KAFKASLARIN
ÇATISINA YOLCULUK:
1983
-87 yılları arasında zorunlu hizmetimi Kars’ın Susuz ilçesi Yolboyu / Uzunzaim
köyünde yaptım. Sağlık ocağımın lojmanının kapısı o zamanlar bir sonsuzluğa açılırdı.
Kapımın önündeki kayın ağacının gölgesine sandalyemi atar, saatlerce sonsuz
çayırların sonsuz gökyüzü ile birleştiği ufuk çizgisine bakardım. Kış aylarının
yavaş yavaş bitmeye başladığı mart ve nisan aylarında da kış güneşi bedenimi
ısıtırken yüzümü doğuya döner görüşün net olduğu açık havalarda çok uzaklardaki
başı karlı, dorukları çatallı dağları seyretmek en büyük keyfimdi. Aklımda bir
gün o dağlara gitmek vardı hep. Kaf dağlarına, Kafkas dağlarına…
Bu
dileğim bu yıl vücut buldu. İzmir’den 6 kişi ile Trabzon’a uçtuk. Ertesi gün
bizi Trabzon’dan alan aracımız ve şoförümüzle birlikte Rize’ye hareket ettik.
Rize’den de Ankara’dan gelen iki profesyonel kadın dağcı arkadaşımızı alıp
Batum’a yola çıktık. Hafta sonu olması nedeniyle tenha olan Sarp sınır
kapısından hızlıca geçip diğer tarafta bizi bekleyen yerel rehberimiz Sofiko
ile buluştuk.
Kısa
bir tanışmadan sonra Batum’a doğru yola çıktık. Gün henüz batmadan Batum’
ulaşıp, görülmesi gereken yerleri, Ali ve Nino heykeli, Alfabe kulesi, Çaça Çeşmesi,
Poseidon heykeli ve tiyatro binası, Altın post heykeli, astronomik saat, Avrupa
meydanı ve Marco meydanını gezdikten sonra bir Gürcü restoranında yerel
yemeklerini ve armut gazozunu deneyimledik.
Ertesi
sabah kahvaltı sonrası hemen yola çıktık. Bugün için uzun bir yolculuk bizi
bekliyordu. Çakvi, Kobulet, Poti ve Senaki üzerinden yaklaşık üç saatlik bir
yolculukla Samegreto eyaletinin başkenti Zugdidi şehrine vardık. Burada Dadiani
Sarayı ve şehir gezisinin ardından Zugdidi ovasının çay bahçeleri arasından
Kafkas dağlarına doğru yaklaşık dört saat sürecek ikinci yolculuğumuza
başladık. Yol üzerindeki bir şelalede fotoğraf ve serinleme molası verip daha
sonra bir saatlik mesafedeki baraj gölü manzaralı kır lokantasında Hacapuri ve
armut gazozu eşliğinde öğle yemeğimizi yedik. Yemek sonrası uygun fotoğraf
molaları vererek akşam saatlerinde 1400 m yükseklikteki en yenisi 500 yıllık
Svan Kulelerinin bulunduğu ve Kafkas dağlarının çepeçevre sardığı Svaneti
kasabasına vardık.
Mestia’da
ikinci günümüzde programımızda Zuruldi Dağı var. Normalde 2350 m. deki
zirvesine teleferikle çıkıp buradaki seyir terasından 360 derece panorama veren
Kafkas dağlarının ve yükseltileri 5000 m’ye varan ve üzerinde olan 5 zirvenin,
vadinin, buzulun, yaylanın görülmesi idi. Ancak 2018 de meydana gelen teleferik
kazası nedeniyle kapalı olan halen beklenen parça gelmediği için çalışmayan
teleferik yerine Hatsvalki teleferik hattı üzerinden güzel bir karayolu ile
aracımızla Zuruldi teleferik istasyonuna 1800 m’ye çıkıyoruz. Bundan sonra bizi
1,5 saat sürecek bir dağ yürüyüşü bekliyor. Antrenmansızlığın verdiği – son
altı ayda yaşadığım dar kanal ve meralgia parestetika nedeniyle düz yolda bile
100 m yürüyemiyordum bu nedenle tamamen antrenmansızdım.- hamlıkla sürünerek de
olsa seyir terasına varıyorum. Gerçekten çektiğim ıstıraba değermiş. Kendimi
tam anlamıyla Kafkasların çatısında hissediyorum. Tam karşımda Avrupa’nın
tırmanması en zor dağı iki zirveli Ushba göz hizamda. Bakışıyoruz, tırmanış
boyunca beni yalnız bırakmadığı ve destek verdiği için sessizce teşekkür
ediyorum. Manzaranın tadını çıkarıp, dinlendikten sonra inişe geçiyoruz.
