CINQUE TERRE / BEŞ KÖYLER
İTALYA
Dokuz günlük
uzun Kurban Bayramı tatilini değerlendirmek için bir yıl önceden yapmıştık
planımızı. Uzun süredir görmek istediğim Cinqueterre ve Toscana vadisi. Program
özetle şöyleydi; Milano’ya uçuş, bir gece Milano’da konaklama, kiralayıp
havaalanından teslim aldığımız araçla ertesi gün Portofino ve Cinqueterre için
istasyon olarak kullanacağımız Levanto. Üçüncü gün Cinqueterre/Beşköyleri gezip
yine Levanto’da konaklama, dördüncü gün sabahı San Gimigniano köyü ile Toscana
Vadisine giriş yapmak, Sieana’yı merkez tutup çevre köyleri gezmek. Toscana
Vadisini tamamladıktan sonra Umbria bölgesine geçmek burada eski dost
Peruggia’da konaklayıp çevreyi gezmek ve son gün sabah Roma’ya hareketle aracı
teslim edip İzmir’e dönmek.
3 Eylül de
evlenen Canburak ve Dilara balayı için Roma’ya uçacaklar dört gün sonra trenle
Milano’ya geçip bize katılacaklar. Bu minval üzere programımızı yaptık, uçak
biletlerimizi aldık, booking.com’dan otel rezervasyonumuzu yaptık, Budget’ten aracımızı
kiraladık. Gün gün detaylı gezi planımızı çıkardık. Her şey hazırdı. Ta ki 15
Temmuza kadar.
15 Temmuz
sonrası bizim için zor günler başladı. Devlet hastanesinde eczacı olan Dilara
ile İYTE de akademisyen olan Şengül’ün yurt dışına çıkışları yasaklandı.
Seyahat günü yaklaştıkça sıkıntımız artıyordu. Yasakların bir süre sonra
kalkacağını bekliyorduk ama ne zaman? Vize almaya zaman kalacak mıydı yoksa
bizim gezi tarihinden sonramı kalkacaktı? Belirsizlikle geçen sıkıntılı bir
süreçten sonra yasaklar kalktı. Bu kez de boz bulanık ortamda rektör ve
başhekim vize için istenen evrakları vermekte zorluk çıkarıyorlardı. Güç bela
evrakları tamamladılar ve kıl payı vize başvurusunu yaptılar. Kısa sürede
vizeler çıktı ve düğün sonrası Canburak ve Dilara sorunsuz bir şekilde Roma’ya
uçtular. Dört gün sonra biz de pasaporttaki uzun kuyruklarda bekleyişten sonra
Milano uçağımıza adım atınca rahat bir nefes aldık.
10 Eylül 2016
saat 14.45 te Milano Bergamo havaalanına iniyoruz. Pasaport işlemlerinden sonra
Bugdet’ten kiraladığımız aracı uzun bir bürokratik işlemden sonra teslim
alıyoruz. Hani aracı satın alsaydık daha kısa sürede gerçekleşebilirdi.
Navigasyonumuzu ayarlayıp Milano merkezdeki İbis otele doğru yola çıkıyoruz. 45
dakikalık bir yolculuk sonrası otele vardığımızda resepsiyon önünde büyük bir
kalabalıkla karşılaşıyoruz. Bizden önce büyük bir gurup gelmiş. Şehir
otellerinin de bu kötü tarafı var. Nispeten daha küçük otellerde ve hostellerde
bu tablo ile karşılaşmıyorsunuz. Resepsiyon daha sakin ve samimi oluyor. Dört
dili ana dili gibi konuşan resepsiyonistimiz hem yan bankoda check in yapan
arkadaşlarına İtalyanca yardımcı oluyor, bize İngilizce cevap veriyor, ani bir
geçişle aradan soru soran Alman çifte Almanca cevap veriyor. Hızla
işlemlerimizi tamamlayıp oda anahtarlarımızı veriyor. Bu arada biz işlemleri
yaparken gurubun kalan kısmı lobiye inen Canburak ve Dilara ile hasret
gidermekte. Otuz dakika ihtiyaç ve dinlenme molasında anlaşıp lobide buluşmak
üzere odalarımıza çıkıyoruz.
