3 Mart 2010 Çarşamba

5 GÜNDE KUZEY İTALYA. 2

BOLZANO – VERONA

İkinci gün yine güneşli ve soğuk bir Bolzano sabahına uyandık. Bugünkü programımız öğlen 12.30 daki Verona trenine kadar Bolzano’nun ara sokaklarını ve Castello’sunu gezmek. Kahvaltıdan sonra valizlerimizi toplayıp odayı boşaltıyoruz ve valizlerimizi hostelin emanetine bırakıp fotoğraf makinemizle birlikte soğuk bir Pazar sabahı Bolzano’nun ara sokaklarına dalıyoruz. Hangi sokağa bakarsanız bakın sokağın diğer ucunda bir dağ görüyorsunuz.


Bolzanonun ara sokaklarında korunmuş eski yapıları, duvar süslemelerini seyrede seyrede dolaşarak bağlar içindeki Castello’ya ulaşıyoruz. Özel mülkiyette olduğu için içine giremedik. Kentin bu kadar merkezinde bu kadar büyük ve düzenli, bakımlı bağları görmek bizi şaşırtıyor. Gerçi düb teleferikle inişimiz sırasında da keçilerin zor çıkacağı yamaçlarda teraslanmış, düzenli ve bakımlı bağları da görmüştük. Castellonun hemen yanıbaşında akıp giden akarsunun her iki tarafını yeşil alan, spor alanları ve yürüyüş yolları olarak düzenlemişler. İnsanların kimisi yürüyor, kimisi, bisikletine biniyor, kimisi köpeğini çalıştırıyor.
Nehrin kenarındaki yürüyüş yolundan Piazza Vittoria’ya doğru yürüyoruz. Korkulukları dilek dilemek amaçlı asma kilitlerle donatılmış köprüsünden geçip Otzi Museumun önünden tekrar ara sokaklara ve çarşısına giriyoruz.



Sokaklarda Pazar ayini için kiliseye giden her biri aynı model kürk mantolarının içinde şık Bolzano’lu hanımlar ve eşleri ile karşılaşıyoruz.
Duomosundan, Piazza Duomodan geçip hostelden valizlerimizi alıp istasyona geçiyoruz.
Bolzano hayatın yavaş yavaş aktığı, huzur içinde yaşanacak kaliteli bir yaşam standart sunan küçük şirin bir kent olarak kazınıyor belleğimize.
Kışını gördüğümüz Bolzano’nun ilkbaharını ve son baharını merak etmemek elde değil…
Verona’ya yaklaşık iki saatlik bir tren yolculuğu yapacağız. Tam saatinde trenimiz hareket ediyor. Bolzanoyu terk ettiğimizde yolun iki yanında karlı dağlar ve bakımlı bağlar bize eşlik ediyor. Kimi bağlarda tek tük çalışanlar var. Bakımlı küçük istasyonlardan geçiyoruz. Eşim oğlumuzla sohbet ederek özlem gideriyor, ara sıra “- Sen oğlunu özlemedin mi?” diye beni taciz etse de ben pencereden akıp giden manzarayı seyrediyorum.
Verona istasyonuna girdiğimizde, istasyonun büyüklüğünden bile buranın Bolzanoya göre daha büyük bir yerleşim olduğu anlaşılıyor. İstasyondan çıkıp yürüyüş mesafesindeki şehir merkezine yürüyoruz. Kalacağımız hostelin ( daha doğrusu B&B ) tabelası olmadığı için bulmakta zorlanıyoruz. Nirengi noktası olabilecek bir alışveriş marketinin önünde hostelle ilgilenen kişiyi telefonla arıyoruz, beş dakika sonrada ilgilenen bayan gelip bizi alıyor. Meğer bir sokak arkadaymışız.
Kalacağımız B&B bir apartman dairesi. Kadın kısa bir süre önce üç oda ve bir mutfak/salondan oluşan evini hostele çevirmiş. İki odasında biz kalacağız. Çok sıcakkanlı olan ev sahibemizle Canburak aracılığı ile sohbet edip kahvemizi içerken kapı çalınıyor, genç bir çift geliyor. Onlarda diğer oda da kalacaklar.
Evsahibemiz kısaca ( aslında uzunca) Verona hakkında, Veronakard hakkında bilgi veriyor ve akşam yemeğini yiyebileceğimiz birkaç yer tarif ediyor.


Bu sohbetten sonra eşyalarımızı odamıza bırakıp ev sahibimizi de yeni konuklarına bırakıp Veronayı keşfe çıkıyoruz.
Önce Arena’nın bulunduğu meydandaki Turist info’dan bir günlük Verona kardlarımızı alacağız. Bir günlüğü 10 € bu kartla Arena, Torre dei Lamberti ( Lamberti kulesi), Casa dı Giulietta ( Julietin evi), Tomb di Giulietta ( Julietin mezarı), Teatro Romano, üç müze, Zeno kilisesi, Anastasia kilisesi, Duomo, San Fermo kilisesini gezebiliyorsunuz. Bu yerlerin her birine giriş ücretinin 6 – 7 € olduğunu düşünürseniz Veronacard oldukça hesaplı geliyor.
Biz kartımızı aldıktan sonra kısa bir sırayı takiben önce Arenayı geziyoruz, daha sonra ara sokaklarda elimizdeki Verona haritasını kullanarak Torre dei Lambrettiyi buluyoruz. Girişi kartla yapıyoruz ancak yürüyerek çıkmamak için 1 €/kişi asansör ücreti ödüyoruz. Asansör birinci sahanlığa kadar çıkarıyor, asansörden sonra iki sahanlık var ki oralara yürüyerek çıkıyoruz. Ama gördüğümüz Verona manzarası buna değer.
Kule toplam 368 basamak, bunun 243 basamağını asansörle geri kalanını yürüyerek çıkıyoruz. Kule XII. Yy da yapımlı, 1464 de restore edilmiş, 1779 da büyük saat eklenmiş. Kuledeki iki çan “ Marangona” olarak adlandırılıyor ve saati belirtmek ve yangın alarmı için kullanılıyor. Daha yukarıdaki ve daha büyük olan çan ise “ Rengo” olarak adlandırılıyor ve bir saldırı durumunda şehri savunmak için alarm olarak kullanılıyormuş.
Kuleden indiğimizde güneş çekilmek üzereydi. Kapanmadan buün Julietin evini de görelim dedik.
Dar sokaklarda artık aşina olduğumuz İtalyan mimarisi arasında yürüyerek Julietin evini bulduk. Bugünün 14 Şubat sevgililier günü olması ve bu nedenle girişin ücretsiz olması nedeniyle korkunç bir kalabalık var. Görevliler guruplar halinde içeri alıyorlar. Nihayet üçüncü postada biz de giriyoruz. Aslında Romeo ve Juliet, Şekspirin yarattığı karakterler.

Olmayan kişilerin evini, mezarını geziyoruz, kıyafetlerini, yatak odalarını geziyoruz, görüyoruz. Veronalı bir kadının evini belediyeye bağışlamasıyla oluşturulmuş ve tüm romantik turistleri bu kente çekiyor. Yaratıcılık, işletmecilik, turizmcilik bu olsa gerek. Kapısında durup post it ve kalem satsanız aylık kazancınız bir doktor maaşını bulur herhalde. Julietin evinden hediyelik eşya almayı son dönüş günümüze bırakıp – Münih için trene buradan bineceğiz- Teatro Romano’ya doğru yürüyoruz. Hava kararmaya başladı. Yolumuzun üzerindeki Anastasia kilisesini de ziyaret ediyoruz. Nehri geçen köprünün üzerine vardığımızda hava artık kararmıştı. Mavi aydınlıkta nehri, kaleyi, Teatro Romanoyu seyredip hemen yakındaki bir kafe –bara oturuyoruz. Oturduğumuzda ne kadar yorulduğumuzu anlıyoruz.
Dönüşte Lamberti kulesinin hemen arkasındaki meydanda Sevgililer günü için düzenlenmiş halk konserini bir süre izliyoruz. Açılan standları dolaşıyoruz, her yer gül yaprakları ve rengârenk konfetilerle kaplı, sokak lambaları kırmızı kalp şeklinde fenerlerle kaplanmış keyifle yürüyerek ev sahibimizin önerdiği pizza restoranı Bella Napoli’ye buluyoruz. Pansiyonumuza iki sokak ötede. Bella Napoli’nin kapısında uzun bir kuyruk var, saat 20.00 olmuş, yorulmuşuz, acıkmışız, bu sıra bize gelmez diye vazgeçtik. Başka bir yer bakacağız artık. Yaklaşık elli metre sonra aynı sokakta bşir pizza restoranı daha görüyoruz. Aaaa bu da Bella Napoli, diğerine göre daha büyük, bunda da bekleyenler var. Canburak ne kadar bekleyeceğimizi sormak için içeri giriyor. Allahtan o kalabalığın bir kısmı paket servisi bekliyormuş. Adımızı listeye yazdırıyoruz, sıradaki üçüncü aileyiz. Yer boşaldıkça bir teşrifatçı isminizi okuyor ve size masanıza kadar refakat ediyor. Şimdiye kadar yediğim en iyi pizzaydı. Bundan sonra ben Türkiye’deki pizzalara pizza demem artık. Yarım litre de kırmızı şarabımızı içiyoruz. Yemekten sonra hem yorgunluk, hem de yemeğin rehaveti çöküyor. Yavaş yavaş pansiyonumuza dönüyoruz.
Yarın Venedik…

1 Mart 2010 Pazartesi

5 GÜNDE KUZEY İTALYA .1



5 GÜNDE KUZEY İTALYA…

BOLZANO BOZEN VE SUPRABOLZANO

Kongreler ve Tepecik Gezi Topluluğu ile yaptığımız geziler dışında Avrupaya yalnız başımıza çıkacağımız ilk geziydi. Bir çok şey için ilkti. Biletlerimizi 3 ay önce
www.kayak.com dan internet üzerinden satın almıştık. ( Münih 122 $/kişi gidiş dönüş) Elimizde mail adresime gelen referans numarasından başka bir şey yoktu.

Programımızı da Canburakla birlikte kendimiz yapmıştık. İki gün Bolzano’da, iki gün Verona’da iki gün Milano’da kalacaktık. Hostel ve otellerimizi de internetten Canburak ayarlamış ve rezervasyonları yaptırmıştı. Bütün gezimizi Trenitalia’nın regional tren tarifesine göre ayarlamıştık.

Yola çıkmamıza bir gün kala bizi Münih’te karşılayacak olan Ayzet Teyze telefonla arayarak Münih _ Bolzano EN (Euronight) treninde yerimizi ayırtıp biletimizi aldığını haber veriyordu. Yalnız bir sorun vardı. Münih bu yıl son 60 yılın en soğuk kışını yaşıyormuş ve çok fazla kar ve buzlanma varmış. Bir gün önce bütün Münih inişleri iptal edilip Nurnberg’e yönlendirilmiş, böyle bir şey olursa treni kaçırabileceğimizi söylüyordu.
Yapacak bir şey yoktu, eğer Münih’e inemezsek programımız bir gün sarkacaktı.
Bu tedirginliklerle Adnan Menderes Havaalanına gittiğimizde; Check-in de hiçbir sorunla karşılaşmadan biletimizi ve uçuş kartımızı aldık. Sadece direk uçuşlara açıktı, bağlantılı uçuşları almıyorlardı. Bir süre sonra onlarıda aldılar. Uçağımıza binerken bizi karşılayan hostesimiz biraz önce Kaptan Pilot’un Münih ile konuştuğunu, bir pistin daha açıldığını ve bir sorun olmadığını müjdeliyordu.

Güzel bir uçuşla karlar içindeki Münihe indik. Ayzet Teyze bizi havaalanında karşılayıp metro ile Münih Hbf’e götürdü. Trenimizin kalkmasına iki saat vardı. Eşyalarımızı emanete bırakıp Münih’in Old Town kısmını gezmeye çıktık. Sokak ışıkları, bu ışıklarda uçuşan kar tanecikleri, buz ve kar içindeki bembeyaz sokak ve meydanlar, Faşing nedeniyle rengarenk giysiler içindeki Almanlar, bir masal gecesi gibiydi. Saat sekizde tüm dükkanlar kapandığı için Mc Cafede sıcak bir kahve içerek kendimize geldik.

Kahveden sonra tekrar Gara döndüğümüzde eşyalarımızı alıp trenimizin kalkacağı peronu bulduk. Trenimizin 40 dakika rötarlı kalkacağını öğrenince Ayzet Teyzeyi yolcu edip Trendeki yerimize yerleştik. Önümüzde dört saatlik bir tren yolculuğu vardı.

Kompartımanımızdaki diğer koltuklara oturan iki esmer vatandaş yüzünden tedirgin ve uykusuz bir yolculuktan sonra gecenin ikisinde buz gibi bir rüzgarın estiği, inin cinin top oynadığı Bolzano İstasyonuna indik ve Canburakla buluştuk. Hemen istasyonun karşısındaki Youth Hostel Bolzanoya geçtik ve girişimizi yapı oda anahtarımızı aldık. Kapıyı açtığımda içerde beni bir sürpriz bekliyordu. İki ranzadan birinin alt katında bir adam uyuyordu. Oysa biz oda da yabancı olmasın diye üç kişi olmamıza rağmen dördüncü yatağın parasınıda ödeyip odayı kapatacaktık. Rezervasyonu yapan kişini bunu not almaması nedeniyle diğer resepsiyonist o yatağıda birine veriş. Başka da boş yer olmadığı için yapacak bşr şey yoktu ve bir ilk daha gerçekleşti. Ben eşim, oğlum vebir yabancı aynı oda da kaldık.


Sabah uyanıp kahvaltımızı yaptıktan sonra fotoğraf makinemizi ve erzak çantamızı alıp dışarı çıktık. Dört tarafı Dolomitlerle çevrili olan Bolzano’ya güneş geç ulaştığı için rüzgarla birlikte keskinliği daha da artan bir sabah ayazı vardı. Bolzanoyu gezmeyi öğleden sonraya bırakıp hemen yüz metre ilerdeki Teleferik istasyonundan teleferikle SupraBolzano’ya çıkmaya karar verdik. 10 dakika süren güzel manzaralarla dolu teleferik yolculuğundan sonra SupraBolzano’da bizi aşağıya göre 5 derece daha soğuk ama pırıl pırıl güneşli ve rüzgârsız bir hava karşıladı.

Alp Dağlarının güney yamaçlarını oluşturan Dolomitler bölgesindeydik. Ritten denilen kayak merkezi idi. Bu bölge ve Bolzano aslında Avusturya’ya ait, Alman mimarisinin, Alman yaşam tarzının hakim olduğu ve Almanca konuşulan bir bölge. Her afiş, sokak tabelaları, dükkân tabelaları, trafik levhaları Almanca ve İtalyanca yazılmış. Halkta İtalyan’dan çok Alman ırkının özelliklerine sahip. 2. Dünya Savaşından sonra sınır çizilince bu bölge İtalya tarafında kalmış. Otonom bir bölge hem İtalya’dan hem Avusturya’dan ekonomik destek alıyor. Zengin ve yaşam standardının yüksek olduğu bir bölge.

Teleferik istasyonunun hemen karşısından kalkan ve beş istasyonluk küçük bir parkuru olan trene biniyoruz. Karlar içindeki ormanda ilerleyerek masalsı şatoların arasından geçerek yaklaşık on beş dakikalık bir yolculukla son istasyonda iniyoruz. Etrafımızda turist otobüsleri, kayaklarını ve snowboardlarını arabalarına yüklemiş insanlar dolu.



Doğal malzeme, tahtadan yapılmış bilgilendirme yön levhaları bol miktarda. Bunlardan birinin gösterdiği 24 dakikalık mesafedeki bizim peribacalarına benzeyen Erdpyramiden Piramidi di Terra'ya doğru yürüyoruz. Karlar içindeki orman, Dolomitler, ve villa manzaraları arasında yarım saatlik güzel bir yürüyüş yapıyoruz. Piramidlere inen toprak yol buzlu olduğu için aşağıya inmiyoruz, yukarıdan fotoğrafladıktan sonra aynı yolu yürüyerek geri dönüyoruz. İstasyonda bekleyen tek vagonluk trenimize binerek geri dönüyoruz. Trenden inince Bolzano manzarasına hakim kafeteryada biramızı yudumlayarak hem dinleniyoruz, hem manzaranın keyfini çıkarıyoruz hem de sıcacık kış güneşinde ısınıyoruz.

Dinlenip karnımızı doyurduktan sonra Almanlara özgü Dağ evleri mimarisine sahip muhteşem evler arasındaki sokaklarda dolaşıyoruz. Her evin bir ormanı andıran küçük bir korudan oluşan bahçeleri var.Her taraf kar olmasına rağmen ara sokaklar bile tertemiz kar ve buz yok şubat güneşinde rahat rahat dolaşıyoruz.

Teleferikle doyulmaz manzaraları izleyerek tekrar Bolzanoya iniyoruz. Hostelden oğlumuz Canburak için getirdiğimiz valizi alıp O’nun yurduna doğru yal çıkıyoruz. Bolzanonun dört bir girişinde katlı otoparklar mevcut. Burada yaşayanlar ve kamu araçları dışında araçların Bolzano merkezine girmesi yasak. Zaten Bolzano küçük bir yerleşim. Bir uçtan bir uca yürüyerek en fazla yarım saat. Arabadan çok bisiklet kullanlılyor. Biz de bir uçtaki hostelimizden çıkıp şehrin diğer ucundaki Canburak’ın kaldığı yurda yürüyerek gidiyoruz. Piazza Stazione ve Piazza Duomo meydanlarını geçince önce Canburak’ın erasmus öğrencisi olarak devam ettiği Bolzano Free University’i buluyoruz, bir sokak sonra da Canburak’ın yurduna ulaşıyoruz.
Soldaki Bina Canburak'ın yurdu
Canburak bizi odasına davet ediyor. Temiz, bakımlı, sessiz sakin bir yer. Beklediğimizde daha iyi buluyoruz ortamı. Eşimde oğlumuzun altı aydır yaşadığı ve altı ay daha yaşayacağı yeri görünce rahatlıyor.
Modern Sanatlar Müzesi
Yurttan çıkıp önce Modern Sanatlar Müzesindeki sergileri geziyoruz daha sonra OTZİ MUSEUM’a yöneliyoruz. Otzi Museum 1991 de Ötz vadisinde kayak yapan bir çift tarafından bulunan Neolithic çağ adam mumyasının, onun buluntularının, giysilerinin, günlük yaşamda kullandığı alet ve silahların sergilendiği bir arkeoloji müzesi. İceman yaklaşık 45 yaşında, uzun koyu renk saçlı, 160 cm boyunda ve 50 kilo ağırlığında. 5300 yıl önce yaşamış.
Başından yaralanarak kan kaybından ölen Iceman’ın mumyası özel bir odada bulunduğu şartlarda korunuyor ve biz onu bir pencerenin ardında görebiliyoruz.

Müzeyi gezmeyi tamamlayıp çıktığımızda hava kararıyordu ve güneşin kırmızı şıkları Dolomitleri pembeye boyamıştı.
Önce Bolzano’nun 60 yıllık pastanesi ve kafeteryası MONİCA’da kahve ve elmalı cevizli turta molası veriyoruz. Daha sonra akşam ışıkları altında pazarını dolaşıp
Nadamas’ta Yunan usulü deniz ürünlerini yiyoruz.