PUGLİA; ÇİZMENİN TOPUĞU
22 – 20 MAYIS 2023
2020 Mayıs ayında gerçekleştirmeyi planladığımız bir
geziydi. Ancak 2020 ayının başında patlayan ve öncelikle İtalya ve İspanya’da
yaşamı felakete dönüştüren ardından Mart ayında bizleri de üç yıl süre ile
evine kapatan Corona virüs pandemisi nedeniyle bu gezimizi zorunlu olarak
ertelemiştik. Hayatımızı ve dünyaya açılışımızı oldukça zorlu kılan ekonomik
şartlar ve döviz kuruna inat Mayıs 2023 de bu gezimizi tekrar gündeme aldık.
TÜMER&TÜMER Gezi Timinin Berlin ayağı Canburak ve Dilara TÜMER ile aylar
öncesinden planımızı yaptık, biletlerimizi aldık, konaklamalarımızı ayarladık
ve hatta aracımızı bile kiraladık.
19 Mayısta Berlin’e uçup 3 gün Berlin’de hasret giderdikten
sonra 22 Mayıs 2023 de RyanAir ile Roma’ya uçtuk. Roma Havaalanından AVIS’ten
kiraladığımız aracı ( Mercedes A180d )alıp yola düştük. 450 km ve kahve
molaları ile yaklaşık 5 saat kâh yağmurlu kâh bulutlu bir havada akşam 21.30
gibi Bari’ye vardık. Navigasyonun bizi yanlış yönlendirmesi sonucu Bari’nin dar
sokaklarında kaybolduk, sıkıştık ve bir saat gecikmeyle hostelimize yerleştik.
Yol yorgunluğu ve son bir saatin stresi ile hemen uyuduk.
2. GÜN
Sabah çok güzel bir Bari sabahına uyandık. Ev sahibimizin
hazırlayıp bıraktığı muhteşem kahvaltı ile güne güzel bir başlangıç yaptık.
Sonrasın da aracımızı akşam park ettiğimiz kapalı otoparktan alıp limana indik
ve açık otoparka bırakıp liman yönünden Via Venice’den Bari’nin Bari
Vecchia denilen tarihi merkezine girdik.
Bari’nin en bilinen yeri eski şehrin sahilden girilen Piazza
Mercantile, Mercantile meydanı restoranları, dondurmacıları, kafeleriyle renkli
bir yer.
Meydanın bir köşesinde bir zamanlar borcunu ödemeyenlerin
bağlanarak halka sergilendikleri Colonna Delle Gıustizia yani Adalet Sütunu
var.
Ayrıca meydana girişte Adalet sütunu solunuzda kalacak şekilde ara
sokaklara devam ettiğinizde daha küçük bir meydandaki Aziz Nikola Bazilikasına
ulaşacaksınız.
Bazilikayı gezdikten sonra, Bari ve Puglia bölgesine özel
focaccia’nın tadına bakma zamanı. Focaccia ekmek hamuru gibi bir hamur üzerine
zeytin, kekik ve küçük domateslerden bolca konmuş küçük bir pizzayı andırıyor.
Bazilikanın deniz tarafına bakan arka duvarının sokağında bir fırın hem en eski
hem de en güzel yapan olarak tavsiye edildi ve bizde meşhur Panificio Fiore
fırınını bulduk, ama henüz kahvaltı yaptığımız için tadına bakamadık.
Polignano
a Mare:, burası falezler üzerine kurulmuş çok şık bir İtalyan sahil
kasabası. Denizi, plajları, dar sokakları, butik mağazaları, kafeleri ve en
önemlisi sosyal medyada yayınlanan fotoğrafı ile neresi burası diye merak
yaratan Polignano a Mare görülmesi
gereken çok güzel bir kasaba. Biz aracımızı bir marketin yanındaki halka açık
ve ücretsiz bir otoparka bıraktık ve kısa bir yürüyüşle tarihi ve turistik
merkeze girdik.* Bu arada İtalya’daki otoparklar için meraklısına bir not.