Duomo
Otelimizin
konumu çok merkezi. Milan Centrale merkez istasyon iki blok ötede yürüyüş
mesafesinde. Mussolinin inşa ettirdiği bu görkemli istasyonu bir kez daha
görmek için yürüyoruz. Her büyük şehrin istasyonunda olduğu gibi burası da
tehlikeli bir bölge. Yankesiciler, siyahi gömenler, alkolikler, uyuşturucu
kullananlar, dilenciler dolu. Birbirimizden ayrılmadan ve her birimiz diğerini
kollayarak bu görkemli istasyonu geziyoruz.
Bir sonraki
rotamızda Duomo, Galleria ve daha önemlisi Luini amca var. Metro ile Duomo
meydanına geldiğimizde saat 18.00 olmuştu. Hemen Duomo’ yu ziyaret etmek için
gişeye yöneliyoruz ama maalesef ziyarete kapanmış. Dışarıdan görüp
fotoğraflayarak Galleria’ya giriyoruz. Yumuşak akşam güneşinin aydınlattığı
Galleria her zaman ki gibi yine çok kalabalık. Her türden insan var. Zencisi,
beyazı, çekik gözlüsü, rahibesi. Lüks mağazaların vitrinleri ışıl ışıl.
Gallleria
Panzerotti
Buraya geliş
amacımızı gerçekleştirmek için Galleria’nın yan sokağına geçiyoruz. Bu sefer
amacımız Luini amcayı bulup Panzerottisini yemek. Benim beklediğimden daha
gösterişli bir dükkân. Kapıda siyah takım elbise içinde, kulağında kulaklığı
ile papyonlu siyahi koruma karşılıyor sizi ve tezgâha yönlendiriyor.
Panzerotti, içerisine değişik materyaller konmuş bizim geleneksel “ pişi” miz.
Ispanaklı peynirli, domatesli, kıymalı vs. çeşitleri var. Biz ıspanaklı
peynirliden alıp diğer insanlar gibi kapının önünde, ayakta yiyoruz
panzerottimizi.
Panzerotti
sonrası Castello’ya çeviriyoruz rotamızı. Alacakaranlık çökmek üzere.
Castello’da kapalı. Bu yüzden içeriyi, bahçeleri ve diğer yapıları gezemiyoruz.
Daha önce gezme şansı bulduğumuz için çok da üzülmüyoruz. Yürüyerek tekrar
Duomo meydanındayız. Bizi Luna Rosso ya akşam yemeğine götürecek 3 nolu
tramvayımızı beklemekteyiz. Meydan halen kalabalık ve canlı.
Kanal
boyundaki kafeler ve restoranlar hınca hınç dolu. Luna Rossa’nın iç salonunda
anca yer bulabiliyoruz. Milano’nun bütün gençleri sanki burada toplanmış. Bizim
deyimimizle piyasa yapıyorlar. Oysa üç dört yıl önce Şubat ayında geldiğimizde
burası terkedilmiş yazlıklar gibiydi.
PORTOFİNO
Sabah otelden
ayrılıp on gün boyunca bizimle olacak Fiat Scudo’muza yerleşiyoruz. Bu kez
Koray Pilot, Canburak Co-pilot. Navigasyonu açıp uzunca bir Milan şehir
turundan sonra Portofino’ya daha doğrusu Santa Margerita’ya doğru yola
çıkıyoruz. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Santa Margerita’dayız.
Kapalı/ücretli otoparklardan birine aracımızı bırakıp sırt çantalarımızı
yüklenip şehrin sokaklarına iniyoruz.
Sahil
şeridinde kısa bir yürüyüşten sonra bizi Porto Fino’ya götürecek vapur
iskelesinde biletimizi alıp sıraya giriyoruz. Vapur ya da vaperotto ya da motor
zamanında geliyor. Ring yaptığı için bu iskelede inecek yolcular iniyor sonra
da biz binip güvertedeki koltuklara yerleşiyoruz. Çok güçlü iki motorun
köpürttüğü sularda Portofino kıyılarının yeşilliğini ve bu yeşillikler içine
serpiştirilmiş malikâneleri seyrederek kısa bir yolculuk sonrası
Portofino’dayız.
