BİR
ANADOLU GEZİSİ.1
İleriki yıllarda yapmayı planladığımız bir rotaydı
aslında. Biraz daha farklı… Konya’dan Mut üzerinden Akdeniz’e inip kıyı boyunca
gitmek vardı planımızda. Ama alışılmışın dışında, işyeri hekimliği yaptığım
firmanın İK sından ” Birikmiş yıllık izinlerinizi Mart 2025’e kadar bitirin”
diye mail alınca başladı her şey. Önümde 10 gün, hafta sonları ile birlikte 15
gün izin vardı. Beklemediğiz için bir planımız da yoktu. Eşime konuyu açtığımda
portföyümüzdeki Mardin gezisini yapalım öyleyse dedi. Hemen planımızı revize
edip Mut ve Akdeniz’i programdan çıkarıp Konya, Gaziantep, Urfa ve Mardin
olarak değiştirdik.
Hazırlıklarımızı yapıp bir Cuma sabah düştük yollara… İlk
hedefimiz Konya.
KONYA
Güzel bir yolculuktan sonra Konya’ya varıyoruz.
Navigasyona Konya Öğretmenevi yazıyoruz. Biz yurtiçi gezilerimizde genelde
öğretmenevleri ya da uygulama otellerini tercih ediyoruz. Özellikle
öğretmenevleri hem ekonomik hem de konum olarak şehrin merkezinde ve gezilecek
her yere yürüyüş mesafesinde oluyor. Konya Öğretmenevi de öyleydi. Dolayısı ile
akşam iş çıkış trafiğine kaldığımız için trafikte biraz oyalandık.
Konakladığımız öğretmenevi Alaattin Tepesinin bulunduğu meydandan Hz. Mevlana
müzesine giden ana cadde üzerinde ve işin güzel yanı otoparkının olması.
Odamıza yerleştikten sonra resepsiyondaki görevlinin
önerisi üzerine Konya BB nin işlettiği Konya Mutfağı restoranına gidiyoruz.
Açıkçası belediye işletmesi olduğu için benim çok büyük bir beklentim yoktu ama
mekânı görünce yanıldığımı anladım. Harika bir mekân, çok sıcak bir atmosfer, inanılmaz
yerel lezzetler ve çok samimi, içten ve hızlı bir servis… Sonraki öğünlerimizi
de burada değerlendirdik. Özellikle ilk gece yediğim Tirit muhteşemdi. Yemek
sonrası lobide hem dinleniyoruz hem de biraz Konya’yı çalışıyoruz.
Konya, tarih boyunca dünyanın en önemli kadim
şehirlerinden biri olarak günümüze kadar varolagelmiştir. Yerleşik şehir
hayatının Prehistorik (tarih öncesi) çağda başladığı anlaşılmakta, şehir
merkezine yakın olan bir konumda bulunan Çatalhöyük, bugüne kadar keşfedilmiş
en eski ve en gelişmiş Neolitik devir yerleşim merkezi olarak bilinmektedir.
Çumra Çatalhöyük, dünya ölçüsünde ilk defa yemek kültürünün başladığı, tarımın
yapıldığı, ateşin kullanıldığı, yerleşik hayata geçildiği ve vahşi hayvan
saldırılarına karşı ortak savunmanın yapıldığı merkez olarak tanınmaktadır.
Benzer şekilde Alâeddin Tepesinde de Çatalhöyük’e benzer karakterde neolitik
izlere rastlanmaktadır. Şehrin merkezini oluşturan Alâeddin Tepesi
Neolitik dönem (M.Ö 9000-5000) sonları ile Kalkolitik dönem (M.Ö. 5500-3000)
başlarında kurulmuş olup M.Ö. 2000 yıllarından beri düzenli olarak iskân görmüş
höyüklerden biridir. Bölgede yapılan kazılarda Frig, Helenistik, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı yerleşimlerine ait bulgular elde edilmiştir. Tarih
devirlerinde Anadolu ve Suriye topraklarında büyük bir imparatorluk kuran
Hititler, Konya'ya da hâkim olmuşlardır. M.Ö.VIII. ve VIII. yüzyıllarda
ise Frigler zamanında surlarla çevrilmiş İç Kale’de (Alâeddin Tepesi'nde)
gelişen Konya (Kavania) bir kale-kent hâline gelmiştir. Frigler'den sonra
Lidyalılar'ın egemenliğine giren Konya, daha sonra M.Ö.4. yüzyılda Persler ve
M.Ö.2. yüzyılda da Büyük İskender, Selevkoslar ve Bergama krallığının
istilâsına uğramıştır. M.S.395’te Anadolu'da Roma hâkimiyeti sağlanınca Konya,
İconium olarak varlığını korumuştur. Arapların Kuniya diye adlandırdıkları
kentin adı Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bir daha değişmemiş ve günümüze
kadar gelen ismini korumuştur. Konya, neolitik çağdan günümüze kadar
uzanan süreçte bir yerleşim yeri olarak çağlar boyunca önemli medeniyetlere ev
sahipliği yapmıştır. Böylece kent farklı toplumların farklı üretim ve yapım
teknikleri ile meydana getirdikleri birçok sanat eserine sahip olmuştur.