Burada otoparklar üç renk çizgi ile ayrılımış. Beyaz olanlar halka açık ve
ücretsiz, sarı olanlar özel izinli ya da engelliler için, mavi olanlar halka
açık ama ücretli park alanındaki bilet otomatından 1 € / saat karşılığı ne
kadar kalmayı düşünüyorsanız o kadarlık bilet alıyorsunuz. Biz dönelim yine
Polignano a Mare’ye. Öncelikle falezlerin üzerine kurulu çok şık bir kafede
kahve molası veriyoruz. Sonrasında Polignano a Mare sokaklarında dolaştık, kafeler,
butik mağazalar, meydanları ile çok şık. Teraslarından falezleri ve falezler
arasındaki koyları ve plajları izledik.
Monopoli
kasabasına girdik öğle yemeği molası için. Öyle güzel bir balıkçı kasabası ki,
kalesi, renkli kayıklar, kumsalları, balıkçıları yavaş yavaş işlerini yapıyor,
sahilde iş günü olmasına rağmen şehirde de çıt çıkmıyor. Aracımızı bu kez
merkeze daha uzak bir otoparka koyduk. Öğle güneşinde tarihi şehir merkezine
kadar ıssız ve sessiz caddelerde yürüdük. Sanırım sessizliği nedeni herkesin
yemek için bir restorana oturmasıymış. Çünkü restoranların bulunduğu meydandaki
hiçbir Trattoria’ da yer bulamadık. Açlık ve sıcak bunaltınca bir kafe / bara
oturduk ve bu gezimizin en pahalı ve en lezzetsiz yemeğini yedik. İtalyanların
siestaya çekildiği saatlerde biz bu sahil kasabasının dar sokaklarının
gölgelerinde dolaşıp limanına kadar indik ve sonra aracımıza döndük.
Rotamızda Beyaz Şehir “ Citta Bianca” olarak bilinen Ostuni var.
Aracımızı kentin girişindeki açık otoparka koyuyoruz, ücretini ödeyip
biletimizi alıyoruz ama bizdekiler gibi bir değnekçi abi yaklaşıp sohbet açıyor
ona da bir şarap parası takdim edip şehrin yokuşlarını tırmanmaya başlıyoruz.
Ostuni kasabası
Adriatik denizine 8 km mesafede, beyaz badanalı evleri ile vadiden hemen dikkat
çekiyor ve bu sebeple “la citta bianca” yani beyaz şehir olarak biliniyor,
şehrin çevresine yapılmış olan surları bile bembeyaz.
Şehrin meydanı Piazza Della Liberta büyük bir meydan, meydanda San
Francesco kilisesi var, kasabanın en üst noktasına Via Catedrale caddesinden
yukarı, sokaklarında döne döne keyifle yürüyerek çıkıyoruz, evler, sokaklar çok
güzel, en tepeye çıktığımızda ise kasabanın sanki sonu gibi olan Adriyatik
denizine bakan yöndeki manzara nefes kesiyor. Sağ ve sol yöne baktığımızda
alabildiğine, gözümüzün görme mesafesini de aşan zeytinlikleri görüyoruz,
inanılmaz bir manzara, sessizlik ve ilerde Adriyatik denizi… Sanki zeytin
ağaçlarının hışırtısı duyuluyor vadiden doğru, anlatılır gibi değil, görmeniz
lazım.
Birindisi, bu akşam konaklayacağımız durağımız. Açıkçası bu programı oluştururken Birindisi’den konaklama dışında bir şey beklemiyordum. Ama yanılmışım. Gezimizin en keyifli duraklarından biri oldu. Konaklayacağımız airBnb evimiz tarihi şehrin merkezinde, şehrin en yüksek noktasındaydı. Odamızdan çıkıp sağa döndüğümüzde yeni yerleşime, sola döndüğümüzde tarihi sokaklardan ve merdivenlerden inerek limana varıyorsunuz. Odamıza yerleşip yemek saati geldiği için ev sahibimizin önerdiği restoran için limana indik. Bu restoran bugün kapalı olduğu için hemen yanındaki restorana oturduk iyi ki de oturmuşuz. Gün batımında, deniz kokusunda çok iyi bir servis ile çok güzel ve hesaplı bir akşam yemeği yedik. Tabiiki Sicilya şarabımızın eşliğinde. Günün tüm yorgunluğu geçti. Yemek sonrası tarihi sokaklarda. Tarihi meydana ve katedrali ziyaret edip evimize gittik.
Sabah ilk güne göre daha zayıf bir kahvaltı sonrası çıkış saatimiz olan 11.30 kadar Birindisi’yi gün gözüyle keşfetmeye çıktık. Aracımızı da akşam özel bir otoparka koymuştuk oradan da çıkış saatimiz 12.00 idi. Bu otoparkın gecesi 20 € idi ( meraklısına ). Bu kez sağa dönüp yeni ve modern şehri keşfettik. Caddelerini, meydanlarını, Pazar yerlerini dolsaşıp sonra yeniden limana inip kaldırıma attığı piyanosunda sokak müziği yapan abimizin" Let It be" melodileri eşliğinde liman boyunca yürüyüp merdivenlerden tekrar tarihi merkeze girip meydanı, katedrali ve dar sokakları yeniden dolaşıp Birindisi'den, bu keyifli şehirden ayrılıyoruz. Rotamız bu kez ünlü Türk Yönetmen, Karşı Pencere’nin yönetmeni Ferzan Özpetek’in Serseri Mayınlar filmini çektiği, saman sarısı binaları barındıran daracık sokakların kenti Lecce.
Aracımızı Lecce’nin modern kısmında bugüne kadar gördüğüm en
temiz, en düzenli, en güvenlikli otoparkına koyup İzmir’i bilenler için
Bornova’daki Büyük Park benzeri bir parktan geçerek tarihi merkeze giriyoruz.
Bu arada yakındaki bir lisenin öğrencileri parkta, açık havada kümeler halinde
ders yapıyorlar. Onları keyifle izleyip tarihi merkezin dar sokaklarında
kayboluyoruz.
Hedefimiz Sant’Oronzo meydanı. Meydan öğle ışığıyla çok daha güzel
ve özel. Çevresindeki barok tarzı binalar, meydandan açılan sokaklar, geçitler
çok güzel.
Daha sonra Lecce’nin dar ve tarihi sokaklarını keşfe devam
ediyoruz.. Sant’Oronzo meydanına yakın bir arka sokaktaki meydanda Santa Croce
Bazilikası’na geçtik ama bir evlilik töreni olduğu için içine giremedik.
Muhteşem heykeller ve kabartmalarla dolu bir duvarı ve kapısı var gerçekten
muhteşem bir yapı.” Bazilika’nın bizi de ilgilendiren bir yönü var, dış
cephesinde İnebahtı Deniz savaşında esir alınan Osmanlı askeri figürleri de yer
almış. Bu figürlerde Osmanlı askerleri mutsuz, yorgun, yük taşıtılıyorken
gösterilmiş, ayrıca ağzında hilal taşıyan yunuslar da yer alıyor duvarda, bu
hilal Osmanlıyı temsil ediyor maalesef.” Diye okumuştum bir blog yazısında ama
açıkçası ben bu Osmanlı askerlerini göremedim.
Geldiğimiz yolda geri dönüp tekrar Sant’Oronzo Meydanına çıktık. Meydanın
etrafından dolanıp Duomo’ya giderken binaların altında kalan bir kısmı
çıkarılmış ve çevresi korumaya alınmış küçük bir antik tiyatro gördük,
binalar arasına sıkışmış bir antik tiyatro.