Hava kapalı
yağmur ha yağdı yağacak. Öncelikle tepedeki kiliseye çıkıyoruz. Bu tepeden hem
Portofino’yu kuş bakışı görmeniz mümkün hem de Fransız Riviera’sının başladığı
sahilleri. Kiliseyi ve hemen arkasındaki mezarlığı dolaşıp, Portofino’yu
arkamıza alarak fotoğraf çektiriyoruz. İnişte yol kenarındaki hediyelik eşya
satan dükkân sahiplerinin telaşla sergilerini topladıklarını görünce yağmurun
bastırmasının an meselesi olduğuna karar veriyoruz ve meydanı geçip bir
restorana kendimizi atıyoruz. Biz daha siparişlerimizi vermeden yağmur olanca şiddetiyle
bastırıyor. Yemeğimizi bitirinceye kadar sağanak yağmur da geçiyor, bulutlar
Levanto’ya doğru uzaklaşıyor. Portofino’nun meydanında, limanında dolaşıp bir
sonraki vapur için sıraya giriyoruz. Pizza ve şarabın midemizi şenlendirmesinin
ardından yağmur sonrası temiz hava bizi kendimize getiriyor. Bir sonraki ve bu
gece konaklayacağımız durağımız. Levanto.
Akşam
saatlerine yakın Levanto’dayız. Beş odalı hostelimizin dört odasını biz
kapatmış durumdayız. Karadenizi andıran yoğun ağaç ve yeşillikler içindeki
vadide yer alan bahçesinde elma ağaçlarının olduğu küçük bir hostel.
Yeşillikler içinde akan derenin şırıltısını duyuyor ve yoğun nem kokusunu
hissedebiliyorsunuz. Hostelimizin sahibi ve tek personeli Giancarlo tipik bir
İtalyan. Kıvır kıvır saçları, hep gülümseyen yüzü ve konuşkanlığı ile bizi
odalarımıza yerleştiriyor, dış kapının anahtarını veriyor, akşam yemeği için
restoran öneriyor, birazdan gideceğini ve sabah kahvaltıyı hazırlamak için
geleceğini söylüyor. Levanto içinde
aracımızı ücretsiz park etmemiz için burada yaşayanların kullandığı mavi bir
kart veriyor, bunu aracımızın ön camına koymamızı ve mavi ile işaretlenmiş park
yerlerine serbestçe park edebileceğimizi söylüyor.
Levanto
Levanto'da gün batımı
Odalarımıza
yerleşip, elimizi yüzümüzü yıkayıp, üzerimizi değiştikten sonra hemen
Levanto’yu keşfe çıkıyoruz. Aracımızı İstasyon önündeki mavi işaretli otoparka
park ettikten sonra iki tarafı ağaçlık güzel bir yoldan sahile yürüyoruz. Sahil
geniş bir kumsala sahip. Ücretli ve ücretsiz plaj kısmı var. Plaj bulunduğumuz
noktadan sekiz on metre aşağıda kalıyor. Muhteşem gün batımını izleyip
GianCarlo’nun önerdiği restorana gidiyoruz. Restoranlar saat 19.00 da açılıyor
ve genellikle rezervasyonla çalışıyor. Bizim rezervasyonumuz olmadığı için bize
dolaşıp yarım saat sonra gelmemizi önerdiler, yarım saat sonra gittiğimizde
masamız hazırdı. Yemekler güzel fakat servis yavaş ve iyi değildi. Yemek
sonrası marketten aldığımız buraya özgü sert ve aromalı peynir ve şarabımızla
hostelin bahçesinde gecenin nemi ve derenin şırıltısında yorgunluk atıyoruz.
CINQUE TERRE – BEŞKÖYLER
|
Sabah dinç
bir şekilde uyanıp Giancarlo’nun hazırladığı kahvaltımızı yapıyoruz. Bugünün programında
beş köyler var.
İtalyan Rivierası
olarak geçen bölgenin fazlaca turistik olan, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde
yer alan köyleri. Cinque Terre İtalyanca 5 Köy demek. Bölgede Riomaggiore,
Manarola, Corniglia, Vernazza, Monterosso al Mare olmak üzere 5 adet sahil
köyü bulunuyor. Köylerin arasında ulaşım trenlerle ve sahilden botlarla
sağlanıyor. Köylerin doğal kalması için arada araba yolları yapılmamış,
köylerin çok uzağından yol geçiyor. Bu nedenle turistlerin neredeyse hepsi
trenlerle köyler arasında ulaşım sağlıyor.
Cinque Terre’ye en
kolay ulaşım trenlerle sağlanıyor. La Spezia ve Levanto şehirleri arasında
çalışan tren Cinque Terre’nin köylerinde duruyor. La Spezia’dan kalkan trenler
sırasıyla Riomaggiore, Manarola, Corniglia, Vernazza, Monterosso al Mare
köylerinde duruyor.
Tren istasyonunda
bulunan Cinque Terre Ofisi’nde 2 tip bilet satılıyor.