Sabah kahvaltı sonrası ilk ziyaret edeceğimiz yer Sille
Antik Kenti.
Sille, Anadolu uygarlıkları içinde çok mühim bir yeri
bulunan, kültürlerin bir arada yaşadığı özel bir mekân. Sille, doğal siluetiyle
ve bu siluetle bütünleşen tarihî izleriyle, sivil mimarîsi ve yerleşim
dokusuyla, örf, adet ve gelenekleriyle, bağ ve bahçeleriyle farklı yaşam tarzına
sahip bir yerleşim yeri. MS 327 yılında Bizans İmparatoru Constantin’in
annesi Helena, Hac için Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış, buradaki ilk
Hristiyanlık dönemlerine ait oyma mabetleri görmüş, Sille’de bir mabet
yaptırmaya karar vermiş ve temel atma törenine bizzat katılmıştır. Aya-Elena
Kilisesi, asırlar boyunca onarımlar görerek günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait Taş Câmi başta olmak üzere câmiler, Hacı
Ağa Hamamı, Subaşı Hamamı, çeşmeler, köprüler gibi Türk-İslâm eserleri de
bulunmakta.








Yakın zamanda yapılan restorasyonlar ve imar ile Antik
Sille ruhunu kaybetmiş ve ne yazık ki turizmin popüler kültürüne yenilmiş
durumda. Yine de Aya Elena kilisesi, Hamam ve camiler iyi durumdalar. Ayrıca
Süt Şapeli ’nin restore edilerek Sille Zaman Müzesine dönüştürülmesi de çok iyi
bir çalışma olmuş. Küçük, basit ama gerçekten çok değerli bir müze olmuş.
Özellikle Zaman Müzesindeki ve Aya Elena Kilisesindeki görevli rehberler size
çok iyi bilgilendirme yapıyorlar. Sillenin dar, tozlu yollarında kaybolarak
otoparka geliyoruz. Yolumuz üzerindeki seyir terasından – ki burası piknik
alanları ile, kafeteryası, restoranı ile çok güzel bir rekreasyon alanı-
Konya’yı seyrediyoruz.
Antik Sille gezimiz sonrası rotamızı Konya Tropikal
Kelebek bahçesine çeviriyoruz. Çok methini duymuştum ama gerçekten anlatıldığı
kadar varmış. Özellikle çocuklar için gerçekten bulunmaz bir ortam.
Türkiye'deki ilk kelebek koruma alanıdır. 1,200 m²
kelebek uçuş alanına sahiptir. Soğuk yarı kurak bir iklime sahip olan şehirde
tüm yıl boyunca 26 °C sabit sıcaklıkta ve %80 nemde tutulur. Çevre,
150'den fazla türe ait 20.000'den fazla tropikal bitkiye ve 45 türe ait yağmur
ormanı habitatlarından binlerce tropikal kelebeğe yaşam alanı sağlar. Kelebeklerin
tırtıl larvasından pupaya ve son olarak ergin evresine kadar
tüm yaşam döngüleri gözlemlenebilir. Tesiste ayrıca Kelebek
Müzesi, Böcek Müzesi ve Doğa Eğitimi Sınıfı bulunmaktadır.
Şimdi öğle yemeği zamanı. Üye olduğum guruptan önerilen
Serenade Etli Ekmeğe çeviriyoruz rotamızı. Sanayi içinde yoğun bir trafik ve
araç yoğunluğunda güçlükle bir yer bulup aracımızı park ediyoruz. Serenade
tipik bir esnaf lokantası. Konya’nın olmazsa olmazı Etliekmeği burada
deneyimliyoruz.
Etliekmek sonrası öğretmenevine dönüp otoparka aracımızı
bırakıyoruz. Bundan sonra yürüyerek gezeceğiz çünkü her yer yürüme mesafesinde.
Önce Alâeddin tepesinin bulunduğu meydandan başlıyoruz. 200 m ileride Karatay
Medresesi. Medresesinin hem dışını geziyoruz, muhteşem işlemeli mermer
kapısından girip hem de içerideki eserleri de geziyoruz.
“Karatay
Medresesi, II. İzzeddin Keykavus devrinde, 1250-1251 yıllarında
yapılmıştır. Eyvanın solundaki kubbeli hücre Celaleddin Karatay'ın türbesi
olduğundan ve Celalettin Karatay Vakfiyesine kayıtlı olduğundan Celalettin
Karatay tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Mimarı bilinmemektedir.
Osmanlı devrinde de kullanılan medrese 19. yüzyılın sonlarında terk
edilmiştir.
Medrese,
Selçuklular devrinde hadis ve tefsir ilimleri okutulmak üzere "Kapalı
Medrese" tipinde Sille taşından inşa edilmiştir. Tek katlıdır.
Giriş doğudan gök ve beyaz mermerden yapılmış kapı ile sağlanmaktadır. Kapı
Selçuklu devri taş işçiliğinin şaheser bir örneğidir. Yazı ve desenlerle
süslenmiştir. Kapının üzerinde medresenin yapımı ile ilgili kitabeler yer
almaktadır. Kapının diğer yüzeylerine seçme ayet ve hadisler kabartma olarak
işlenmiştir. Kapıdan, evvelce kubbe ile örtülü (şimdi üzeri açık) bir avluya,
buradan da bir kapı ile medreseye girilir. Medrese salonunun üzeri, merkezinde
fener bulunan ve mozaik çinilerle kaplı kubbe ile örtülüdür. Kubbe
kasnağında, duvarların üst kısımlarındaki bordürlerde ve hücre kapıları
üzerindeki panoda ayetler yazılıdır. Binanın batı yönünde bulunan beşik tonozlu eyvanın kemerinde
besmele ve Ayet-el Kürsi yer almaktadır. Kubbeye geçiş elemanı olan
üçgenlerde ise Muhammed, İsa, Musa ve Davud peygamberlerin isimleri ile dört
halifenin (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali) isimlerine yer verilmiştir.
Medrese
duvarlarındaki mozaik çinilerin büyük bir kısmı dökülmüştür.
Çinilerde kullanılan renkler, turkuvaz (firuze), lacivert ve siyahtır. Anadolu
Selçuklu devri çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi 1955
yılında "Çini Eserler Müzesi" olarak ziyarete açılmıştır. 2006
yılında genel bir bakımdan geçirilmiştir.”
Karatay medresesi ziyareti sonrasında bu kez İnce
Minareli Medrese’ ye yöneliyoruz. Ama şansımıza burası restorasyon ve bakım
çalışmaları nedeniyle saç korumalarla çevrilmiş. Daha önceki yıllarda bir kez
daha ziyaret etme şansımız olduğu için ne kadar ince, zarif, değerli bir eseri
ikinci kez görme şansını kaybettiğimizin farkındayız.



“ Selçuklu
Sultanı II. İzzeddin Keykavus devrinde Vezir Sahip Ata Fahrettin
Ali tarafından, hadis ilmi öğretilmek üzere 663 H.(1264 M.) yılında inşa
ettirilmiştir. Yapının mimarı Keluk bin Abdullah'tır (Kölük bin Abdullah). Darü-l Hadis
Selçuklu Devrinin avlusu kapalı medreseleri grubundadır. Tek eyvanlıdır.
Doğusunda yer alan taç kapı, Selçuklu Devri taş işçiliğinin en güzel örnekleri
arasındadır. Giriş kemerinin iki tarafında yer alan üçer küçük sütun ve kemer kav
sarası bitkisel ve geometrik motiflerle süslüdür. Taç kapıdan çapraz tonozlu
mekâna geçilmektedir. Cepheden bakıldığında fark edilemeyen bu mekân, binanın
esas eyvanı için simetri teşkil etmektedir. Bu mekânın yan duvarlarındaki iki
adet niş mimariye estetik kazandırmıştır. Çapraz tonozlu giriş bölümünden
divanhaneye girilir. Ortasında havuzu bulunan üzeri kubbeli, kare planlı
avlunun güney ve kuzeyinde beşik tonozlu dikdörtgen planlı öğrenci hücreleri
bulunmaktadır. Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Kubbe kasnağında kûfi
yazı ile "El-Mülkü-Lillah" "Ayet'el Kürsi" yazılıdır. Yapı
ışığını, mazgal ve dikdörtgen pencereler ile kubbede yer alan fenerden
sağlamaktadır.
