30 Haziran 2025 Pazartesi

KENTİM: HAK, DAĞLAR ŞEHRİ HAKKARİ

 

KENTİM HAK.

Sevgili Ferit EDGÜ’nün 1977 de yayınlanan “ O “ adlı eseri – daha sonra Hakkâri’de Bir Mevsim adıyla yayınlanmıştır. – böyle başlar: Kentim Hak.

1985 Haziranında görevli gittiğim Silopi ilçesinin sağlık ocağında yalçın zirveleriyle yükselen korkutucu yüce dağların ardı da Hakkâri’ydi. O zamanlar tehlikeli, yasaklı bölgeydi. 40 yıl boyunca da öyle kaldı. Son iki, üç yıldır bölge terörden temizlenip nihayet sivil turizme açıldı. Ben de çok merak ettiğim coğrafyayı, o yalçın dağları, zirveleri, yaylaları, buzulları, devrimci gençlik köprüsünü görme şansını buldum.








Çavuştepe Kalesi ve Mehmet Kuşman

Bir cumartesi günü önce Van’a uçtuk. Van Havaalanında rehberimizle buluşup ilk durağımız Çavuştepe Kalesine doğru yola koyulduk. Van’ın Gürpınar ilçesinde yer alan Çavuştepe Kalesi, Urartu Medeniyetinin önemli eserlerinden biri. M.Ö. 764-734 yılları arasında Urartu Kralı II. Sarduri tarafından kurulmuştur ve Urartu dilinde “ Sarduri’nin kurduğu kent” anlamına gelen Sardurihinli olarak adlandırılmış. Kale, Aşağı Kale ve Yukarı Kale diye iki ana bölümden oluşuyor. Biz rehberimizden Yukarı Kaledeki Tanrı Haldi adına yapılmış tapınak ve çevresindeki surların hikâyesini dinlerken Aşağı Kaleden nefes nefese tırmanan Mehmet Amcayı görüyoruz. Mehmet amca - Mehmet Kuşman  - 1960 lı yıllarda kale bekçisi olarak çalışmaya başlamış, kendi çabasıyla kazılarda ortaya çıkan yazıtlardaki Urartu’ca metinleri çözmeye çalışmış, sonuçta Urartu’ca metinleri okuyup çevirecek kadar yetkinleşmiş. Bu sayede bugün “ Yaşayan son Urartu’ca Uzmanı” olarak anılmaktadır. Biraz soluklanan Mehmet Amca’dan Urartuları,  Çavuştepe’yi ve kazıların öyküsünü dinleyip kalenin eteklerindeki atölyesini ziyaret ediyoruz.

Mehmet Kuşman ile vedalaşıp Hoşap suyunun sarp kayalıkları üzerinde kurulu Hoşap Kalesi’ni görmek üzere yola devam ediyoruz. Hoşap Kalesi bölgenin en görkemli ve en iyi korunmuş kalesi. Tarihi Urartular’a kadar uzanıyor. Ancak günümüzdeki ihtişamlı yapısı Osmanlı Devleti’ne bağlı Mahmudi Beyleri tarafından inşa edilmiş. Mahmudi Süleyman Bey tarafından 1643 tarihinde yaptırılmıştır. Kale 19. YY. ortalarında terkedilmiş olmasına rağmen, içerisindeki yapılarıyla büyük ölçüde sağlam kalmıştır. Bizim ziyaretimizde de restorasyon nedeniyle ziyarete kapalı olduğu için bu görkemli kaleyi ancak dışarıdan fotoğraflayabildik.

Hoşap Kalesi
Yolumuza devam edip Başkale ilçesi Yavuzlar köyündeki yakıştırma ismi ile Vanodokya yerel adı ile “ Kofiraz”a, peribacalarına ulaşıyoruz. Van Peribacaları, volkanik Yiğit Dağı’nın püskürttüğü kayaçların milyonlarca yıl süren rüzgâr ve su erozyonu ile aşınması sonucu meydana gelmiş. Bölgede yaklaşık 17 bin peribacası, 35 mağara ve 12 oyma ev ve doğal tüneller bulunuyor. Güneş dağların arkasına çekilirken biz de konaklayacağımız Yüksekova’ya doğru hareket ediyoruz.






Sabah erken kahvaltının ardından Zap Vadisine yöneliyoruz. Zap suyunun eşliğinde önce 1968 kuşağının 1. Boğaz Köprüsü projesini protesto etmek amacıyla Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının önderliğinde ODTÜ öğrenci ve yerel halkın birlikte inşa ettiği “ Devrimci Gençlik Köprüsünü” ziyaret ediyoruz. 1990 lı yıllarda patlatılan köprü 2010 yıllarında yeniden inşa ediliyor. 


Zap suyu ve vadisi
68 Kuşağını sevgi ile anarak Zap vadisi boyunca ilerliyoruz. Kırıkdağ köyünde kontrol noktasında kimlik kontrollarımız yapılıp oluşabilecek olumsuzluklara dair  – geçtiğimiz yıl buzullara tırmanan ve buzulların kırılması sonucu kaza geçiren dört dağcıdan sonra böyle bir önlem alınmış.- taahhütname imzalatıldıktan sonra araç değiştirip Derecik Deresinin yarattığı kanyonda şelaleler, göletler, göçerlerin çadırları eşliğinde zorlu bir yolculukla Cilo dağlarının zirvelerinde yer alan Cennet Cehennem vadisine tırmanıyoruz.










Cennet bölümünde mola verip istekli arkadaşlarla Cehennem bölümüne yani buzullara doru yürüyoruz. 1,5 saatlik yürüyüş sonrası buzulların eteklerindeyiz, güvenlik nedeniyle daha ileri gitmiyoruz. Dönüş yolunda benim gözüm yerel florada özellikle de Ters Laleleri arıyorum. Ama hiç göremeyince rehberimiz ömürlerinin kısa olduğunu söylüyor. Cennet hafta sonu olması nedeniyle pikniğe gelenler nedeniyle oldukça kalabalık. Büyükçe bir kayanın çevresinde bir aşiret törensel bir şeyler yapıyor daha sonra dağa doğru yürüyüşe geçiyorlar. Biz de piknik tarzında yemek molamızı tamamlayıp Hakkâri’ye doğru yola çıkıyoruz. Zap suyunu takiben Hakkâri yol ayrımına geliyoruz. Köprübaşında yine güvenlik noktasından geçip kent merkezine yöneliyoruz.

Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinde İran ve Irak sınırında yer alan Hakkâri, kendine özgü coğrafyası, zengin tarihi ve doğal güzellikleri ile öne çıkan bir ilimizdir. Genellikle “ Dağlar Şehri” olarak bilinir. Hakkâri’nin tarihi MÖ. 3000’li yıllara, Hurri kökenli boylara kadar uzanır. Bölge stratejik önemi nedeniyle tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Medler, Persler, Seleukoslar, Karduya, Roma ve Sasani gibi uygarlıkların hâkimiyetinde kalmıştır. 641 yılında İslam orduları tarafından fethedilen bölge, daha sonra Abbasilere bağlı yerel Kürt Beylikleri ve özellikle Mahmudi Beyliği gibi güçlü aşiretlerin yönetiminde kalmıştır. Osmanlı Devleti’ne tabi olan Hakkâri, Birinci Dünya Savaşında Rus işgaline uğramış ve 1918 de kurtarılmıştır.

Hakkâri Merkezde Meydan Medresesini, çarşılarını dolaşıp bir kahve molasının ardından konaklamak için Yüksekova’ya doğru yola çıkıyoruz.

Şine Dağı



Bu coğrafyada üçüncü günümüz. Bugün yolumuz uzun. Zap suyu vadisini izleyerek Çukurca yolu üzerinde Şine dağına ulaşıyoruz. Aslında bir dağdan ziyade, daha çok kayalık gurubu olarak tanımlanabilir. Bazı kaynaklarda Şine Dağı’nın yüksekliği 2.838 m olarak belirtilir. Bölgedeki diğer dağlara kıyasla küçük bir oluşum olsa da heybetli görünü ile dikkat çeker. Bir söylenceye göre Ankara’daki eski İş Bankası Merkez binasının mimarı bu dağdan esinlenerek projesini çizmiştir.



Yola devamla Çukurca ilçesine varıyoruz. Burada bir yamaca konumlanmış, restorasyonu devam eden Nasruti’lere ait binlerce yıllık evleri görüyoruz. Güzel bir kafede kahve molası verip dinleniyoruz. Yüce dağların arasında kâh tırmanarak kâh inerek uzun bir yolculuktan sonra gün batımına yakın Dicle nehri kıyısındaki Cizre’ye varıyoruz. Dağların serinliğinin aksine Cizre yanıyor. Sıcaklık gölgede 45 derece. Gölgeleri takiben Ulucami, çarşı ve kalesini gezip güneşi Dicle kıyısında batırıyoruz.

Dicle
Sabah kahvaltısının ardından yine yola düşüyoruz. TOKİ tarafından yeniden inşa edilmiş Şırnak’tan geçip Gabar dağları boyunca önce Eruh’a ardından Botan Çayı Vadisine giriyoruz. Siirt’e 10 km mesafede Botan Vadisini yukarıdan gören seyir terasında bir kahve molası verip Deliklitaş ve vahşi Bota Vadisini seyrediyoruz. 

Eruh
Delikli Taş


 


Botan Vadisi


Siirt Kırsalı


Siirt’te Ulucami ve çarşıları dolaştıktan sonra yörenin ünlü lezzeti Kuzu Büryan ile öğle yemeğimizi alıp Kasrik Boğazı üzerinden Tatvan, Gevaş yolu ile Van’a ulaşıyoruz.

4 günlük bir yolculuk ile Van’dan başlayıp Cilo, Reşko, Kato, Namaz, Gabar dağlarının vahşi doğası, yalçın tepelerinin eşliğinde geniş bir çember çizerek yeniden Van’a dönmüş oluyoruz. Yurdumun eksik kalan bir köşesini daha görmüş oluyorum. İnanıyorum ki gelişen sivil turizm bu bölgenin kaderini değiştirecektir.

30 Haziran 2025

Yazı ve Fotoğraflar

Mehmet Cengiz TÜMER

 


 [Mh1]

 [Mh2]