İlk biletin adı Cinque
Terre Card. Köyler arasında yürümeniz için satılıyor, çünkü burada yaya bile
yürüyebilmek için ücret ödenmesi gerekiyor. İkinci bilet ise trene günlük
olarak sınırsız sayıda trene binebileceğiniz ayrıca açık olan köy yollarında da
yürüyebileceğiniz Cinque Terre Card Train(Treno) bileti. ( 16 € ) Bileti
aldıktan sonra makinelere okutmanız gerekiyor aksi takdirde herhangi bir
kontrolde hiç acımadan 50 € ceza kesiyorlar. İstasyondakli haritalardan
güzergâhı kontrol ederken heyelan nedeniyle RioMaggiore – Manarola arasındaki
Via Del Amore yürüyüş yolunun kapalı olduğunu gördük.
RİOMAGGİORE
Biz Levanto’dan trene bindik
ve yirmi dakikalık bir yolculukla son köy Riomaggiore’de bir kayanın
yamacındaki düzlüğe inşa edilmiş istasyonda indik. Trenden iner inmez sizi
kayaya yapılmış devasa bir resim karşılıyor. Adeta 1 Mayıs afişi gibi İtalya’nın
emekçi, proleter halkının tasvir edildiği bir resim. Sola giderseniz Via
Del’Amore’un başlangıç noktası var. Sağa dönüp uzunca bir tünelde yürüyerek
köyün merkezine ulaşıyorsunuz. Burada da iki seçeneğiniz var ya tünelden sağa
devam edip merdivenlerle sahile inebilirsiniz ya da sola dönüp tünelden çıkarak
köyün yokuşlarına kendinizi vurabilirsiniz.
Biz sabahın erkencinde
yeni yeni dükkânlarını açan esnafın ve sarı, turuncu badanalı kırmızı kiremitli
evlerin arasından yokuşu tırmanarak önce küçük bir meydana oradan da
begonviller arasında yürüyerek tepedeki kiliseye ulaşıyoruz. Buradan kuş bakışı
baktığınızda köyün nasıl bir yamaca, uçuruma kurulduğunu görebiliyorsunuz.
Kiliseden sonra yol uçurumun kenarında Via Del’Amore olarak devam ediyor. Bir
süre bu yolda yürüyerek manzarayı seyrediyoruz. Ve uzaktan yolun heyelanla
kapanmış noktasını görebiliyoruz. Geri dönüp merdivenlerden sahile iniyoruz.
Kayalıklar arasında küçük bir koy ve balıkçı koruganı mevcut. İsterseniz kayık
kiralayıp denize açılarak köyü denizden de fotoğraflayabiliyorsunuz. Çok
kalabalık olduğu için biz buna yeltenmeyip geldiğimiz yoldan istasyona dönerek
bir sonraki köy Manarola’ya yola çıkıyoruz.
MANAROLA
Beş köyün en küçük
fakat en güzel olanı. İstasyonda indikten sonra merdivenlerden inerek kıyıya
ulaşıyorsunuz. Kayalık ve keskin bir V şeklinde küçük bir koy. Tam ortasında
kayıklara denize indirmeye yarayan beton bir rıhtım var. Balıkçı köyü olduğu
için bu rıhtım ve koy rengârenk kayıklarla dolu. Islak ve yosun kaplı
kayalıklarda kalabalık içinde gidebildiğim kadar gidip köyün deniz tarafından
bir fotoğrafını çekiyorum. Bu koydan yukarı çıkıp sola devam ettiğinizde küçük
bir meydan ve Via Del Amore’un devamı olan yolu görebilirsiniz. Biz bu küçük ve
sevimli köyü aşırı kalabalık turist gurubuyla baş başa bırakıp üçüncü köy
Cornıglia’ya doğru yola çıkıyoruz.
CORNIGLIA
Corniglia deniz
kenarında olmayan tek köy. Bu nedenle tekneyle gezmeyi tercih ettiyseniz, köyün
limanı olmadığından bu köyü gezemiyorsunuz. Köy deniz seviyesinden 100 metre
yüksekte kurulmuş.
Tren istasyonunda
indikten sonra köyün dağın tepesinde olduğunu göreceksiniz. Köye ulaşmak için 2
yolunuz var. Birincisi 382 adet basamaktan oluşan merdivenleri çıkmak,
ikincisi ise tren istasyonunun arkasından hareket eden otobüse binmek. Çıkarken
otobüsü tercih etmenizi tavsiye ederim. Biz köye merdivenleri kullanarak çıktık. Manzara çok güzel gerçekten ama
çok yorucu oldu.