Ushba’nın bizi izleyen bakışları altında iniş daha rahat geçiyor. Otelimize
geçip duşumuzu alıyoruz. Yeni demlenmiş Rize çayı ile yorgunluğumuzu atıp bu
kez Svan kulelerini ve Svaneti’yi keşfetmek için Mestia’nın dar sokaklarında
kayboluyoruz.
***
Dağ
havası ile sabah erkenden uyanıyoruz. Bugün 100 m. deki Mestia’dan 3430 m.
yükseltili Dalagor Uçurumu ve 4370 m. zirveli Chaniti dağının eteklerindeki
Chaladi vadisi ve buzulu var rotamızda. Lavlaadash köyü üzerinden Mestiachala
deresi üzerindeki ahşap asma köprüden geçerek başlıyor yolculuğumuz. Asma
köprüden sonra ormana giriyoruz, ladin ağaçları ve çam ağaçlarının oluşturduğu rahat bir patikada
ilerliyoruz. Bir süre sonra yolumuz coşkun akan nehir ile kesişiyor ve nehir
kenarından tırmanmaya devam ediyoruz. Belli bir yükseltide Ladin ve çam
ağaçlarının yerini alan makiliklerin hâkim olduğu bir düzlüğe geliyoruz.
Chaladi buzulu tam karşımda. Nefesim tükendi yine. Sofiko’ya oyunbozanlık
yapıyorum “ ben burada kalayım” diye. İzin vermiyor, “ sensiz olmaz” diyor, 15 dakika soluklanıp yola devam
ediyoruz. Bu kez devasa kayaların üzerinde keçi gibi sekerek ya da eriyen
buzulların oluşturduğu derelerden kurbağa gibi sıçrayarak buzulun kenarına
geliyoruz. Buzulun eteği çökmüş ve yaklaşık 30 m.lik bir buzul duvarı karşımızda
duruyor. Bu çökmeyle beraber buradaki buzul mağarası da yok olmuş. Terleyen
giysilerimizi kuruları ile değiştiriyoruz ayaklarımızı buzul nehrinin uyuşturan
suyunda dinlendiriyoruz. Dönüş zamanı. Aynı yolu yine hoplaya zıplaya iniyoruz.
Asma köprünün başındaki kafede soluklanıp bira keyfiyle günü tamamlıyoruz.
Dönüş yolunda Sofiko bizi bir maden suyu kaynağına götürüyor, mataralarımızı
maden suyu ile doldurup otelimize dönüyoruz.
***
Bugünkü
rotanın en güzel ve en zorlu rota olduğunu programdan biliyordum ama beni bu
kadar zorlayacağını tahmin etmemiştim. Yüksek irtifada nefes almanın ne kadar
zor olduğunu yaşayarak öğrendim. 2500 m.’den sonra 10 adım atabiliyordum. Sonra
tazı gibi soluyor, soluklanıyor aynı sahneyi 10 adımda bir yaşıyordum. Üç kez
vazgeçme noktasına geldim ama azmettim.
Kahvaltı
sonrası iki 4x4 araca bölündük. 1800 m.ye kadar offroad yaparak araçlarla
çıktık. Belli bir noktada Ushba’nın zirvelerinin gölgesinde araçlardan indik ve
tırmanmaya başladık. Hedefimiz 2740 m.deki Koruldi buzul gölleri. Özellikle
2500 m. den sonra çok zorlandım. Ama başardım. Buzul göllerinin olduğu zirveye
vardığımda Ushba, Chatani, Dalakaro zirveleri sağ yanımızda Tetnuldi ve
Banguriani zirveleri tam karşımdaydı. Alpin
çayırlara uzanıp 15 – 20 dakika dinlendim. Manzaranın, Kafkasların çatısında
olmanın hazzını yaşadım. Vazgeçmeyip devam ettiğim için kendime teşekkür ettim.
Koruldi
buzul göllerinden en büyüğü henüz çözülmemişti. Haliyle o ünlü yansıma
fotoğraflarını alamadım. Diğer iki küçük göle yöneldik. Birisi sudaki demir
minerali nedeniyle kırmızı göl olarak geçiyordu ve onun çözülmemiş kısmı pas
rengindeydi. Manzarayı iyice içimize sindirip fotoğraflarla da
ölümsüzleştirdikten sonra inişe geçiyoruz. Bu kez iniş de dar ve kuru toprak
sırt patikası olması nedeniyle tırmanışımız kadar zorlu oldu. 4x4 lerle dönüş
yolunda seyir terasından Mestia’yı kuşbakışı seyrediyoruz.
Otelimize
yorgun ve mutlu bir gezgin olarak dönüyoruz.
***
Bugün
Mestia’da son günümüz. Kahvaltı sonrası minibüs/station karışımı 7 kişilik 4x4
Ford aracımızla 45 km mesafedeki Ushguli Köyüne gideceğiz. Mestia’dan çıktıktan
sonra bir vadinin içinde, beton yol üzerinde ine çıka kıvrılarak gidiyoruz. Bir
süre sonra beton yol bitiyor ve toprak dağ yoluna giriyoruz. Sarsıla sarsıla
ilerlerken bir yerde görevliler durduruyor. Geçen haftaki şiddetli yağış
sonrası oluşan heyelan nedeniyle yolun bir kısmı çökmüş. İş makineleri yol
açmaya çalışıyor. Aşağıda coşkulu bir dere çılgınca akmakta. Yarım saatlik bir
bekleyişten sonra ekipler kontrollü olarak yolu açıyorlar. Yaklaşık 15
dakikalık yolculuktan sonra Avrupa’nın en yüksek irtifadaki yaşam merkezi olan
Usghuli köyünün Svan kuleleri karşılıyor. Kısa bir fotoğraf molası sonrası köy
gezisini dönüşe bırakarak Shkhara Dağı ve buzulu yürüyüşü için yola devam
ediyoruz. Araçların gidebildiği son noktadan sonra yüzlerce ve rengârenk
endemik çiçek/ bitki örtüsü arasındaki patikadan buzula doğru yürüyüşe
geçiyoruz. Nispeten rahat bir yürüyüşten sonra buzulun eteklerine ulaşıyoruz.
Shkhara Buzulu tüm azametiyle karşımızda. Shkhara’nın zirvesi ile
karabulutlarla sarılmış durumda.
Havanın
bozacağını öngörüp dönüşe geçiyoruz. Dönüş yolunda Ushguli köyünün girişinde
Tamara Kilisesini ziyaret edip köyün dar sokaklarında Ushguli evlerini,
kulelerini, şapellerini, köprülerini izleyerek aracımızla buluşuyoruz. Araca
binmemizle birlikte beklenen yağmur geliyor.
Yol
üzerinde Aşk Kulesini ziyaret edip öyküsünü dinliyoruz. Rehberimiz Sofiko bir
sürpriz yapıp Mestia’ya girmeden yol üzerindeki başka bir göle götürüyor bizi.
Burası özel mülkiyetmiş, yaz aylarında bu arazide festivaller düzenleniyormuş.
Gerçekten masallardan çıkmış gibi bir yerdi.
Bu
gece Mestia’da son gecemiz. Yemek sonrası ev sahibimiz Ritur’un sahibi Köksal
bey’e ve otel çalışanlarına teşekkür ediyoruz. Yarın sabah erken yola çıkıp
uzun bir yolculuktan sonra Batum’a varacağız. Eğer zaman uygun olursa Batum’da
bir dondurma molası, Sofiko ile vedalaşma, Sarp sınır kapsından geçiş ve ver
elini Trabzon. Bir macera daha bitecek ve benim “ Ölmeden önce yapılacak yüz
şey “ listemden birini daha gerçekleştirmiş olacağım.
Yazı
ve Fotoğraflar:
Mehmet
Cengiz TÜMER
Haziran
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder