DEVRİMİN 60.
YILINDA KÜBA
Aynı yalınlıkla ölmek isterim.
Kırda bir çiçek gibi, sakin,
gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın
üstümde,
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.
Jose Marti
Çeviri: Ataol
Behramoğlu
Küba tarihi hep bir direniş
tarihidir. Bu yüzden de Küba Anayasasının ilk paragrafında bu direnişe bir atıf
vardır.
“ Biz, Küba Halkı, yaratıcı
çalışmanın ve mücadele geleneğinin, ölümü boyun eğmeye tercih eden
atalarımızın, topraklarımızın en eski sahiplerinin, efendilere başkaldıran
kölelerin dirençleri, kahramanlıkları ve acılarının savunucuları ve
mirasçılarıyız.”
Gerçekten de bugünün Küba’sını
anlamak için kısaca tarihine bakmak gerekir.
1.
İspanyol
işgali; katliam ve sömürü
Adaya ilk
yerleşimin M.Ö. 6000 yıllarında olduğu tahmin ediliyor ve 1492 de Kristof
Kolomb Hindistan yerine yanlışlıkla Küba’ya ayak bastığında adada bir
Kızılderili topluluğu yaşıyormuş. Karayiplerde ve Küba’da 350.000 nüfuslu
barışçıl bir kavim olan Taino halkı yaşamaktaymış.
Kristof Kolomb
adada 3 ay kaldıktan sonra İspanya’ya geri döner. 1493’te Papa VI. Alexander,
İspanyollara Kolomb’un bulduğu bölgeye yerleşip buradaki yerli halkı Katolik
yapmalarını emreder. Papa’nın fermanıyla İspanyollar önce Küba’nın doğusundaki
Hispaniola adasına yerleşir. 1511’de İspanya Kralı, Diego Velzqoez’i adada ilk
İspanyol yerleşimini kurmak üzere genel vali olarak görevlendirir. Buna karşı
Tainolu kabile reisi Hatuey ilk yerli direnişini başlatır ancak yakılarak
öldürülür.
Sonuçta, 1514’e
gelindiğinde, İspanyollar adayı alır ve halkı Hristiyanlaştırmaya başlar.
Direnen yerli halkın neredeyse tamamını kılıçtan geçirip katlederler. 16.
Yüzyılın ortalarına gelindiğinde artık yerli halktan kimse kalmamıştır. Bu aada
adanın bereketli topraklarını fark eden İspanyollar şeker kamışı ve tütün
üretimine başlarlar. Ancak yerli halkı vahşice katlettikleri için tarlalarda
çalıştırmak üzere Afrika’dan köle getirmeye başlarlar. Bundan sonra Küba
yaklaşık 400 yıl İspanyol sömürgesi olarak kalır.
2.
Carlos
Manuel de Cespedes
1868 – 1878
yılları arasında İspanyollara karşı ilk bağımsızlık mücadelesi başlar. Bir
çiftlik sahibi olan avukat Carlos Manuel des Cespedes, bir sabah tüm kölelerini
azat ederek kendisine katılanlarla birlikte İspanyollara karşı ilk bağımsızlık
mücadelesini başlatır. Yayınladığı “ Grita de Yala “ bildirgesi ile Küba’nın
bağımsızlığını ilan eder. 1874 te savaşta öldürülür.
3.
Jose
Marti
Bugün Havana
havalimanına ve Devrim Meydanından denize uzanan ve 1 Mayıs kortejinin yürüdüğü
geniş bulvara adını veren şair ve yazar Jose Marti önderliğinde 1895 yılında ikinci
bağımsızlık savaşı başlar. Marti, Amerikalıların Küba’ya çıkışlarını görmeden
aynı yıl içinde 42 yaşında ölür. Kısa yaşamına rağmen Marti, Küba’nın Ulusal
Kahramanı ve simgesi olur. Bağımsızlık ve özgürlükle ilgili yazdığı şiirlerle,
bu ideali halka yayan kişi olmuştur. Aynı zamanda “ Canavarı tanıyorum, çünkü
ininde yaşadım” diyerek halkı ABD’ye karşı uyarmıştır.
300.000
Kübalının öldüğü savaşta ne İspanyollar ne de Kübalılar kazanır. Çoktandır
Küba’da gözü olan ABD, Küba’dan yana olup İspanyolların adadan kovulmasında rol
oynar. 1899 yılında Küba, ABD’nin koruması altında özgürlüğünü ilan eder.
Böylece, Küba yüzyıllardır süren İspanyol sömürgesinden kurtulup 50 yıl sürecek
ABD yönetimine girmiş olur.
4.
Batista
Dönemi 1933 – 1959
1933 yılında
ABD’nin desteği ile Çavuş Fulgencio Batista iktidara geliyor ve uzun bir
diktatörlük dönemi başlıyor. Amerika’nın kuklası olan Batista çıkarları için
fuhuşa, kumara, yolsuzluğa, mafyaya göz yumuyor. Mafya ailelerinin toplantıları
Nacional Hotel’de yapılıyor. 1950 li yıllarda artan işsizlik, açlık, yolsuzluk
ve baskılar karşısında huzursuzluk ve gerginlik başlıyor, işçiler, çiftçiler ve
üniversiteli gençler sokaklara dökülüyor.
5.
Fidel
Castro
Bu sıralarda
genç bir avukat olan Fidel Castro sahneye çıkıyor. 25 Mart 1952’de bir gazetede
Batista’nın suçlarını sıralayarak 100 yıla mahkûm edilmelidir diye yazıyor. 26
Temmuz 1953 te Fidel Castro önderliğinde küçük bir gurup ayaklanıyor ve bir
garnizona baskın düzenliyorlar. Yaptıkları strateji hatası sonucu Batista
rejimi Fidel ve arkadaşlarına uçaklarla saldırıyor ve hemen hemen tüm ayaklanmacıları
öldürüyorlar. Sadece Fidel ve iki arkadaşı hayatta kalıyor. Yakalanıp 15 yıl
hapse mahkûm ediliyor, mahkûmiyetinin ikinci yılında Batista’nın af kararıyla
serbest bırakılıp Meksika’ya sürgün ediliyor.
6.
Fidel
ve Che bir araya geliyor.
Bu sürgün Küba’nın
tarihini değiştirecek bir buluşmaya, tanışmaya vesile oluyor.
Ernesto iyi bir
eğitim almış devrimci idealleri olan bir doktordur. Tıp Fakültesinde öğrenci
olduğu yıllarda eğitimine iki yıl ara verip bir arkadaşı ile birlikte bir
motosikletle Latin Amerika ülkelerinde geziye çıkıyorlar. Zaman zaman Cüzzam
kamplarında gönüllü çalışıyorlar. Bu seyahati sırasında tanık olduğu yoksulluk,
yolsuzluk ve ezilen halkın durumu onu çok etkiliyor ve tüm Latin ülkeleri
halkını içeren devrimci fikirleri gelişiyor. Seyahatten gelip okulunu
bitirdikten sonra tıp doktorluğu yapıyor. Arjantin’de ve diğer Latin Amerika
ülkelerinde doktor olarak çalışıyor.
Fidel’in
Meksika’da sürgünde olduğu dönemde Ernesto Guevera’nında Meksika’da olması Raul
Castro’nun onları tanıştırması Küba Devriminin önünü açıyor. Fidel’in
anlattıkları ile kendi devrimci düşüncelerini örtüştüren ve bu düşüncelerini
Küba devrimiyle gerçekleştirebileceğini anlayan Ernesto Guevera devrimin
planlarını yapıyorlar. Bu arada Arjantinliler çok sevdikleri Ernestoya Che
adını veriyorlar.
Che, Fidel ve
Raul Castro, 2 Aralık 1956 da 80 kişilik küçük bir ordu ile “ Grandma “ adlı
tekneyle Küba’ya hareket ediyorlar. Küba’nın doğusunda çıkıp Sierra Maestra
dağlarında yerel gerillalarla buluşacaklardır. 16 kişi kapasiteli gemiye 80
kişi binmeleri nedeniyle geminin alabora olma riski nedeniyle çok ağır yol
almadı, yolculuk sırasında bir arkadaşlarının denize düşmesi sonucu onu
bırakmayıp kurtarmak için zaman kaybetmeleri nedeniyle planları iki gün
gecikir. Bu arada karada karşılayacak olan devrimciler de umutlarını kaybedip
dağılırlar.
İki gün sonra
karaya çıkan Fidel ve Che ile arkadaşlarını Batista’nın askerleri karşılar,
çıkan çatışmada 37 kişi sağ kalır. Başlangıçta bu küçük orduya doktor olarak
katılan Che ölen bir arkadaşının silahını almak için ilk yardım çantasını
bırakır. Bu an Doktor Che’nin, gerilla Che’ye dönüştüğü andır. 2 yıl süre ile
Sierra Maestra dağlarında gerilla savaşı verirler. Batista’nın tüm baskılarına
karşın yerel halktan ve köylülerden gerilla kazanırlar. Fidel gösterdiği askeri
başarılar sonucunda Che’ye Komandate ünvanı verir. Küba’nin doğusunu Che’ye,
batısını bir diğer Komandate Camino’ya bırakan Fidel Havana bölgesinde üslenir.
1958 yılının
Aralık ayının sonlarına doğru Batista gücünü kaybetmeye başlar. Gerilla
savaşları sonucu asker ve silah kaybeder. Bu arada Amerika da desteğini çeker.
Batista’nın son umudu Kübanın doğusundan Santa Clara üzerinden gelecek silah ve
asker sevkiyatındadır. Bu sevkiyatını istihbaratını alan Che akıllıca bir plan
ile Santa Clara’da iş makinesi ile demiryolu raylarını tahrip eder ve pusuya
yatar. Raydan çıkan dört vagonluk katardan çıkan askerleri etkisiz hale getirip
silahlara el koyar. Bu durum savaşın kaderini değiştirir, tüm umudunu kaybeden
Batista 1 Ocak 1959 da önce Dominik Cumhuriyetine daha sonra Faşist Franko’nun
İspanya’sına kaçar. Fidel Castro
Havana’ya girer.
Fidel Castro
dünyanın en genç lideri olarak başa geçer. Devrimin gerçekleşmesi ile elit
kitle ve zenginler paralarını da yanına alarak Amerika’ya kaçarlar. Küba
sosyalist devrimi gerçekleştirince devlet tüm arazilere, işyerlerine ve
Amerikan yatırımlarına el koyup her şeyi devletleştirir.
Che devrim
sonrasında bu devletleştirmenin ve devrim mahkemelerinin başına geçer, ardından
eğitim ve sanayi bakanlığı yapar. Ama O’nun amacı Küba’nın bir bakanı olmak
değildir Küba’da gerçekleştirdiği devrimi tüm Latin Amerika ülkelerinde
gerçekleştirmek ve bir Latin Amerika Halkları birliği kurmaktır. Devrimci
idealleri uğrunda 1965 yılında Küba’dan ayrılır önce Kongo’ya gider. Buradaki
devrimcileri destekler, başarılı olamayınca Bolivya’ya gelir. Devrimci
eylemlerine burada devam eder. Ancak 1967 yılında muhtemelen CIA ajanlarınca
yakalanıp infaz edilir.
Sayın Ayla
Kerimoğlu’nun www.hazardernegi.org
yayınlanan Küba gezi notlarından ve Küba gezimiz sırasında bize rehberlik eden
Sayın Gülgün Asutay’ın anlatımından aldığım notlardan derlediğim Küba’nın kısa
devrim tarihinden sonra Küba gezimize dönebiliriz.
1 Mayıs öncesi Karayip
sahillerindeki Cayo Santa Maria’da bir günlük Deniz, kum, güneş tatili için
Havana’dan ayrılıyoruz.
İlk durağımız
Batista’nın yenilgiyi kabul etmesine neden olan Che’nin silah katarını raydan
çıkardığı Santa Clara. Olayın meydana geldiği yerde dört vagon ve Che’nin
rayları tahrip ettiği iş makinesi sergileniyor. Rehberimizin anlatımı ve
fotoğraf molası sonrası yola devam ediyoruz.
Santa Clara’dan
sonra İspanyolların 1514 kurdukları ilk yerleşim yerlerinden olan
Remedios’dayız. Papa’nın fermanı ile Küba’yı işgale gelen İspanyolların hemen
hemen hepsi İspanya’nın Sevilla kentindenmiş. İklim olarak birbirine çok yakın
olan iki coğrafyada Remedios’a yerleşenler de Sevilla’daki mimariyi
uygulamışlar. Tabii bunda o dönem İspanyol kralının yayınladığı fermanında etkisi
olmuş. Yerleşim yerlerinde uygulanacak şehir planını ve sivil mimari örnekleri
Kral bu fermanla belirlemiş. Tropikal iklim nedeniyle hemen tüm yıl boyunca
sıcak ve nemli olan Karayip ikliminde evler yüksek tavanlı, karşılıklı olarak
bina boyunda demir parmaklıklı yüksek ve geniş pencerelere sahip. Canlı
renklerle boyanmış. Zenginlerin sahip olduğu kolonyal yapıdaki evler dışında
pencerelerde cam yok. Ahşap kepenkler var.
Remedios’tan
sonra turizm bölgesi Cayo Santa Maria’ya geçiyoruz. Remedios’tan sonra yaklaşık
50 km deniz içine inşa edilmiş ve ufak ufak adacıkları birbirine bağlayan
yoldan ilerliyoruz. İki yanımızda bizim longoz ormanlarına benzeyen,
Dalyan’daki gibi doğal kanallardan ve labirentlerden oluşan bir coğrafyadan
geçiyoruz. Bu bölge 1980 sonrası Özal’ın Antalya Belek bölgesini turizme açması
ve turizmi teşvik etmesi gibi Castro tarafından 1990 yılında turizme açılmış ve
teşvik edilmiştir.
Bir günlük
Karayipler tatilinin ardından adanın doğusuna doğru hareket ediyoruz. Sierra
Maestra dağlarına dönmeden önce deniz kıyısı boyunca ilerliyoruz. Yolumuzun bir
bölümünde önümüze yolu karşıdan karşıya geçmeye çalışan yengeç kafileleri
yolumuzu kesiyor. Çiftleşmek ya da yumurtlamak için deniz tarafından yolun
diğer tarafındaki tatlı su kaynağına göç ediyorlar. Hızımızı azaltarak ve küçük
slalomlar yaparak yengeçleri ezmeden yaklaşık bir beş kilometre yola devam
ediyoruz.
İlk durağımız
Che Guevera ve 37 arkadaşının anıt mezarı ve müzesi. 1967 de Bolivya’da
öldürüldükten sonra cenazesi Küba’ya getiriliyor ve anıt mezara defnediliyor.
Çok büyük bir alana yine çok görkemli bir Che heykeli dikilmiş. Küba’ya ilk
çıktığında kolundan ve başından yaralanmasının anısına bu heykelinde de kolu
sargılı. Heykelin kaidesinin hemen altında Che ve 37 arkadaşının na’şının
bulunduğu anıt mezar ve Che’nin özel eşyalarının bulunduğu Che müzesi var.
Mozole oldukça sade ve yalın ama o derecede de etkileyici. Mistik bir sessizlik
içinde bu etkileyici mozole ve müzeyi geziyoruz. Fotoğraf çekmeye izin olmadığı
için görüntü alamıyoruz ama yüreğimize ve belleğimize kaydediyoruz.
Adanın
bulunduğumuz kesimi Şeker Kamışı tarımının yapıldığı bir bölge. Yolun iki
yanında şeker kamışı tarlaları ve zaman zaman düzgün bir şekilde ekilmiş muz
plantları yer alıyor. İNGENİOS Vadisindeyiz. Bu vadide devrim öncesi şeker
kamışı üretimi yapan çiftlik sahiplerinin konakları, çiftlik evleri, köleleri
ve araziyi gözetlemeye yarayan ve ailenin güç göstergesi olan kuleler ilk göze
çarpanlar. Halen bir restoran olarak kullanılan bu çiftlik evlerinden birinde
mola veriyoruz. Ürettikleri el işlerini satan kadınların oluşturduğu küçük bir
yerel pazar var. Çiftlik evinin arka bahçesinde şeker kamışının suyunun
sıkıldığı pres var. Zamanında bu preste şeker kamışının suyu sıkılıyor dev
kazanlarda kaynatılıp soğutularak şeker elde ediliyormuş. Bugün turistik
anlamda şeker kamışı suyu sıkılıp limon suyuyla karıştırıp ikram ediyorlar.
Bir sonraki
durağımız adını Baba – Oğul – Kutsal Ruh üçlemesinden alan ve UNESCO’nun Dünya
Mirası Listesindeki Trinidad. Küba’nın en iyi korunmuş kolonyal şehri. Şehrin
girişinde aracımızdan inip taş döşeme yollarda rengârenk evlerin arasında 1960
lı yıllarda çocukluğumun geçtiği İzmir sokaklarında yürür gibi tarihi
adımlıyoruz. Şehrin sokaklarını, meydanını eski bir zenginin müze haline
getirilmiş evini geziyoruz. Evde
gördüklerimiz devrim öncesi Küba’nın zenginliği hakkında bize bilgi veriyor.
Trinidad sonrası Havana’ya kadar uzun bir yolumuz var. Aslında burada bir gece
kalmanın ne kadar etkileyici olduğunu düşünüyorum. Ama yarın 1 Mayıs.
1 Mayıs sabah
05.45 te lobide toplanıyoruz. Kortej yürüyüşü bizim otelin önünden başlayacak,
Jose Marti bulvarı boyunca Devrim Meydanına yürünecek. Otelin önüne çıkıyoruz.
Küçük küçük guruplar toplanmışlar. Hava henüz karanlık. Yürüdükçe bulvar
kalabalıklaşıyor, bir birimizi kaybetmemek için karanlıkta birbirimizi
kolluyoruz. İlerledikçe küçük guruplar büyüyor daha organize guruplara
dönüşüyor. Herkesin elinde pankartlar, afişler, Fidel’in fotoğrafları… Hava
ağarmaya başladı. Kâh duruyoruz kâh yürüyoruz. Fidel’in kısa bir konuşmasından
sonra kortej yeniden hareketleniyor. Durmaksızın diğer gurupların afişleri ve
pankartları arasında meydanı geçiyoruz. Raul Castro ve diğer devlet erkânı ve
davetliler kulenin altında ayakta selamlıyorlar. Meydan geçişimizi tamamlamaya
yakın Kübalıların şaşkın bakışları altında 20 kişilik gurubumuz hep bir ağızdan
“ Dağ başını duman almış” marşımızı söylüyoruz.
Evet Ferhan
ŞENSOY’un deyimiyle “ Hacı Komünist “ olmuştum.
1 Mayıs
törenlerinin ardından bir önceki yazımda anlattığım gibi Hemingway’in izlerinin
peşine düşmüş sonra da Mafya’nın hüküm sürdüğü yıllardaki üssü Nacional
Hotel’in bahçesinde soluklanmıştık.
Batista’nın
sarayı olan ve 1 Ocak 1959 da Fidel Castro ve yoldaşları tarafından teslim alınan,
devrim sonrası müzeye dönüştürülen Devrim Müzesini, hemen arkasında cam bir
fanus içinde sergilenen “ Grandma “ yı ziyaret ederek devrim Küba’mızı
tamamladık.
Kalan
zamanımızda eski Havana’yı, meydanlarını dolaştık.
Küba’da son
günümüzde yine uzun bir otobüs yolculuğu bekliyordu. Bu kez Küba’nın simgesi
Puro Fabrikalarının bulunduğu ve tütün tarımının yapıldığı Pınar del
Rio’ya gidiyoruz. Pınar del Rio’da
devlete ait bir puro fabrikasını geziyoruz. Puro yapımı hakkında bilgi
alıyoruz. Çalışma şartlarını bahane edip aleyhte propaganda yapıldığı için
fotoğraf çekimine izin vermiyorlar.
Pınar Del
Rio’dan sonra özel bir doğa yapısına sahip ve tütün tarlaları ve puro
atölyelerinin olduğu VİNEALES’e devam ediyoruz. Öğle yemeğimizi de bu vadideki
restoranda alıyoruz. Yemek sonrası restoranın yakınındaki bir puro atölyesine
misafir oluyoruz. Ve biz burada iken o meşhur tropikal yağmura tanık oluyoruz.
Otobüsümüze güç bela biniyoruz ve şiddetli yağmur altında Vineales kasabasına
doğru yola çıkıyoruz. Küçük bir kasaba olan Vineales’te dolanırken ikinci bir
yağmura yakalanıyoruz. Mecburi bir kafe / bar molasından sonra hafifleyen
yağmurla birlikte Havana’ya dönüyoruz.
Gece Buena Vista
Social Club.
Sekiz günlük
Küba gezimizin sonunda devrimin 60. Yılında benim gözlemlediklerime gelince…
Evet; Küba gerçekten yoksul ama halen mutlu olduğu şüpheli. Özellikle Havana’da.
1993 sonrası Küba’nın kapılarını turizme açması ve Amerika’nın ambargosu
sonrası geçilen ikili para sistemi ülkede dengeleri yerinden oynatmış. İki sınıf
doğmuş; turistik, konvertibl para birimi CUC ‘a ulaşanlar ve ulaşamayanlar. 1
CUC = 1 ABD Doları. Doktor, öğretmen maaşının 25 CUC olduğu ülkede insanlar
CUC’a ulaşabilecekleri turizmde çalışacak bir pozisyon arıyorlar. Bize eşlik
eden yerel rehberimiz de elektrik mühendisi olmasına rağmen rehberlik yapmayı
tercih ediyordu. Bize yaptığı bir haftalık rehberlik sonrası bizden bahşiş
olarak toplanan para bile onun maaşının iki katıydı.
Remedios,
Trinidad gibi merkeze uzak yerleşimler naifliğini korurken Havana’da bu
naifliğin kaybolduğunu ve turistikleştiğini üzülerek gördük.
Yine de Castro
sonrası; küreselleşen dünyada Küba’nın kapitalizme tam olarak teslim olmadan
son demlerinde Küba’yı görmek benim rüyalarımdan birini gerçekleştirmekti.
27 Nisan – 5 Mayıs
2019
Yazı ve
Fotoğraflar
Mehmet Cengiz
TÜMER