Girişin
karşısında avludan üç basamakla çıkılan basık tonozlu eyvan yer almaktadır.
Eyvanın iki yanında kare planlı, kubbeli birer dershane odası vardır. Anıtsal
yapının ön cephesi kesme taştandır ve yan duvarlarının dış cepheleri
moloz taştan yapılmıştır. İç mekânlarda tuğla hem statik, hem de dekoratif
amaçlı kullanılmıştır. Kuzeyinde yer alan mescitten bugün yalnız tuğla örgülü
mihrabı kalmıştır. Yapıya adını veren minarenin kaide kısmı kesme taş kaplamalıdır.
Beden kısmı tamamen tuğla örgülüdür. Bugün mevcut gövdesi sekiz köşeli olup,
çeşitli formda bombeler halindedir. Minare turkuvaz renginde, beyaz hamurlu
tuğlalarla örülmüştür. Minarenin orijinali iki şerefeli iken, 1901 yılında
düşen yıldırım, iki şerefeden birini tahrip etmiştir.
İnce
Minareli Medrese 19. yüzyılın sonuna kadar faaliyetini sürdürmüştür. 1876-1899
yıllarında tamir edildiği bilinmektedir. Cumhuriyet Devrinde 1936 yılında
başlayan çeşitli onarım çalışmalarından sonra, 1956 yılında Taş ve Ahşap
Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır.
Müzede
Selçuklu ve Karamanoğlu devrine ait taş ve mermer üzerine oyma tekniği ile
yazılmış inşa ve tamir kitabeleri, Konya Kalesi'ne ait yüksek kabartma
rölyefler, çeşitli ahşap malzemeye oyma tekniği ile yapılmış geometrik ve
bitkisel motiflerle bezenmiş kapı ve pencere kanatları, ahşap tavan göbeği örnekleri
ve mermer üzerine işlenmiş mezar şahidesi ve sandukalar teşhir edilmektedir.
Başkenti Konya olan Selçukluların sembolü çift başlı kartal ve kanatlı melek
figürlerinin en güzel örnekleri de bu müzede sergilenmektedir.”
İnce Minareli Medresenin karşısındaki
merdivenlerden Alaeddin Tepesine tırmanıyoruz.
“ Tepede
yer alan ve günümüze kadar ulaşan en önemli yapı, tepenin
kuzeyindeki Alâeddin Camii ve kümbetleridir.[8] Yapımı
1220 yılında tamamlanan cami, adını Selçuklu sultanı I. Alaeddin
Keykubad'tan alır. II. Kılıç Arslan tarafından yaptırılan avludaki
büyük türbe, ongen planıyla devrin diğer mezar yapılarından farklıdır. Bu
yapıda II. Kılıç Arslan dâhil sekiz sultanın mezarı bulunmaktadır. Sultanlar
Türbesinin yanında I. İzzettin Keykavus'un yaptırdığı ancak yarım kalan bir
türbe daha mevcuttur. Türbelerin her ikisi de kümbet tipindedir, çokgen gövdeli
üzeri külahla örtülü yapılardır.
Alaeddin
tepesinde, II. Abdülhamid devrinde vali Avlonyalı Ferid Paşa’nın
yaptırdığı su haznesi bulunur. Valiliği döneminde yaşanan su sıkıntısı
nedeniyle bir su komisyonu kuran ve halktan 16bin altın lira toplayan Ferid
Paşa, Konya’nın 23 km güneybatısında Çayırbağı köyündeki kaynak
suyu Alâeddin Tepesi’nde yapılan depoya getirilmiştir. Depo girişinin iki
yanına yuvarlak kemerli çeşmeler yapıldı. Moloz taş ve kesme taştan yapılan 500
metreküp hacmindeki depo, 1902'de halkın katıldığı büyük bir törenle
açıldı. Depo, 1954 yılında kullanım dışı kaldı.
Tepenin
Mevlâna Külliyesi'ne bakan kısmında, 1936 yılında Ulusal Mimarlık
Akımı tarzında inşa edilen Şehitler Anıtı yer almaktadır.”
Şehitler Anıtının önündeki merdivenlerden
inip karşımızdaki ana caddeye geçip Mevlana Müzesine doğru ilerliyoruz.
Yol boyunca sağımızda solumuzda taş yapılı
tarihi camiler - ki bir kısmı bakım ve restorasyonda- Zabıta Binası ve Yapı
kredi bankası gibi tarihi taş yapılar bize eşlik etmekte.
Mevlana Müzesinin bulunduğu meydana
yaklaştığımızda bizi heybetli yapısı ile turkuaz rengindeki sadeliğin ihtişamı
ile kubbesi karşılıyor. Hz. Mevlana Müzesine geçmeden önce bizi Sultan Selim
Cami karşılıyor.
“ Cami,
1558 yılında II. Selim tarafından sancak beyi olarak görev yapan
şehzade iken yaptırılmıştır. Cami, Mimar Sinan'ın baş mimarlık
görevinde bulunduğu sırada yapılmış olmasına rağmen, yapı hiçbir
otobiyografisinde yer almamaktadır. Konya'da Mimari Sinan sadece bir
bakımevinin tadilatını sağlar. Yapı, Selim'in padişah olmasından sonra
1570 yılında tamamlandı. Daha sonra 1685, 1816 ve 1914'te üç kez onarılmıştır.”
İçeride cemaat namaz kıldığı için caminin
içini ziyaret edemiyoruz. Caminin yanından dolaşıp doğudaki Dervişan kapısından
Hz. Mevlana müzesine giriyoruz.
“ Mevlânâ
Müzesi, Konya'da
bulunan, eskiden Mevlâna’nın dergâhı olan yapı kompleksinde 1926 yılından
beri faaliyet gösteren müzedir. "Mevlana Türbesi" olarak da anılır.
Yeşil
Kubbe yani Mevlana'nın türbesi dört kalın sütun (fil ayağı) üzerine
yapılmıştır. O günden sonra farklı tarihlerde çeşitli eklemeler yapılmasıyla
yapı genişlemiştir. Osmanlı sultanlarının bir kısmının Mevlevi tarikatından
olması Türbe'ye özel bir önem verilmesini ve iyi korunmasını sağlamıştır.
Müze
alanı bahçesi ile birlikte 6.500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi
olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m²ye ulaşmıştır. Müzenin
bahçesinde yer alan I. Selim tarafından yaptırılan şadırvanın
göbeğinin Germiyanoğulları Beyliği tarafından hediye edildiği
söylenir.
Mevlana
hakkında menkıbelerin anlatıldığı Ahmed Eflaki'nin kitabı "Arifler'in
Menkıbeleri"nde Mevlana'nın babası için türbe yaptırmak
isteyen devrin sultanına "gök kubbeden daha görkemlisini yapamayacağınıza
göre zahmet etmeyin" dediği rivayeti yer alır. Türbe, Mevlana'nın
ölümünden sonra inşa edilmiştir.
Müzede
bulunan kıymetli eserler arasında Mevlâna'nın sandukası, pûşîde (Mevlâna'nın
mezar örtüsü), Mesnevi, Nisan tası yer almaktadır. Mevlana'nın doğumundan
ölümüne kadar geçirdiği hayatın anlatıldığı müzede Mevlâna ve aile fertlerinin
mezarları da bulunmaktadır.”
Uhrevi bir ortamda ziyaretimizi tamamlayıp
akşam yemeğimizi biraz erken yemek için Konya Mutfağına giriyoruz. Bu kez bir
diğer yerel lezzet bamya çorbası ve fırın kebabını deniyoruz. Yemek sonrası
Konya’nın, Türkiye’nin ve uluslararası tanınan fotoğrafçısı Sille Sanat
Sarayının da kurucusu sevgili Reha Bilir’in davetlisi olarak Sille Sanat
Sarayına doğru yola çıkıyoruz. Alâeddin Tepesinin güneyinden bir caddeye
dönüyoruz ve bu kez Konya’nın bir başka yüzü ile modern ve eğlenceli yüzüyle
tanışıyoruz. İzmir’in Kıbrıs Şehitleri, İstanbul’un İstiklal caddesi gibi renkli
ışıltılı bir yolda keyifli bir yürüyüşten sonra Sille Sanat Sarayına varıyoruz.
Sevgili Reha Bilir’in ve eşinin sıcak ev sahipliğinde fotoğraf, edebiyat ve
sanat üzerine sıcak sohbetler yapıyoruz.
Çok geç olmadan izin isteyip ayrılıyoruz.
Sabah yine yollara düşme vakti. Bu kez rotamız; Gaziantep.