Daha sonra Lecce sokakları keşfine devam ederek eski şehrin 3
giriş kapısından biri olan Porta Napoli/ Napoli kapısına ulaşmadan dar
sokakların gölgesindeki bir restoranda buraya özgün domates ve fesleğen soslu,
ricotto peyniri rendelenmiş Orriechietti makarnamızı yedik soğuk bir bira
eşliğinde.,
Lecce barok mimarisi yoğun bir şehir ve esas ilginç olan şehrin
altında tamamen tarih yatıyor olması. Ama sıcaktan mıdır, kalabalıktan mıdır bilmiyorum benim için hayal kırıklığı olmasa da beklediğimi bulamadığımı düşünüyorum.
Lecce’den Otranto’ya gitmeden önce bir doğal oluşum ve obruk olan Cava di Bauxite i görmek istiyoruz. Anayoldan ayrılıp,
toprak bir yolda deva edip bir süre sonra aracımızı bırakarak patikadan bu
obruğu bulup, görüp, fotoğraflayıp tekrar yola çıkıyoruz.
Otranto, Yola
devam edip Otranto’ya ulaştık, Otranto yat limanı da olan bir sahil kasabası,
yine eski şehir tarafı güzel, korunmuş, temiz bakımlı evleri, dar ara
sokakları, eski şehri çevreleyen güçlü surları, kalesi ile güzel bir şehir.
Bu durak gezimizin kum, deniz, güneş durağı oldu. Otelimizin hemen
önündeki halka açık kumsalın diz boyunu geçmeyen plajında “çimerek” yaz
sezonunu açtık. Ardından duşumuzu alıp şık giysilerimizi giyip piyasaya çıktık.
Deniz kenarından, restoranların da olduğu meydandan ve parklardan geçip
dondurmamızı da alıp Kaş’ın Uzun Çarşısına benzer bir sokaktan surların
ardındaki tarihi şehre girdik. Hediyelik eşya dükkânlarına baka dolana
katedralin olduğu meydana çıktık. Kilisenin zemin mozaikleri ve tavan
işlemeleri muhteşemdi, alt kattaki Yerebatan Sarnıcını andıran salonda da küçük
bir ayin vardı. Kiliseyi kutsayıp yine tarihi şehrin sokaklarına döndük.
Limandaki şık ve sevimli restoranların birinde akşam yemeğimizi alıp, ertesi
günün programını gözden geçirip dinlenmek için odalarımıza çekildik. Kolay
değil bugün de 20.000 adım yapmışız. Ha Otranto’dan ayrılmadan bir not.
Aşağıdaki yazıyı da bir blog’da okudum, ne derece doğrudur bilmiyorum ama bir ek
bilgi olarak paylaşayım.
“ Otranto’nun bizim
tarihimizde de önemli bir yeri var aslında…
Fatih
Sultan Mehmet döneminde Arnavutluk ve Dalmaçya kıyılarını fetheden Osmanlı,
İtalya’ya da güneyden girmeyi dener ve o dönemde kıyı savunması en güçsüz olan
Otranto’yu 1480 yılında 100 donanma gemisi ile fethederek karaya çıkış yapar.
Buradan Lecce, Brindisi ve Taranto şehirlerini de ele geçirmek üzere hamleler
yaparlar ama Napoli krallığı geri püskürtür. 13 ay Otranto’da Osmanlı orduları
işgali devam etmiş, şehre yerleşmişler, ama halk şehri terk etmiş, kaçıp gitmiş
ve Osmanlı’ya yiyecek ikmali yapmayı reddetmişler. Bu da Osmanlı ordusunu
güçsüz ve zor durumda bırakmış.
Osmanlı
Otranto’da halkı Müslüman olmaya da zorlamış, Müslüman olmayı kabul etmeyen 800
kişinin kafasını maalesef kesmişler, başları kesilenler aziz ilan edilmiş ve
şimdi iskeletleri ile kafatasları Otranto katedralinde sergilenmekte. Çok
tatsız bir durum maalesef. O dönemde İtalya ve Papalık çok paniklemiş, hatta
Papa kaçıp İspanya ya da Fransa’ya sığınma planları yapıyormuş ama Fatih Sultan
Mehmet’in bir sefere “Roma olduğu sanılıyor” hazırlandığı ve sefere çıktığı ilk
günlerinde İzmit tarafında 1481’de hastalanıp ani ölümü İtalya seferinin devam
etmesini önlemiş ve Otranto’daki donanma geri çekilmiş böylece İtalya rüyası da
sona ermiş…”
4. GÜN
Otrantodan ayrılıp rotamız üzerindeki küçük ama sevimli bir
yerleşim Gallipoli’ye doğru yola çıkıyoruz. Bu Adriyatik kıyısında göreceğimiz
son sahil kasabası, daha sonra Itria Vadisine girip dağlara doğru çıkacağız.
Gallipoli, Öncelikle
ismi ben de merak uyandırdı, bizim Gelibolu ile ilgisi var mı acaba dedim, ama
isminin Yunanca Kallipolis’den “güzel şehir” anlamına geldiğini öğrendim.
Gallipoli, ilk şehre girişte bu şehir pek kayda değer değil herhalde dedirtti
ama sonra eski şehir bölgesini gezince bu düşüncemiz değişti ve ismini hak
ettiğine karar verdik.
6.yy da yapılmış bir köprü ile bağlı olan küçük bir adacık olan
eski şehir bölgesi. Ama ne eski şehir, ara sokaklar tam İtalyan, mahalle arası
muhabbeti, küçük pizzacılar, sokakta koşturan top oynayan, bisiklet binen
çocuklar, pencereden sarkmış bakan, sağa sola laf atan kadınlar, dar sokakların
açıldığı küçücük meydanlar ve o meydanlarda kilise bahçesinde, banklara oturmuş
sohbet eden yaşlılar.
Gallipoli’nin eski şehir bölgesine girişte bir balıkçı barınağı, balık hali ve köprü bağlantısı, köprünün solunda 14.yy da yapılmış olan Angioino kalesi var ve çevresi denize dimdik bir duvar ve hemen tüm eski şehrin çevresinde adayı dolanan deniz manzaralı bir yol ile çevrili, o yolda bir kaç tane açılmış az sayıda ceplerde kafeler restoranlar var, kafelerde oturup denizi seyrederek keyif yapmak büyük zevk. Ama yolcu yolunda gerek. Rotamız bu gece konaklayacağımız Martina Franca.
Artık Itria Vadisindeyiz. Asırlık zeytin ağaçlarının bulunduğu
bahçeler arasındaki köy yolunda 30 km hızla ilerliyoruz. Yol çok keyifli. Martina Franca’ya
vardığımızda kentin meydanında büyük bir açık otopark buluyoruz. Halka açık ve
ücretsiz. Sadece Çarşamba günleri park yasağı var. Kalacağımız airBnb evi hemen
meydana açılan sokakların birinde. Aracımızı park edip, eşyaları evimize bırakıp, elimizi yüzümüzü yıkayıp öğle yemeği için dışarı çıkıyoruz. Tarihi merkeze doğru
şık mağazaların olduğu caddeden yürüyüp geniş bir meydana ve parka geliyoruz.
Piazza Roma. Bu meydandaki bir kafeye oturup Panini ve Radler ( limonlu %1,5
alkollü bira, nefis bir yaz içeceği ) ile öğle yemeğimizi aradan çıkarıyoruz ve
güzel meydanda Siesta saatinin bitmesini ve güneşin biraz yatmasını bekliyoruz.
Martina
Franca, bu programdaki favori duraklarımdan değildi açıkçası. Ama
yanılmışım. Şehrin eski bölümüne barok mimarili Arco di Sant Antonio kapısından
giriliyor ve buradan ilerlediğinizde kentin bir diğer meydanı Piazza Plebiscito
meydanına geliniyor. Bu meydanda güzel bir katedral de yer alıyor. Halen
siestadaki dükkânların arasından ilerleyip başka bir meydana geliyoruz. Adını
hatırlayamadığım bu meydanda çok güzel bir stoası olan bir bina meydanı yarım
daire şeklinde çevreliyor. Bu meydanın devamında yol üç dar sokağa ayrılıyor.
Birini tercih edip beyaz badanalı evlerin arasında kayboluyoruz. Bir kahve
molası verip evimize dönüyoruz. Akşam yemeğini evimizin bir yan sokağındaki
yerel pizzacıda yiyeceğiz. Yemek sonrası bu güzel şehirde bir de gece turu atıp
dinlenmeye çekiliyoruz.
5. GÜN
Bugün program yoğun Itria Vadisinde 96 km yol yapacağız ve 4 kenti
ziyaret edeceğiz. Itria Vadisindeki ilk durağımız bir tepeye kurulmuş ve vadiye
panoramik bakan Cisternino.
Zeytin ağaçları arasında bahçelere serpiştirilmiş Turillo evleri
ve Masseria denen çiftlik evleri arasında 10 km sonra Cisternino’ya varıyoruz.
Aracımızı park ettiğimiz terastan vadiyi, zeytin bahçelerini, Turill evlerini,
çiftlik evlerini seyretmeye doyamıyoruz. Seyir terasının ortasındaki parkta II:
Dünya Savaşında kaybettikleri için bir de anıt var. Kilisenin yanından eski
şehre girip beyaz badanalı evler, küçük meydanlar arasında dolaşıyoruz. Tarihi
kentin bittiği noktadan zeytin bahçelerinin ardındaki Adriyatik denizini
seyrediyoruz.
Bir sonraki durağımız yine
bir tepeye kurulmuş Locorontodo
Kasabası. Kentin meydanına kurulmuş pazarından meyve ihtiyacımızı giderip
hızlıca sokaklarında dolanıp yola çıkıyoruz. Locorodonto’nun
daracık sokakları arasında gezdiğimizde bir kasabanın evlerinin bu kadar
bakımlı, sokaklarının bu kadar temiz nasıl tutulduğunu inanamadık. Bembeyaz
evler, camlardan sarkan begonviller, kapı önü çiçek dolu saksılar hepsi çok
güzel, sevimli bir kasaba.
Bugünkü programda ana hedefimiz Alberobello ve Matera.
Alberobello, Burası Puglia’nın, hatta turillo denen evleri ile
mimari olarak Dünya’nın en ilginç kasabası ve çok da turistik. Alborebello
turillo evleriyle Unesco Dünya Mirası listesinde. Albero italyanca ağaç demek,
Alberobello ise güzel ağaç anlamında. Bu kasabanın geçmişi 16. yüzyıla
dayanıyormuş, buraya yerleşen halk Napoli krallığına vergi ödemeyi kabul
etmemiş, vergi toplamaya geleceklerini duyduklarında taşlarla sıva kullanmadan
ördükleri evlerin çatılarını hemen yıkıyorlar, Napolililer gidince tekrar
taşlarla çatıları örüp yeniden inşa ediyorlarmış, özel taşları dizerek
yaptıkları bu evler kolaylıkla yapılıyormuş. Şu an yaklaşık 1200 turillo evi
varmış Alborebello’da.
Alberobello karşılıklı iki tepeden oluşuyor, biri yeni yerleşim
yeri, diğeri de tamamen turillo evlerinin olduğu eski yerleşim yeri. Yeni şehir
tarafından bir balkondan eski şehri bütün olarak karşıdan seyretmek çok
keyifli.
Alberobello eski turilli evlerinin olduğu bölgeye Corso Vittorio
Emanuelle caddesinden ileri doğru devam edip, kare şeklinde budanmış ağaçların
olduğu Piazza Plebiscito’nun ilerisindeki bir balkondan tüm eski şehri
izleyebilirsiniz. Bu balkondan görülen esas turilli evlerinin olduğu manzara
muhteşem.
Evlerin çatısında ev halkını kötülüklerden koruduğuna inanılan
Şaman sembolleri çizilmiş. Lecce’den sonra en turistik ve kalabalık olan
Alberobello’nun Turill evleri arasında dolanıyoruz. En yüksek noktadaki yine
aynı mimarideki kilisesini de ziyaret edip bir kafede sandviç ve radler ile
öğle yemeğimizi geçiştiriyoruz.