Bu köy diğer 4 köye
nazaran çok sakindi. Fazla sayıda merdiven, sahil şeridinin olmaması ve
restoran-otel sayısının azlığından dolayı turistler tarafından fazla tercih
edilmemiş.
Öğle yemeği saatini
geçirmiş olmamız ve merdivenleri tırmanmanın verdiği yorgunlukla köyü gezmeyi
sonraya bırakıp bir kafeye oturuyoruz. Biz pizzalarımızı yerken havadaki nem
yağmura dönüşüyor ve güneş altında bir sağanak yağmur geçiyor. Yemek sonrası
Corniglia’nın denize bakan taş evleri arasındaki dar sokaklarda dolaşıyoruz.
Önümüz pırıl pırıl güneş altındaki Akdeniz arkamız bağlarla teraslanmış
yemyeşil dağlar.
Otobüsü kaçırınca bize
yine merdivenler gözüktü. Bu kez tesellimiz aşağı inecek olmamızdı. Manzarayı
seyrede seyrede istasyona indik.
VERNEZZA
Dördüncü köyümüz
Vernezza. Trenden indikten sonra hafif
eğimli, her iki tarafında dükkânların olduğu ve çok kalabalık bir turist
gurubunun doldurduğu yolda sahile iniyorsunuz. Kıyıya varmadan önce devasa bir
kayaya denizin ve rüzgârların açtığı gedikten başka bir sahile çıkıyorsunuz. Bu
kaya taş düşmelerine karşı çelik filelerle kaplanmış ama açıkçası çok güvenli
olduğunu söyleyemeyeceğim. Ayrıca kıyı ve denizde taşlık.
Kalabalıktan bunalıp
Monterosso da denize girmeyi de planladığımızda kalabalığı yarayara istasyona
çıkıyoruz. Bir sonraki durağımız, beş köylerin sonuncusu Monterosso
MONTEROSSO
Bu köy diğer 5 köye
kıyasla en uzun sahil şeridine sahip ve kumsalı olan tek köy. Bu nedenle
en kalabalık köy burası.
Trenden inip,
istasyondan sahile çıktığınızda sağa dönünce plajlar, sola döndüğünüzde
ise köy merkezine ve restoranlara ulaşıyorsunuz.
Biz denize girmeyi
planladığımız için öncelikle köyü gezmeyi tercih ettik. Sahil şeridini ve
plajları takiben sahilin bir kaya ile kesildiği noktadan kayanın içine açılan
tünelden köyün merkezine girdik. Diğer köylere göre daha geniş bir meydan
karşıladı bizi. Meydan yine eski, sarı ve turuncu badanalı evlerle çevrilmişti.
Bir turlayıp denize girip günün yoğunluğunu atmak için plajlara yöneldik.
Ücretsiz olan kısmın denizi bizi cezbetmedi. Ücretli kısım ise çok kalabalık ve
pahalıydı. Biz öğleden sonra gittiğimiz için indirimli olduğunu söylediler.
Fiyatı iki kişi için 20 Euro civarındaydı. Levanto’ya dönmenin daha uygun olacağını
düşünüp istasyona yöneldik.
Levanto’da trenden hostele geçerek fazla eşyalarımızı bırakıp mayolarımızı giydik, havlu ve diğer plaj malzemelerimizi alarak aracımızla dün akşam gün batımını seyrettiğimiz plaja gittik. Plaj Monterosso’nun aksine tenhaydı. Gün batımına kadar denize girip gün boyu nemli sıcağın, merdivenlerin ve dahi yokuşların yorgunluğunu attık.
Akşam giyinip süslenip
bu kez başka bir restoran keşfedip yemeğimizi orada yedik. Hem yediklerimiz
daha lezzetliydi hem servis hızlı ve güler yüzlüydü.
Yıllardır hayalini
kurduğum Beş Köyler hedefimi nihayet gerçekleştirmiştim. Ama buraları,
daha
keşfedilmeden bu kadar kalabalık olmadan gezmek varmış.
Gezimizin ikinci
kısmında ev sahibimiz Giancarlo’nun önerisi ile Lucca’yı da prıgramımıza alıp
Pisa > Lucca > San
Gimignano -> Siena-> Montalcino -> Pienza -> Montepulciano ->
Perugia rotasını yapacağız. Bunu da bir diğer yazımda anlatmak üzere iyi
seyahatler dilerim.
Mehmet Cengiz TÜMER
Eylül 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder