25 Ocak 2025 Cumartesi

BİR ANADOLU GEZİSİ.2; GAZİANTEP

BİR ANADOLU GEZİSİ.2

GAZİANTEP

Sabah kahvaltımızın ardından Konya’dan ayrılıyoruz. Rotamız Ereğli, Karapınar üzerinden Gülek Boğazına girmek ve Şekerpınarı’nda mola verip öğle yemeğimizi yemek. Gülek Boğazına kadar güzel bir yolculuk yapıyoruz. Geniş düzgün bir yol ve az trafik. Gülek Boğazı’ndan aşağıya sallandığımızda yağmur başlıyor. Dar ve virajlı yolda kamyon trafiği de artıyor. Öğle yemeğimizin ardından yine yola düşüyoruz. Bu kez hem kamyon trafiğinden hem de dar ve virajlı yoldan kurtulmak için Pozantı’dan otoyola giriyoruz. Artan yağmur ve bir otoyola göre çok kötü kalitedeki yol ile mücadele ediyoruz. Yol üzerinde özellikle tırların yol açtığı birkaç trafik kazası bizi daha temkinli araç kollanmaya itiyor. Zaman zaman şiddetlenen yağmurun düşürdüğü görüş mesafesiyle Osmaniye’ye kadar zorlu bir yolculuk yapıyoruz. Osmaniye sonrasında yağmur biraz hafifliyor. Hava karardıktan sonra ve halen devam eden yağmurun eşliğinde Gaziantep’e varıyoruz. Konaklayacağımız Uygulama Oteli şehrin biraz dışında ve doğanın içinde sessiz sakin bir yerde.

Otele giriş yaptıktan sonra şehir merkezine iniyoruz. Öneri üzerine Salim Usta’ya gidip Beyran Çorbası, Mumbar dolması ile akşam yemeğimizi yerel lezzetler ile çözüyoruz.

Gaziantep tarih, kültür ve gastronominin buluştuğu; Türkiye’nin turizm adına en önemli şehirlerinden birisi olarak öne çıkıyor. Binlerce yılda şekillenen büyüleyici yöresel mutfağı, hanları, tarihi camileri, bugüne dek gelebilmeyi başarmış asırlık çarşıları ve hamamları ile kültür gezilerinin başrolünü oynuyor.

Sabah kahvaltı sonrası ilk durağımız; Zeugma Mozaik Müzesi oluyor. Zeugma Mozaik Müzesi dünyaca ünlü bir müze olması sebebiyle dikkat çekiyor. En önemli özelliği ise dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olması. 2011 yılında ziyarete açılan ve her yıl binlerce turistin adeta akınına uğrayan Zeugma Mozaik Müzesi tarih, kültür ve arkeoloji meraklıları tarafından yoğun bir ilgi görüyor.










Zeugma Mozaik Müzesi’nde Geç Antik, Süryani ve Hıristiyan Dönemi dini motifleriyle süslü binlerce mozaik eseri yakından inceleme şansı yakalayabilirsiniz. Zeugma Antik Kenti’nden çıkarılan ve 2.500 metrekare alanı kapsayan Roma Dönemi mozaiklerinden, sütunlara, heykellere ve çeşmelere pek çok farklı koleksiyonda Zeugma Mozaik Müzesi içerisinde rast gelebilirsiniz.

Zeugma sonrası Tarihi Şehir merkezine doğru yola çıkıyoruz. Navigasyonda tarihi merkezde bir katlı otopark buluyoruz ve navigasyonun yardımı ile aracımızı park ediyoruz. Otoparktan çıktığımızda kendimizi oldukça hareketli ve canlı bir çarşıda buluyoruz. Bugün gezeceğimiz tüm yerler burada. Önce Bakırcılar Çarşısıyla başlıyoruz.






Gaziantep şehrinin tarihi atmosferini daha yakından incelemek için ziyaret edebileceğiniz Bakırcılar Çarşısı keyifli bir alışveriş imkânı da sunuyor! Saray Caddesi üzerinde güzel bir konumda yer alan ve 500 yılı aşkın süredir hizmet vermeye devam eden Bakırcılar Çarşısı, şehirde ticaretin merkez olduğu en önemli yerlerden biri.

Yüzlerce yıldır yapılan bakır işçiliğini yansıtan el yapımı bakır ürünler, yöresel yiyecekler, organik ürünler ve kurutulmuş gıdalar Bakırcılar Çarşısı’nda alıcısı ile buluşuyor. Bunun yanı sıra sevdikleriniz ya da kendiniz için hediyelik eşyaları da bulabilirsiniz.

Tek katlı ve ahşap süslemeli dükkânları ile otantik bir atmosfere sahip olan Bakırcılar Çarşısı, merkezden kolaylıkla ulaşılabilecek bir konumda yer alıyor. Alışveriş yapmak için oldukça ideal olan çarşıda yer alan dükkânların çalışma saatleri ise değişiklik gösterebiliyor.





Bakırcılar çarşısı ile iç içe geçmiş arastaları dolaşmakta ayrı bir keyif veriyor. Çeşitli el sanatları yanı sıra baharat kurutulmuş meyve ve sebzeler, saraçlar, elekçiler vb birçok yöreye özel dükkânları bir arada görüp fotoğraflıyoruz.

Bir kahve molası. Ünlü Tahmis Kahvecisini bulup tarihi taş mekânda kahvemizi içiyoruz.



Tekrar arastalara vuruyoruz kendimizi. Dar, hareketli, cıvıl cıvıl, rengârenk sokaklarda dolaşıyoruz. Öğle yemeğimizi Katmerci Zekeriya’da katmer ve yanında ikram edilen keçi sütü ie yapıyoruz. Her ne kadar Zekeriya Usta vefat etmiş bile olsa yetiştirdiği genç ustalar devam ettiriyor mekânı. Salaş bir yer… Fazla bir beklentiniz olmasın.


Yolumuz üzerinde Tütün Han, Millet Han, Almacı Pazarı, Zeytin Han gibi tarihi hanlara girip geziyor ve yerel ürünlerinden satın alıyoruz. Zincirli Bedesteni yenileme ve bakımda olduğu için Gümrük Hanı da Pazartesi günü müzelerin kapalı olması nedeniyle gezemiyoruz.









Tarihi Antep Evlerinin bulunduğu Bey Mahallesine yöneldiğimizde hafiften yağmur başlıyor. Bey Mahallesi Arasta ve bakırcılar Çarşısı gibi hareketli değil. Birkaç kafe var ama müşterisi yok. Dar sokaklarda tarihi Antep evleri arasında dolaşıp tekrar merkeze dönüyoruz.









Uygulama Otelinden tekrar akşam trafiğine girip şehir merkezine gelmemek için akşam yemeğini erken almayı planlıyoruz. Önerilen ve adını çok duyduğumuz İmam Çağdaş’a giriyoruz ama hayal kırıklığı. Çok güzel bir mekân olmasına rağmen servis ve hizmet çok laubali, yemekte de lezzet performans oranı yerlerde… Yolunuz Gaziantep’e düşerse önermiyorum. Açıkçası Gastronomi Merkezi diye geldiğimiz Gaziantep’te aradığımız lezzeti bulamadık.

Yoğun akşam trafiğinde otelimize dönüyoruz. Lobideki barda görevli ile sıcak bir sohbet yapıyoruz. Önerisiyle Menengiç Kahvesini deneyimliyoruz. Benim kahve zevkime uymasa da yeni bir lezzet tatmış oluyoruz.

Yarın uzun bir yolumuz var. Önce Halfeti sonra Urfa Merkezi gezip Mardine devam edeceğiz.

 

 

BİR ANADOLU GEZİSİ.1; KONYA

 

BİR ANADOLU GEZİSİ.1

İleriki yıllarda yapmayı planladığımız bir rotaydı aslında. Biraz daha farklı… Konya’dan Mut üzerinden Akdeniz’e inip kıyı boyunca gitmek vardı planımızda. Ama alışılmışın dışında, işyeri hekimliği yaptığım firmanın İK sından ” Birikmiş yıllık izinlerinizi Mart 2025’e kadar bitirin” diye mail alınca başladı her şey. Önümde 10 gün, hafta sonları ile birlikte 15 gün izin vardı. Beklemediğiz için bir planımız da yoktu. Eşime konuyu açtığımda portföyümüzdeki Mardin gezisini yapalım öyleyse dedi. Hemen planımızı revize edip Mut ve Akdeniz’i programdan çıkarıp Konya, Gaziantep, Urfa ve Mardin olarak değiştirdik.

Hazırlıklarımızı yapıp bir Cuma sabah düştük yollara… İlk hedefimiz Konya.

KONYA

Güzel bir yolculuktan sonra Konya’ya varıyoruz. Navigasyona Konya Öğretmenevi yazıyoruz. Biz yurtiçi gezilerimizde genelde öğretmenevleri ya da uygulama otellerini tercih ediyoruz. Özellikle öğretmenevleri hem ekonomik hem de konum olarak şehrin merkezinde ve gezilecek her yere yürüyüş mesafesinde oluyor. Konya Öğretmenevi de öyleydi. Dolayısı ile akşam iş çıkış trafiğine kaldığımız için trafikte biraz oyalandık. Konakladığımız öğretmenevi Alaattin Tepesinin bulunduğu meydandan Hz. Mevlana müzesine giden ana cadde üzerinde ve işin güzel yanı otoparkının olması.

Odamıza yerleştikten sonra resepsiyondaki görevlinin önerisi üzerine Konya BB nin işlettiği Konya Mutfağı restoranına gidiyoruz. Açıkçası belediye işletmesi olduğu için benim çok büyük bir beklentim yoktu ama mekânı görünce yanıldığımı anladım. Harika bir mekân, çok sıcak bir atmosfer, inanılmaz yerel lezzetler ve çok samimi, içten ve hızlı bir servis… Sonraki öğünlerimizi de burada değerlendirdik. Özellikle ilk gece yediğim Tirit muhteşemdi. Yemek sonrası lobide hem dinleniyoruz hem de biraz Konya’yı çalışıyoruz.

Konya, tarih boyunca dünyanın en önemli kadim şehirlerinden biri olarak günümüze kadar varolagelmiştir. Yerleşik şehir hayatının Prehistorik (tarih öncesi) çağda başladığı anlaşılmakta, şehir merkezine yakın olan bir konumda bulunan Çatalhöyük, bugüne kadar keşfedilmiş en eski ve en gelişmiş Neolitik devir yerleşim merkezi olarak bilinmektedir. Çumra Çatalhöyük, dünya ölçüsünde ilk defa yemek kültürünün başladığı, tarımın yapıldığı, ateşin kullanıldığı, yerleşik hayata geçildiği ve vahşi hayvan saldırılarına karşı ortak savunmanın yapıldığı merkez olarak tanınmaktadır. Benzer şekilde Alâeddin Tepesinde de Çatalhöyük’e benzer karakterde neolitik izlere rastlanmaktadır. Şehrin merkezini oluşturan Alâeddin Tepesi Neolitik dönem (M.Ö 9000-5000) sonları ile Kalkolitik dönem (M.Ö. 5500-3000) başlarında kurulmuş olup M.Ö. 2000 yıllarından beri düzenli olarak iskân görmüş höyüklerden biridir. Bölgede yapılan kazılarda Frig, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı yerleşimlerine ait bulgular elde edilmiştir. Tarih devirlerinde Anadolu ve Suriye topraklarında büyük bir imparatorluk kuran Hititler, Konya'ya da hâkim olmuşlardır. M.Ö.VIII. ve VIII. yüzyıllarda ise Frigler zamanında surlarla çevrilmiş İç Kale’de (Alâeddin Tepesi'nde) gelişen Konya (Kavania) bir kale-kent hâline gelmiştir. Frigler'den sonra Lidyalılar'ın egemenliğine giren Konya, daha sonra M.Ö.4. yüzyılda Persler ve M.Ö.2. yüzyılda da Büyük İskender, Selevkoslar ve Bergama krallığının istilâsına uğramıştır. M.S.395’te Anadolu'da Roma hâkimiyeti sağlanınca Konya, İconium olarak varlığını korumuştur. Arapların Kuniya diye adlandırdıkları kentin adı Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bir daha değişmemiş ve günümüze kadar gelen ismini korumuştur. Konya, neolitik çağdan günümüze kadar uzanan süreçte bir yerleşim yeri olarak çağlar boyunca önemli medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Böylece kent farklı toplumların farklı üretim ve yapım teknikleri ile meydana getirdikleri birçok sanat eserine sahip olmuştur.

Sabah kahvaltı sonrası ilk ziyaret edeceğimiz yer Sille Antik Kenti.






Sille, Anadolu uygarlıkları içinde çok mühim bir yeri bulunan, kültürlerin bir arada yaşadığı özel bir mekân. Sille, doğal siluetiyle ve bu siluetle bütünleşen tarihî izleriyle, sivil mimarîsi ve yerleşim dokusuyla, örf, adet ve gelenekleriyle, bağ ve bahçeleriyle farklı yaşam tarzına sahip bir yerleşim yeri. MS 327 yılında Bizans İmparatoru Constantin’in annesi Helena, Hac için Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış, buradaki ilk Hristiyanlık dönemlerine ait oyma mabetleri görmüş, Sille’de bir mabet yaptırmaya karar vermiş ve temel atma törenine bizzat katılmıştır. Aya-Elena Kilisesi, asırlar boyunca onarımlar görerek günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait Taş Câmi başta olmak üzere câmiler, Hacı Ağa Hamamı, Subaşı Hamamı, çeşmeler, köprüler gibi Türk-İslâm eserleri de bulunmakta.









Yakın zamanda yapılan restorasyonlar ve imar ile Antik Sille ruhunu kaybetmiş ve ne yazık ki turizmin popüler kültürüne yenilmiş durumda. Yine de Aya Elena kilisesi, Hamam ve camiler iyi durumdalar. Ayrıca Süt Şapeli ’nin restore edilerek Sille Zaman Müzesine dönüştürülmesi de çok iyi bir çalışma olmuş. Küçük, basit ama gerçekten çok değerli bir müze olmuş. Özellikle Zaman Müzesindeki ve Aya Elena Kilisesindeki görevli rehberler size çok iyi bilgilendirme yapıyorlar. Sillenin dar, tozlu yollarında kaybolarak otoparka geliyoruz. Yolumuz üzerindeki seyir terasından – ki burası piknik alanları ile, kafeteryası, restoranı ile çok güzel bir rekreasyon alanı- Konya’yı seyrediyoruz.

Antik Sille gezimiz sonrası rotamızı Konya Tropikal Kelebek bahçesine çeviriyoruz. Çok methini duymuştum ama gerçekten anlatıldığı kadar varmış. Özellikle çocuklar için gerçekten bulunmaz bir ortam.









Türkiye'deki ilk kelebek koruma alanıdır. 1,200 m² kelebek uçuş alanına sahiptir. Soğuk yarı kurak bir iklime sahip olan şehirde tüm yıl boyunca 26 °C sabit sıcaklıkta ve %80 nemde tutulur. Çevre, 150'den fazla türe ait 20.000'den fazla tropikal bitkiye ve 45 türe ait yağmur ormanı habitatlarından binlerce tropikal kelebeğe yaşam alanı sağlar. Kelebeklerin tırtıl larvasından pupaya ve son olarak ergin evresine kadar tüm yaşam döngüleri gözlemlenebilir. Tesiste ayrıca Kelebek Müzesi, Böcek Müzesi ve Doğa Eğitimi Sınıfı bulunmaktadır.

Şimdi öğle yemeği zamanı. Üye olduğum guruptan önerilen Serenade Etli Ekmeğe çeviriyoruz rotamızı. Sanayi içinde yoğun bir trafik ve araç yoğunluğunda güçlükle bir yer bulup aracımızı park ediyoruz. Serenade tipik bir esnaf lokantası. Konya’nın olmazsa olmazı Etliekmeği burada deneyimliyoruz.

Etliekmek sonrası öğretmenevine dönüp otoparka aracımızı bırakıyoruz. Bundan sonra yürüyerek gezeceğiz çünkü her yer yürüme mesafesinde. Önce Alâeddin tepesinin bulunduğu meydandan başlıyoruz. 200 m ileride Karatay Medresesi. Medresesinin hem dışını geziyoruz, muhteşem işlemeli mermer kapısından girip hem de içerideki eserleri de geziyoruz.







“Karatay Medresesi, II. İzzeddin Keykavus devrinde, 1250-1251 yıllarında yapılmıştır. Eyvanın solundaki kubbeli hücre Celaleddin Karatay'ın türbesi olduğundan ve Celalettin Karatay Vakfiyesine kayıtlı olduğundan Celalettin Karatay tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlı devrinde de kullanılan medrese 19. yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.

Medrese, Selçuklular devrinde hadis ve tefsir ilimleri okutulmak üzere "Kapalı Medrese" tipinde Sille taşından inşa edilmiştir. Tek katlıdır. Giriş doğudan gök ve beyaz mermerden yapılmış kapı ile sağlanmaktadır. Kapı Selçuklu devri taş işçiliğinin şaheser bir örneğidir. Yazı ve desenlerle süslenmiştir. Kapının üzerinde medresenin yapımı ile ilgili kitabeler yer almaktadır. Kapının diğer yüzeylerine seçme ayet ve hadisler kabartma olarak işlenmiştir. Kapıdan, evvelce kubbe ile örtülü (şimdi üzeri açık) bir avluya, buradan da bir kapı ile medreseye girilir. Medrese salonunun üzeri, merkezinde fener bulunan ve mozaik çinilerle kaplı kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında, duvarların üst kısımlarındaki bordürlerde ve hücre kapıları üzerindeki panoda ayetler yazılıdır. Binanın batı yönünde bulunan beşik tonozlu eyvanın kemerinde besmele ve Ayet-el Kürsi yer almaktadır. Kubbeye geçiş elemanı olan üçgenlerde ise Muhammed, İsa, Musa ve Davud peygamberlerin isimleri ile dört halifenin (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali) isimlerine yer verilmiştir.

Medrese duvarlarındaki mozaik çinilerin büyük bir kısmı dökülmüştür. Çinilerde kullanılan renkler, turkuvaz (firuze), lacivert ve siyahtır. Anadolu Selçuklu devri çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi 1955 yılında "Çini Eserler Müzesi" olarak ziyarete açılmıştır. 2006 yılında genel bir bakımdan geçirilmiştir.”

Karatay medresesi ziyareti sonrasında bu kez İnce Minareli Medrese’ ye yöneliyoruz. Ama şansımıza burası restorasyon ve bakım çalışmaları nedeniyle saç korumalarla çevrilmiş. Daha önceki yıllarda bir kez daha ziyaret etme şansımız olduğu için ne kadar ince, zarif, değerli bir eseri ikinci kez görme şansını kaybettiğimizin farkındayız.





Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus devrinde Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından, hadis ilmi öğretilmek üzere 663 H.(1264 M.) yılında inşa ettirilmiştir. Yapının mimarı Keluk bin Abdullah'tır (Kölük bin Abdullah). Darü-l Hadis Selçuklu Devrinin avlusu kapalı medreseleri grubundadır. Tek eyvanlıdır. Doğusunda yer alan taç kapı, Selçuklu Devri taş işçiliğinin en güzel örnekleri arasındadır. Giriş kemerinin iki tarafında yer alan üçer küçük sütun ve kemer kav sarası bitkisel ve geometrik motiflerle süslüdür. Taç kapıdan çapraz tonozlu mekâna geçilmektedir. Cepheden bakıldığında fark edilemeyen bu mekân, binanın esas eyvanı için simetri teşkil etmektedir. Bu mekânın yan duvarlarındaki iki adet niş mimariye estetik kazandırmıştır. Çapraz tonozlu giriş bölümünden divanhaneye girilir. Ortasında havuzu bulunan üzeri kubbeli, kare planlı avlunun güney ve kuzeyinde beşik tonozlu dikdörtgen planlı öğrenci hücreleri bulunmaktadır. Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Kubbe kasnağında kûfi yazı ile "El-Mülkü-Lillah" "Ayet'el Kürsi" yazılıdır. Yapı ışığını, mazgal ve dikdörtgen pencereler ile kubbede yer alan fenerden sağlamaktadır.

Girişin karşısında avludan üç basamakla çıkılan basık tonozlu eyvan yer almaktadır. Eyvanın iki yanında kare planlı, kubbeli birer dershane odası vardır. Anıtsal yapının ön cephesi kesme taştandır ve yan duvarlarının dış cepheleri moloz taştan yapılmıştır. İç mekânlarda tuğla hem statik, hem de dekoratif amaçlı kullanılmıştır. Kuzeyinde yer alan mescitten bugün yalnız tuğla örgülü mihrabı kalmıştır. Yapıya adını veren minarenin kaide kısmı kesme taş kaplamalıdır. Beden kısmı tamamen tuğla örgülüdür. Bugün mevcut gövdesi sekiz köşeli olup, çeşitli formda bombeler halindedir. Minare turkuvaz renginde, beyaz hamurlu tuğlalarla örülmüştür. Minarenin orijinali iki şerefeli iken, 1901 yılında düşen yıldırım, iki şerefeden birini tahrip etmiştir.

İnce Minareli Medrese 19. yüzyılın sonuna kadar faaliyetini sürdürmüştür. 1876-1899 yıllarında tamir edildiği bilinmektedir. Cumhuriyet Devrinde 1936 yılında başlayan çeşitli onarım çalışmalarından sonra, 1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır.

Müzede Selçuklu ve Karamanoğlu devrine ait taş ve mermer üzerine oyma tekniği ile yazılmış inşa ve tamir kitabeleri, Konya Kalesi'ne ait yüksek kabartma rölyefler, çeşitli ahşap malzemeye oyma tekniği ile yapılmış geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş kapı ve pencere kanatları, ahşap tavan göbeği örnekleri ve mermer üzerine işlenmiş mezar şahidesi ve sandukalar teşhir edilmektedir. Başkenti Konya olan Selçukluların sembolü çift başlı kartal ve kanatlı melek figürlerinin en güzel örnekleri de bu müzede sergilenmektedir.”

İnce Minareli Medresenin karşısındaki merdivenlerden Alaeddin Tepesine tırmanıyoruz.






“ Tepede yer alan ve günümüze kadar ulaşan en önemli yapı, tepenin kuzeyindeki Alâeddin Camii ve kümbetleridir.[8] Yapımı 1220 yılında tamamlanan cami, adını Selçuklu sultanı I. Alaeddin Keykubad'tan alır. II. Kılıç Arslan tarafından yaptırılan avludaki büyük türbe, ongen planıyla devrin diğer mezar yapılarından farklıdır. Bu yapıda II. Kılıç Arslan dâhil sekiz sultanın mezarı bulunmaktadır. Sultanlar Türbesinin yanında I. İzzettin Keykavus'un yaptırdığı ancak yarım kalan bir türbe daha mevcuttur. Türbelerin her ikisi de kümbet tipindedir, çokgen gövdeli üzeri külahla örtülü yapılardır.

Alaeddin tepesinde, II. Abdülhamid devrinde vali Avlonyalı Ferid Paşa’nın yaptırdığı su haznesi bulunur. Valiliği döneminde yaşanan su sıkıntısı nedeniyle bir su komisyonu kuran ve halktan 16bin altın lira toplayan Ferid Paşa, Konya’nın 23 km güneybatısında Çayırbağı köyündeki kaynak suyu Alâeddin Tepesi’nde yapılan depoya getirilmiştir. Depo girişinin iki yanına yuvarlak kemerli çeşmeler yapıldı. Moloz taş ve kesme taştan yapılan 500 metreküp hacmindeki depo, 1902'de halkın katıldığı büyük bir törenle açıldı. Depo, 1954 yılında kullanım dışı kaldı.

Tepenin Mevlâna Külliyesi'ne bakan kısmında, 1936 yılında Ulusal Mimarlık Akımı tarzında inşa edilen Şehitler Anıtı yer almaktadır.”

Şehitler Anıtının önündeki merdivenlerden inip karşımızdaki ana caddeye geçip Mevlana Müzesine doğru ilerliyoruz.

Yol boyunca sağımızda solumuzda taş yapılı tarihi camiler - ki bir kısmı bakım ve restorasyonda- Zabıta Binası ve Yapı kredi bankası gibi tarihi taş yapılar bize eşlik etmekte.

Mevlana Müzesinin bulunduğu meydana yaklaştığımızda bizi heybetli yapısı ile turkuaz rengindeki sadeliğin ihtişamı ile kubbesi karşılıyor. Hz. Mevlana Müzesine geçmeden önce bizi Sultan Selim Cami karşılıyor.




“ Cami, 1558 yılında II. Selim tarafından sancak beyi olarak görev yapan şehzade iken yaptırılmıştır. Cami, Mimar Sinan'ın baş mimarlık görevinde bulunduğu sırada yapılmış olmasına rağmen, yapı hiçbir otobiyografisinde yer almamaktadır.  Konya'da Mimari Sinan sadece bir bakımevinin tadilatını sağlar. Yapı, Selim'in padişah olmasından sonra 1570 yılında tamamlandı. Daha sonra 1685, 1816 ve 1914'te üç kez onarılmıştır.”

İçeride cemaat namaz kıldığı için caminin içini ziyaret edemiyoruz. Caminin yanından dolaşıp doğudaki Dervişan kapısından Hz. Mevlana müzesine giriyoruz.











Mevlânâ Müzesi, Konya'da bulunan, eskiden Mevlâna’nın dergâhı olan yapı kompleksinde 1926 yılından beri faaliyet gösteren müzedir. "Mevlana Türbesi" olarak da anılır.

Yeşil Kubbe yani Mevlana'nın türbesi dört kalın sütun (fil ayağı) üzerine yapılmıştır. O günden sonra farklı tarihlerde çeşitli eklemeler yapılmasıyla yapı genişlemiştir. Osmanlı sultanlarının bir kısmının Mevlevi tarikatından olması Türbe'ye özel bir önem verilmesini ve iyi korunmasını sağlamıştır.

Müze alanı bahçesi ile birlikte 6.500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m²ye ulaşmıştır. Müzenin bahçesinde yer alan I. Selim tarafından yaptırılan şadırvanın göbeğinin Germiyanoğulları Beyliği tarafından hediye edildiği söylenir.

Mevlana hakkında menkıbelerin anlatıldığı Ahmed Eflaki'nin kitabı "Arifler'in Menkıbeleri"nde  Mevlana'nın babası için türbe yaptırmak isteyen devrin sultanına "gök kubbeden daha görkemlisini yapamayacağınıza göre zahmet etmeyin" dediği rivayeti yer alır. Türbe, Mevlana'nın ölümünden sonra inşa edilmiştir.

Müzede bulunan kıymetli eserler arasında Mevlâna'nın sandukası, pûşîde (Mevlâna'nın mezar örtüsü), Mesnevi, Nisan tası yer almaktadır. Mevlana'nın doğumundan ölümüne kadar geçirdiği hayatın anlatıldığı müzede Mevlâna ve aile fertlerinin mezarları da bulunmaktadır.”

Uhrevi bir ortamda ziyaretimizi tamamlayıp akşam yemeğimizi biraz erken yemek için Konya Mutfağına giriyoruz. Bu kez bir diğer yerel lezzet bamya çorbası ve fırın kebabını deniyoruz. Yemek sonrası Konya’nın, Türkiye’nin ve uluslararası tanınan fotoğrafçısı Sille Sanat Sarayının da kurucusu sevgili Reha Bilir’in davetlisi olarak Sille Sanat Sarayına doğru yola çıkıyoruz. Alâeddin Tepesinin güneyinden bir caddeye dönüyoruz ve bu kez Konya’nın bir başka yüzü ile modern ve eğlenceli yüzüyle tanışıyoruz. İzmir’in Kıbrıs Şehitleri, İstanbul’un İstiklal caddesi gibi renkli ışıltılı bir yolda keyifli bir yürüyüşten sonra Sille Sanat Sarayına varıyoruz. Sevgili Reha Bilir’in ve eşinin sıcak ev sahipliğinde fotoğraf, edebiyat ve sanat üzerine sıcak sohbetler yapıyoruz.

Çok geç olmadan izin isteyip ayrılıyoruz. Sabah yine yollara düşme vakti. Bu kez rotamız; Gaziantep.