Yola devam. Bugünkü son durağımız Matera'ya gelmeden Matera’daki ev
sahibimizin önerisi ile bir vadinin yamacına kurulmuş bu şehri vadinin diğer
yamacındaki Belvedere Matera denilen bölgedeki seyir teraslarından
seyrediyoruz. Yalnız bu seyir teraslarına ulaşmak çok kolay değil. Aracınızı
otoparkta bıraktıktan sonra yaklaşık üç km yürümeniz gerekiyor. Yol düzgün.
Bisiklet ve yaya yolu var. Araç yolu da var ama kullanımı yasak sadece devriye
araçları kullanıyor. Sanırım bir merkezden de izleniyor ki uyanıklık yapan iki
aracı devriyeler yakalayıp ceza kesti.
Matera’ya akşam saatlerinde varıyoruz.
Konaklayacağımız airBnb evinin bir alt sokağındaki kapalı otoparka aracımızı park
ediyoruz, eve yerleşiyoruz ve biraz soluklanıp vakit kaybetmeden dışarı
çıkıyoruz. Modern şehirden Tarihi merkeze geçtiğimizde önce bir çeşme Fontana
Ferdinandea sonra yine geniş bir meydan, S. Francesco d’assisi katedrali ve
çoğu finans merkezi ve banka olan barok mimarideki yapılar karşılıyor bizi.
Meydanın sağındaki dar sokaklardan birinden devam ediyoruz. Burası da benim
için Martina Franca gibi çok şaşırtıcı ve etkileyici bir durak oldu. Aynı bizim
Mardin ya da Soğanlı Vadisi gibi. Bir yamaca kurulmuş, yapıştırılmış gibi duran
taş evler, mağara evler, dar sokaklar, merdivenler… Bir sokaktan iniyoruz
aslında bir otelin içinden geçiyoruz, sağımızda solumuzda kayalara kazınmış otel
odaları…En aşağıda resepsiyon ve restoranı…Akşam ışığı ile vadi mistik bir atmosfere
bürünüyor.
Piazza San Pietro’da S. Pietro Caveoso ve hemen aşağısındaki
Madonna de Idris kayaya oyulmuş kaya kilisesini dışarıdan görüyoruz. Gün
batımını izlemek için tarihi şehrin en yüksek noktasındaki Duomo’ya çıkıyoruz
ve Duomo’nun terasında tüm vadiyi ve güneşin batışını izliyoruz. Akşam yemeği
için ev sahibimizin önerdiği La Cola Cola restoranı buluyoruz. Henüz açılmamış
kapısında 10 – 15 kişilik bir kuyruk var. Biz de sıraya giriyoruz, saat tam
20.00 de bizi içeri alıyorlar. Kapadokya’daki gibi mağara restoran. Biz iki kat
inip bir galerideki masalara oturtuluyoruz. Altımızda yine 30 – 35 basamak
merdiven ile inilen bir galeri daha var. Biz siparişimizi verip beklerken
yaklaşık 40 kişilik bir gurup gelip aşağıdaki galeriye indiler. Servis ve
yemekler yine muhteşemdi. Burada bir litrelik ev şarabımızı söyledik. Üzerine
Tiramisu’muzu da yememize rağmen çok uygun bir hesap geldi. Yemek sonrası
teraslardan vadinin bir de gece görünümünü izledik. Gerçekten muhteşem
etkileyici bir manzara…
Bu gece de keyifle dar sokaklardan, meydanlardan yürüyerek evimize
dönüyoruz.
6. GÜN
Sabah kahvaltımızın ardından aracımızı alıp Roma’ya doğru yola çıkıyoruz. 5 saatlik bir yolculuktan sonra Roma Fiumicino havaalanında aracımızı AVİS’e teslim edip shuttle ile bu geceyi geçireceğimiz Roma’nın sahil kasabasındaki motelimize geçiyoruz.
Yazı ve Fotoğraflar
Mehmet Cengiz TÜMER