu da sabaha bırakıp Pınarbaşı’na geri dönüyoruz.
Sabah kahvaltı sonrası otelimizden ayrılıyoruz. Pınarbaşı’ndan ayrılmadan Valla Kanyonu Muratbaşı Burgu Seyir Terasını ziyaret edeceğiz. Yaklaşık 28 km mesafede bir kısmı asfalt bir kısmı stabilize yoldan ilerleyerek hedefimize varıyoruz. Aracımızı yine köy içinde bırakıp seyir terasına kadar 1 km lik bir patikayı yürümemiz gerekiyor. Sonbahar manzaraları eşliğinde bir süre yürüdükten sonra orman içine giriyoruz. Patika burada parke taşı döşenmiş genişçe bir yola dönüyor, sağ tarafımız Valla kanyonu. Parke taşı yol bitince bu kez ahşap bir yoldan önümüzde yükselen burgu terasa doğru yürümeye devam ediyoruz. Dünyanın en derin ikinci kanyonu olan Valla Kanyonuna bir kartal gibi yukarıdan bakıyoruz. Yıllar önce bu kanyona girip, haber alınamayan ve günlerce kurtarma çalışmalarını basından izlediğim günleri hatırlıyorum. Aynı orman yolundan geri dönüp Erol’un yerinde sonbahar ve vadi manzarasına karşı odun ateşinde demlenmiş çayımızı keyifle içiyoruz. Ve yolu düşen herkese bu mütevazi cay bahçesinde yine çok naif ve mütevazi insan Erol’da bir çay içmesini, eğer öğle vaktiyse gözleme yemesini mutlaka öneririm.
Kastamonu’ya
16 km kala görmek istediğimiz bir yer daha var. Kasaba köyündeki Mahmut Bey Camii.
UNESCO Dünya Mirası aday listesindeki camii, Candaroğlu Beyliğinin ahşap mimari
sanatında ulaştığı zirveyi gösteren Kastamonu’nun olduğu kadar Türkiye’nin de
en estetik eserlerinden biridir. 1366 yılında Candaroğlu Beyliği Emiri Kötürüm
Beyazıd’ın kardeşi Mahmut Bey tarafından yaptırılmıştır. Mahmut Bey Camiinin en
önemli özelliklerinden biri muhteşem oyma sanatı ile süslenmiş giriş kapısıdır.
Mahmut oğlu Nakkaş Abdullah tarafından yapılan kapı, geometrik ve bitkisel
detaylarla süslenmiştir. Bugün yerinde imitasyonu bulunmaktadır. Orijinali
Kastamonu Etnografya Müzesinde sergilenmektedir.
Camiinin
ünik özelliklerinden birisi de üç farklı seviyede dört mahfil kurgusudur. Cami,
Anadolu’daki 13. Ve 14. Yüzyıllardaki ahşap destek ve örtü sistemine ait
yapılar içinde, bezemeye zemin oluşturan mimari kurgu ve bezeme programı
açısından ünik bir yapıdır. Dönemi içerisinde inşa edilmiş ve günümüze özgün
halde ulaşan tek yapı olması nedeniyle büyük bir öneme sahiptir.
Bu muhteşem mirası hayranlıkla gezdikten sonra kapıdaki güvenlikle sohbet edip Kastamonu’da Kuyu Kebabı yiyebileceğimiz yerin tarifini alıyoruz. Kastamonu’ya girmeden tarif edilen yerde Kuyu kebabı yemek için oturuyoruz.
Tam kebaplarımız geldiğinde İzmir’deki 6,9 luk depreminin haberini alıyoruz. Yemekleri unutup İzmir’deki yakınlarımıza ulaşma çabasına giriyoruz. İyi oldukları bilgilerini aldıktan sonra soğuyan ve donan kebapları bırakıp Kastamonu da kalacağımız Şerife Bacı öğretmen evine gidiyoruz.
Bu arada
gökyüzü de İzmir için ağlıyor.
Yazı ve
Fotoğraflar:
Mehmet
Cengiz TÜMER